Çocuk ve gençlik kitapları ile tanıdığımız İrem Uşar ile çocuk edebiyatı, pandemi dönemi ve son kitabı Eksik Dünya BALTI üzerine konuştuk.
–Ağırlıklı çocuk kitapları olmak üzere çocuk ve gençlik alanında kitaplarınız var… Yazma eylemi için sizi itekleyen ilk his neydi?
Beni çocuk edebiyatına çeken şey kafa yorduğum, merak ettiğim, sorgularken iştahlandığım konuları çocuklara anlatma dürtüsüydü. Yirmili yaşlarımda, hayattan, kitaplardan notlar düştüğüm defterime: “Bir mesele, çocuğa açıklanamayacak hale geldiyse orada bir yanlışlık vardır,” diye yazmışım. O zaman bu cümlemi neyin tetiklediğini hatırlamıyorum. Ama çocuklara “meseleleri” anlatma konusunda coşku duyuyorum.
Lataşiba’da yaşamın ancak çeşitlilikle zenginleşeceğini, Uykusunu Arayan Çocuk’ta bizi dönüştüren yolculukları, Kuuzu ve Lunapark Ailesi’nde yetişkinlerin çocuksu yanıyla renklenen aile yaşantısını, Eksik Dünya BALTI’da hayallerimizde ve gerçeği arayışımızda inatçı olmamız gerektiğini anlattım. Her bir “mesele”, elbette çocuğun kavrayışına, imgelemine uygun birer öykü ya da roman biçeminde kaleme alındı.
-Bugüne kadar yayımlanmış yedi kitabınız bulunuyor, çocuklar için yazmak sizi zorladı mı hiç?
Çocuklar için yazdığım ilk öyküleri Kuuzu ve Lunapark Ailesi kitabımda topladım. Dedemin ve ailemin matrak ve sıcak öyküleriydi bunlar. Çocuklar için yazmaya, kendi içimdeki çocukla bağ kurduğum, onu merak ettiğim, anlamaya çalıştığım zamanlarda başladım. Şimdi dönüp bakınca zamanlamanın doğru olduğunu görüyorum. Hatta bu kitabı yazmadan hemen önce aile köklerimizin olduğu Balkanlar’a seyahate gittim. Çocukluğumu ve çocukları keşfettikçe edebiyatta üretmeye devam etmek istediğim alanı da bulmuş oldum.
Çocuklar için yazmak beni hiçbir zaman zorlamadı. Aksine, onlar için yazarken eriştiğim berraklık, yalınlık, öze yakınlık her zaman çekici geldi. Yaşamı anlamlı ve umutlu kılanlar çocuklar bana kalırsa. Kitaplarımda çok kez kullandığım ışık öğesine benziyorlar. Her biri kendi yeteneği, kendi pırıltısı ile bu dünyaya geliyor. Elbette yaşam, zıtlıklarla var. Demek oluyor ki gölgeler, karanlıklar çıkacak karşılarına. Ben de hayatın keşfetmeye, merak etmeye, tekrar tekrar umutlanmaya değer bir yolculuk olduğunu unutmasınlar diye yazıyorum. Çocukların muazzam ışığını beslemek, canlı tutmak için…
-Peki, çocukların dünyasında olmak size nasıl bir his veriyor?
Çocuklar hem çok güçlü hem çok kırılganlar. Yazı atölyelerimde çocuklara, duygularıyla bağ kurmanın, kendini ve başkasını anlamanın yolunun yazmak olduğunu anlatıyorum. Önce bir tema seçip tartışıyoruz. Bazen onlara “çocuk nedir?” diye soruyorum. Aralarında hissettiklerinden, düşüncelerinden suçluluk duyanlar, kendini eleştirenler çıkıyor. Çoğunlukla yetişkinlerin sesini, kendi iç sesleri sanıyorlar. Birlikte sorguluyoruz ve sonra onları yazıyla baş başa bırakıyorum. Kendilerini duymaya çalışıyorlar. Hislerinde ve düşüncelerinde özgürleşmelerini, ifade etmekte yetkinleşmelerini sağlamaya çalışıyorum.
