Aksarların Kerimesine…
İran, bir Hindistan ya da daha başka Doğu Asya ülkesi gibi yalnızca oryantalist bakış açısıyla, merakları kendisine celbeden bir yer midir? Ya da mevcut ilginin sebebi coğrafyamıza yakın olması mıdır sadece? İkisi de değil bence! İran, bu Fars devleti, yüksek bir uygarlık anlamına karşılık gelirken, aynı zamanda kültürel tüm tıkanmaları aşan nitelikli sanatçıları, şairleri, ressamları, sinemacılarıyla velut şekilde sanatçı doğuran toprakların adıdır aynı zamanda. Tahran’da ya da İsfahan’da bir sanat yaratısı dingin anlatım tarzından, yeri gelir bir çığlığa dönüşür, sinema her türlü sansürü atar o hisli anlatım ve estetik yapısıyla. Geriye gözyaşı, kalp sızısı, aşkın erotizmden arınık o en saf hali kalır. Son dönem simge ve favori kadın şairlerinden Furuğ Ferruhzad hakkında ne biliyoruz? İranlı tamam, kadın şair aynı zamanda, evet. Bu kadar mı? Halbuki kendisi bir kısım popüler edebi dergilerin bir kaç satırla geçeceği ya da trajik sonunun yaşamıyla rabıta edilerek üstün körü bahisle geçilecek bir isim midir? Böyle mi anılmalıdır, kültür hegemonyasının o çok meraklı endrüstri tekdüze tasarımına bu da mı mahkum edilmelidir? Furuğ Ferruhzad’ın eserleri, esasen ülkemizde eski zamanlarda, Furuğ’un ölümünden önce, yani daha o hayattayken dilimize kazandırılmıştı. Onat Kutlar ile Celal Hosrovşahi’nin birlikte çevirdikleri “Yüryüzü Ayetleri” isimli şiiri çevrilmiştir ve Furuğ, şiirinin Türk diline kazandırılmasından çokta mutlu olmuştur. Ancak Furuğ, iyi bir şair olmasının ötesinde, farklı kimlikleri de taşır bünyesinde. Yönetmen, senarist, aktivist, hatta ressam olarak bir çok yön.
Nasser Saffarian‘ın kaleme aldığı “Ah Ayetleri-Furuğ Furruhzad Hakkında Söylenmemiş Sözler” isimli kitap, şairin bir çok yönünün bizlerce bilinmesine imkân veren yapıda. İranlı yönetmen Nasser Saffarian, 2002 yılında çektiği üç kısa belgeselden oluşan “Furuğ Ferruhzad Üçlemesi” kapsamında ilk kaynaktan şair hakkında bilgi sahibi olan, içinde aile yakınlarının da olduğu, dostları, İran şiirinin önemli isimlerinden Simin Behbahani ile Feridun Moşiri’nin de olduğu kişilerle röportajlar yaparak, en çok bilinen kimliğiyle şairi, dolayımsız olarak tanımamızı sağlıyor.
Kitabın “Başlamadan Önce” isimli bölümünde, 1980 yılında ilkokul çocuğunun öğretmenine ismini gördüğü Furuğ Ferruhzad’ı sorduğunda, karşılık olarak “onun ne pislik olduğunu biliyor musun?” şeklindeki tahkir edici sözüyle, yani aslında üzücü bir bölümle açılıyor. Ne yapmıştır ki bu yazar, bu şekilde anılmaktadır? Bu anlamsız tepki sonrasında çocuk şairin peşine düşmüş ve şair hakkında bir çok yanlış bilginin ortalıkta dolaştığını görmüştür. İşte o çocuk artık gerçekliğe, en yakınlarından, aracısız bilgi edinerek ulaşmaya çalışıyordur.