Bazen de öyküde, çamurlu bir su birikintisi içinden sürpriz biçimde sıçrayan turuncu balığın, içimizdeki hangi duyguya karşılık geldiğini tahmin etmeye çalışıyoruz. Çocukların iç dünyalarının zenginliğine, algılarının açıklığına, meraklarının coşkusuna, masumiyetlerinin gücüne tanık oldukça onlar için, onlarla birlikte üretmek vazgeçilmez hale geliyor.
-Eksik Dünya BALTI’nın hikâyesinin ilk oluşumundan bugüne gelişine, yazım sürecinden bahsedebilir misiniz biraz?
Eksik Dünya BALTI, 2015 yılında çalışmaya başladığım bir dosya. 300 yıldır süren yerüstü savaşı nedeniyle yeraltındaki tünellerde yaşayan ve karanlığı artık sorgulamayan bir halkın uyanış öyküsü. Yerüstü savaşını bir lider yönetiyor. Savaşın dünya çapında bir salgına dönüştüğü öğrenildiğinde ise BALTI çocukları devreye giriyor. Çünkü onlar kendilerine bir gelecek istiyorlar. Ama harekete geçmeleri için önce değişip dönüşmeleri gerekiyor. Bu aşamada, birer köstebek gibi yeraltına hapsolmuş yaşayan BALTI çocuklarına kanatlar, keskin gözler, kötülüğe savuracak pençeler kondurdum. Böylece kendi güçlerini, potansiyellerini, yeteneklerini hatırladılar.
Dünya’ya biraz “vahşilik” gerek. Bunu olumlu anlamda söylüyorum. Gezegenimizi diğer canlılarla paylaştığımızı hatırlamak ve doğanın eski gücüne, çeşitliliğine tekrar kavuşması için birkaç adım geri çekilmek ne iyi olur.
-Kitabı ana hatlarıyla yazdıktan sonra ne kadar süre daha çalıştınız? Bir metnin üzerinde uzun süre durmayı sever misiniz?
Her metin, kendi zamanını talep ve tayin ediyor. Bir öykünün gezegenine girince, rutin hayatımı onun eşliğinde yaşamaya başlıyorum. Bir an önce öyküme, karakterlerime dönmek, buluşmak tutkusu içimde hakimiyet kazanıyor.
Mutlaka hatırlarsınız, 2015 yılında Aylan bebek ne yazık ki hepimizi savaşın gerçekliğiyle yüzleştirmişti. O, ne bir ilkti ne de son. Eksik Dünya BALTI’yı o zaman yazmaya başladım. Çünkü acımasız gerçeği değiştirmek, kumsalda yatan bebeğe kanatlar vermek ve savaştan uzaklaşmasını izlemek istiyordum. Sonrasında romanın iskeleti yavaş yavaş belirdi.
BALTI bir savaş romanı değil ama fonda akan bir savaş var. Gerçeği su yüzüne çıkaranlar ise çocuklar. Çünkü masumiyet sandığımızdan daha güçlü. Dilerim kitabım, gençlere ve çocuklara kendi cesaretlerini, güzelliklerini, potansiyellerini hatırlatır.
-Kitapta bazı kelimeler, deyimler ve tablolarla ilgili mesajlarla okuyucunun merak duygusunu tetikliyorsunuz. Okuyucuyu araştırmaya yöneltmek için güzel bir yöntem, ne dersiniz?
Gerçekte var olmayan bir mekân, bir ülke tasarlayıp onu keşfe çıkmayı seviyorum. Örneğin BALTI gibi yeraltına saklanıp neredeyse görünmez olmuş bir halkı, görünmez telli bir müzik enstrümanı olan Theremin konserinde hayal etmek bana haz veriyor.
Ayrıca romanda, Dali, Miro, Magritte gibi gerçeküstü ressamlardan bahsettiğim bölümler var. BALTI’daki kütüphanenin adı Günışığı Odamız. Burası, cılız yerüstü ışığının tepedeki bir delikten süzülerek yeraltına indiği ve aynalarla çoğaltılarak kör edici hale geldiği yer. Romanın ana karakteri lider kız, bu kütüphanede “Gerçeküstü” kitabını açtığında Magritte’in çizdiği Pipo’yu görüyor. İşin ilginç yanı resmin altında “bu bir pipo değildir,” yazıyor. Elbette, bu bir pipo değil ama piponun resmidir. Bazen gördüklerimiz ya da bize izlettirilenler yanıltıcıdır. Böylece lider kız, yeraltı ülkesi ekranlarında izlediği savaşın gerçekliğini sorgulamaya başlıyor.
-Eksik Dünya BALTI pandemi dönemi başlamadan hemen önce çıktı, bu dönem kitabın yolculuğunu nasıl etkiledi?
İlginç bir rastlantı ya da dürtü ile bu kitabımı “Pes etmeyen, dünyalar güzeli gezegenimize” ithaf etmiştim. Sonrasında olanlar bu ithafımın anlamını kuvvetlendirdi. Kitap 2020 Şubat ayında basıldı ve Mart ayında salgın Türkiye’deydi. Bu bizim yüz yüze okur buluşmalarımızı engellemiş olsa da kitap üçüncü baskıyı yaptı bile. Çocuklar, BALTI’yı merak ettiler, iştahla okuyorlar. Sonbahar ve kış boyunca okul söyleşilerimiz online devam edecek. Göz göze konuşacağımız, yan yana birbirimize sorular soracağımız günleri iple çekiyorum.
-Pandemi demişken, birçok insanın evlerine kapanmak durumunda kaldığı bu süreçte yeni projeler çalışma fırsatınız oldu mu peki?
Pandemi sürecinde bir çocuk bu dönemi nasıl yaşar, neler hisseder, nasıl kaygılanır diye dertlendim. Hayatın bu yokuş aşağı inen olumsuz, yalnız dalgası bir çocuğun dünyasında nasıl tekrar şahlanan, coşkulu bir dalgaya evrilir diye kafa yordum. Böylece salgın günlerinde, kendi bedenini ilk kez uzaya çıkan astronot merakıyla keşfeden, insanın gezegenimizdeki istilacı yanıyla yüzleşen ve sonunda bilim insanı olmayı hayal eden küçük Ali’nin öyküsü doğdu. Ali, eve hapsolduğu dönemde odasının dört duvarını sınır kabul etmeyen ve dünyasını genişleten bir karakter. Dosyam şu an yayınevinde, editöryal çalışması neredeyse bitti, desenlenmesi sürüyor. Yakında çocuklarla buluşacak.
-Yazarken öğreticilik mi yoksa hikâye mi ön planda duruyor sizin için? En çok hangisini önemsersiniz?
Öykülerim ve karakterlerim okuyucularıma rehberlik edebilirler ama parmak sallayan liderler olmalarına izin vermem.
-Uzun ve yorucu bir 2020 oldu, yılın son ayları için okuyuculara ne söylemek, neler önermek istersiniz?
2020 yılı, hayatlarımızın çehresini aniden değiştirdi. Çocuklar bu değişimin içinden geçmeye çalışıyorlar ve sorguladıkları onlarca şey olduğuna eminim. Bilsinler ki hayat bu haliyle donup kalmayacak. Hep birlikte denizin tatsız, dalgalı bir yerine denk geldik belki, ama bir süre sonra bulutlar aralanacak ve güneş illa doğacak. O zaman bu yolculuk bize ne öğretmiş, bizi nasıl değiştirmiş fark edeceğiz. Dönüşümün, değişimin, gelişimin en büyük destekçisi deneyimler ve kitaplardır. Bu ikisine dört elle sarılsınlar.