Kitabın bölümlerinde albay olan ve ikinci evliliğini yapan babası ile ilgili ilk bilgiler biyolojik annesi Betül Veziritebar’dan alınıyor. Tahran Emiriye’de geçen ev hayatı, aslında edebi yönden kısıtlılık taşımaz. Kitabı bol, edebi sohbeti geniş olsa da, yine de şiir üretimi, babanın bir albay olması da etkili olmak üzere istenmeyen bir faaliyet alanı olarak görülür. Politize ortam hoş görülmez. Ancak tüm bunlara rağmen Furuğ şiire, edebiyata ve politik angajman olarak görülecek yaklaşımlara kayıtsız değildir. Sonra on beş yaşındaki Furuğ’un kendisinden çok büyük Pervez ile olan evliliği, kısa süre sonra ayrılması, zaman zaman baba evine dönüşü bir arada anlatılır. Baba, bir çok anlatımda despot bir figür olarak çıkar karşımıza. En trajik hallerden birisi de şairin, Pervez’den olan çocuğu Kami’yi görmesine izin verilmemesi, bu süreçte Furuğ’un intihara teşebbüs etmesi olacaktır.
Tarihler 1955’tir ve Furuğ henüz yirmi yaşında bile değildir. Furuğ’un erkek kardeşi olan Emir Mesud Ferruhzad ise katı aile yaşantısı ile birlikte Almanya serüveni ve kardeşinin bu yurt dışı deneyimine dair bilgiler sunar. Furuğ, bu ilk gençlik dönemlerinde Alman şairlerinin şiirlerini takip etmiş, ancak yine de özünden, o çok sevdiği Fars toprağı İran’ından ayrılamamıştır. Mesud ablasına dair anekdot anlatırken “…Furuğ birden ben İran’a gidiyorum dedi. Böyle geri dönemezsin filan dediğim de ise, hayır diyerek valizini hazırlamaya gitti. Bir saat içinde hazırlandı. İran’a döndü. Sonradan İran’dan bana benim köklerim tozlu topraklı Tahran sokaklarında. Ben orada çok acı çekiyorum ve yaşayamam” dediğini belirtir. Kalpleri yaralayan o derin özlem baskın çıkar. Ablası olan Puran Ferruhzad ise, kardeşinin mücadele eden kimliğinin çocukluktan tevarüs olduğunu söyler. Ona göre Furuğ, etrafında olan bitenler konusunda hassas, zorbalığın karşısında dik duran bir kişilikti. Babasının sert mizacından dolayı da babasının bıraktığı boşluğu ayrıldığı eşi Pervez ile doldurmak istemektedir. Puran kardeşinin bir kısım inanç hallerine dair de ipuçları vermektedir. Ona göre Furuğ, yeniden doğuşa inanmaktadır, ölümün bir oyundan başka bir şey olmadığını düşünür ve dolayısıyla da insanın sonsuza dek bu dünyada olacağı inancına sahiptir. Furuğ’un ablasının aktardığı bu halleri, “Yeniden Doğuş” ve “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” şiirlerinde bazı yansımalarını gösterecektir. Bir kısım şairler ise Furuğ’un etkilendiği şairler hakkında bilgi sunarlar. Menuçehr Ateşi’ye göre çağdaş İran şiirinin büyük ismi Sohrab Sepehri etkisi ile Rimbaud ve Verlaine’ın şiirleri de Furuğ’u etkilemektedir. Huşeng Golşiri’nin belirttiğine göre, Furuğ şiirlerini anlamak için batı kaynaklarını iyi bilmek gerekir. “…mesela neden beni deniz diplerinde tutuyorsun?/ Ben üşüyorum ve nefret ediyorum sedef küpelerden dizelerini ne sebeple söylüyor, suyun dibinde olmayı neden olumsuz bir şey olarak değerlendiriyor? Çünkü Eliot’un eserlerinde denizde ölmek olumsuzdur ve toprakta ölmek yeniden doğma imkanı taşıdığı için olumludur. Ferruhzad bu imgeyi ondan alıyor.” Ancak Furuğ modern batı ve İran şiirlerinden etkilenmekle birlikte, klasik İran şiirinin damarları olan “Sadi”, “Şirazi”, “Firdevsi” ve yer yer “Ömer Hayyam”dan da etkilendiğini göstermiştir.
Furuğ’un bilinmeyen yönlerinden birisi de sinemacı kişiliğidir. Beni de çok etkileyen 1963 tarihli “Khaneh siah ast” (Ev Karadır) filminin hikâyesi sıklıkla röportaj sorularına konu edinilmiş. Filmin çekimlerinin yapıldığı Tebriz Bababağı Cüzzamhanesi’nde yönetmenlik yapan Furuğ, cüzzamlılarla bir yakınıymışcasına davranıyor, onları bu doğal halleriyle kameraya alıyor. Hatta cüzzamlı çocuklardan 1952 doğumlu Hüseyin Mansuri’nin velayetini üzerine geçiriyor. Ancak kitap boyunca sıklıkla bu filmin İbrahim Gülistan’ın mı yoksa Furuğ’un mu olduğu konusu nedense çok irdelenmiş ve yine röportajları yapan Nasser Saffarian tarafından İbrahim Gülistan ile Furuğ ilişkisi sıklıkla mercek altına alınmış. Bu sorular çoklukla yanıtsız bırakılmış. Belirtelim ki, o dönem İbrahim Gülistan, İran’ın önemli film yapımcılarından birisidir. Yönetmen Behram Beyzayi’ye göre, Furuğ sinema yoluyla, bir şey aracılığıyla, sözünü söylemek istemektedir. “Ev Karadır”da Furuğ, sürekli dış ses olarak şiirlerini, eşsiz görüntüler eşliğinde sunar. Bu edebi dil Beyzayi’ye göre, Avrupa sinema dilinden etkilenmedir. Alain Resnais’in “Gece ve Sis” eseri de böyledir, yani aralarında format kardeşliği bulunur. Hatta buna 1959 yapımı yine aynı Fransız yönetmenin, Resnais’in “Hiroşima Sevgili”sini de dahil etmek mümkündür. İnternet ortamında da izlenebilecek kısa süreli “Ev Karadır” filminde cüzzamlı kadın, erkek, çocuk, yaşlı görüntüleri o derece vurucudur ki, Furuğ’un sesi bu görüntülerdeki acıyı hafifletmektedir. Kelimeler yaratıcı etkiyi tamamlamakta, filmdeki görüntüler izleyicinin de doğrudan acıyı yaşamasını sağlamakta. Şiirsel dil ile eylemsel ve hareketli görüntü birbiriyle adeta bütünleşmekte.
Perviz Purhüseyni ise Furuğ’un rol aldığı bir oyun olan 1934 yılı Nobel Edebiyat ödülü sahibi İtalyan yazar Luigi Pirandello’nun “Altı Kişi Yazarını Arıyor” isimli oyunundan bahsederek, dönemin İran’ında, Şah rejimi döneminde oyunların temsillerinin zorluğunu özellikle belirtiyor. Şair Muhammed Ali Sepanlu ise, 19 Ağustos 1951 yılında Amerikan darbesi ile yıkılan Muhammed Musaddık’ın yenilgisinin yarattığı atmosferin dönem yazarlarını nasıl etkilediğini okuyucuya naklediyor. Ancak 1960 yılında İran’da başlayan gençlik hareketleri olumsuz havayı bir süre ertelemiştir. Buradan hareketle Furuğ’un politik yanına örnek olarak Bertolucci ile mektuplaşarak bir çok İran gencinin nahak yere idamını engellemek maksadıyla yazışmaları örnek gösteriliyor. Batı kamuoyunun desteği ile de bu idamlar gerçekleşmiyor. Benzer tavıralışlar Furuğ’un, düzen tarafından muhalif yazar kategorisine sokulması için yeter neden olarak görülüyor.
Tabi ki, günümüzde de çok tartışılan Furuğ’un o trajik ölümü de, yakınlarının hemen öncesindeki anlatımları ile kitapta genişçe yer buluyor kendisine. Ölümünün doğal mı yoksa bir suikast mı? olduğu günümüzde dahi sıklıkla tartışılan bir konu. Annesi Betül Vezirtaban’a göre, İran istihbarat birimi Savak tarafından kendisi devamlı takiptedir. Şair Menuçehr Ateşi’ye göre ise, hiçbir şekilde ölüm düşüncesi taşıyan bir kişi olmamıştır. Kitabın yazarı Saffarian ise bu konuda şu görüşleri sunuyor:
“…Furuğ’u toprağa verirken hiçbir molla cenaze namazını kılmayı kabul etmez. Sonunda Mehdad Samedi bu işi yapar. Furuğ’un yakınları ve arkadaşlarının onun ölümüne ilişkin anlattıkları üç farklı hikayeden söz konusu: Bir kaç kişi Furuğ’un ömrünün son günlerinde siyah bir arabanın onu takip ettiğini söyler. Belki kaza günü de o siyah araba Furuğ’u takip etmekteydi. Furuğ onlara istihbarat teşkilatından birilerinin kendisini takip ettiğini söylemiş. Bir kişi de Furuğ’un, son aylarda bir yobaz tarafından ölüm tehdidi aldığını söylediğini dile getiriyor. Üçüncü rivayet ise şu: Son aylarda ve son günlerde Furuğ’la Gülistan arasındaki sorunlar iyice tırmanmış, bunlar da Furuğ’un ruh halini kötü etkilemiş, onu depresyona sokmuştur. Son günlerinde Furuğ’un aşırı hızla araba kullanması yok oluşa doğru gitme arzusundandır. Ancak biz bunların hangisinin doğru olduğunu ve bunlara ne derece güvenebileceğimizi bilemiyoruz. Bu rivayetleri dile getirenlerin Furuğ’a yok yakın olduklarına şüphe yok ama bu kişiler söylediklerini açıkça ortaya koymaya hazır değiller ve adlarının bu hikayelerle birlikte anılmasını istemiyorlar. Ve gerçeğin tam olarak nerede olduğunu kim bilebilir ki?”
Tüm bu ölümün nedeni tartışmaları, ister istemez bize 1997 yılında Prenses Diana ile Dodi El Fayed’in ölümündeki sırrın benzerini hatırlatıyor.
Nasser Saffarin’in Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan ve çevirisini Derya Önder ile Makbule Aras Eivazi‘nin başarıyla yaptığı ve röportajlarla yazarın bir çok yönünü ortaya çıkartan eseri bir solukta okunan denilen cinsten kitaplardan. Kitap yalnızca İran sanatı hakkında değil, yazarın niteliği, ufku itibariyle batı sanatı ve batı sineması temsilcileri “Bernardo Bertolucci”, “Jean-Luc Godard”, “Alain Resnais” gibi bir çok kişinin de yer aldığı çok zengin bir anlatı şölenine dönüşüyor. Kitabın sonunda yer alan Furuğ Ferruhzad’ın 1934 yılından başlayıp, 1967 yılındaki şok edici vefatına kadarki evreleri anlatan “Yaşamdan Kesitler” bölümü de oldukça bilgilendirici. Ayrıca belirtmek gerekir ki, yine eserde Furuğ ve ailesine ait çok özel fotoğrafları ilk kez göreceğinizden eminim. Asi, içten ve içi hümanist düşüncelerle yoğrulmuş Furuğ’un o acılı dünyasını yansıtan şiiri gibidir hayatı:
“…o günler geçip gitti
o güzel günler
o dopdolu, esenlik içindeki günler
o pul pul ışıldayan gökyüzü
o kiraz dolu dallar
yemyeşil sarmaşıklarla kaplı birbirine yaslanmış o evler
oyunbaz uçurtmaların süzüldüğü o çatılar”
Her şey artık bitmiştir, doğru; İran kültür armonisi, sinemasıyla, şiiriyle, entelektüel yapısıyla Sadi’den, Furuğ’a akan bir damardan devam atmektedir kuşkusuz, ne var ki, 32 yaşında bu dünyadan bir soluk aceleciliğiyle, şiirindeki o güzel günler gibi Furuğ da çekip gitmiştir. Artık yoktur, yaşarken dostları dışında bir pislik olarak görülmüş, kadri ancak ölümünden sonra bilinmiştir; önemli, yakıcı ve acıtıcı olan da bu değil midir zaten…
- Ah Ayetleri “Furuğ Ferruhzad Hakkında Söylenmemiş Sözler” – Nasser Saffarian
- Yapı Kredi Yayınları, 2019
- Çeviri: Derya Önder-Makbule Aras Eivazi