Dolce Stil Novo ya da Tatlı Yeni Üslûp, ilk olarak Dante tarafından tanımlanmış ve ondan daha önce eserler vermiş olan Guido Guinizelli’nin şiirlerini nitelemek için kullanılmış bir terimdir. 13 ve 14. yüzyıllarda İtalya’da gelişen bu şiir akımı Sicilya Okulu şairlerine ve Toscanalı şairlere aşk ve şiir üslûbu konusunda yepyeni bir bakış getirdiğinden tarihte edebiyatın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Bu anlayışa göre aşkın yöneltildiği kadın, şairi tanrıya ve cennete yönlendirir; bir tür melek görevi görür: donna-angelo. Bu kadının selam vermeye layık gördüğü kişi, hem sağlık anlamında hem de dinî bakımdan kurtuluşa erer. İtalyancada “salute” kelimesi bu iki tür kurtuluşu da anlam olarak karşılar ve Dolce Stil Novo akımına ait şiirlerde sıkça rastlanan bir kavramdır.
Kurtuluş kadından ve kadının selamından gelir, yani kadına yüklenilen uhrevî bir değer, bir görev vardır. Kadından duygularıyla ve hareketleriyle bu görevi yerine getirmesi hiçbir zaman tam olarak beklenmez çünkü kadın fikri semboliktir ve şairin aklındaki yansıması kadar yücedir. Dolayısıyla Dante’nin kadını kutsallaştırışında bu kutsallığın, âşık olanın yani Dante’nin zihninde ve kalbinde yarattığı tanrısal sembolizm aşkın nesnesinin önüne geçer. Sonuçta yüceltilen kadın değil, aşk ve bu aşkı doğuran ve barındıran şairin kalbidir. Her ne kadar Dante; mısralarında, kadınına hizmet etmek ve onu yüceltmek için yanıp tutuşsa da bu durum kadına değer vermekten çok onu aşkın dışında tutmayı beraberinde getirir. Kadının övüldüğü ve aşığını tanrıya yönelttiğinin düşünüldüğü bu romantik anlayış, şairi bu yüce duyguların huzurunda yükselttiği ölçüde değerlidir. Aşkın bu yorumu, tanrı sevgisi ve biat gibi kutsallık atfedilen duygulara oldukça yakın bir kökten geldiğinden kadının şairi tanrıya yaklaştırdığı düşüncesi akla yakın bir sonuç haline gelir.
Günümüzde ise aşk, bazı anlamlarıyla, dinin karşısında bulunup toplum normlarını yıkan, neredeyse anarşist bir kimliğe bürünüyor. Bunun nedeni, günümüzün aşk anlayışının tutku, belirsizlik, zapt edilemez bir duygu sarhoşluğu ve vahşilikle ilişkilendirilmesi. Buna karşın Dante’nin ve zamanının Sicilya Okulu şairlerinin romantizm anlayışının bir insana duyulan tutkulu bağlılık ve sevgiden ziyade; yaklaşılamayan, uzaktan beğenilerek gözlemlenen ve elde edilmesi akla bile gelmeyen (çünkü cismi ölçüsünde değil, “yüceliği” ölçüsünde var olabilen) bir sembol. Bu nedenle şiirlerde geçen “güzellik” kavramı da okuyucuda kadının dokunulabilir, hissedilebilir varlığına dair bir duygu veya kadının varlığına dair dünyevi bir anlayış uyandırmıyor. Kadın güzel bir tablo gibi uzak bir dünyanın gözlerimize yansımasından ibaret.
Kadının kutsallığın bir yansıması olduğunun kabul edildiği aşamalarda bu sembol tanrısallığın daha da derinliklerine gömülerek yeni ilişkilendirmelere maruz kalıyor: Dinin insan hayatındaki temelini oluşturan otorite ve sınırlamalar. Aşk kavramı yavaş yavaş kendi ağırlığından ve değerinden uzaklaşıp sonsuz bir mutluluğun vaadine dönüşüyor. Din ise bu mutluluğu aşığa ancak itaatkârlık ve bağlılık karşılığında sağlayacağı umudunu veriyor.
Aşkın imkansızlığı ve kadının ulaşılamazlığının uyandırdığı acı; şairde, inanan kişinin acının da tanrıdan gelen bir ölçü, bir test olduğuna inanmasına benzer bir etki yaratıyor. Acı çekmenin ve dolayısıyla kendine acımanın vazgeçilmez tatlılığı Dante’yi kollarına alıp sımsıkı sarmalıyor. Acı da sonsuz mutluluk da sorgulanamaz yaratıktan, kadından geliyor ve her iki duygu da coşkuyla kucaklanıyor.
Aşkın nesnesi olan kadın kesin bir yücelik taşımıyor, şair zihninde bu kadını tanrıya yaklaştırıp uzaklaştırabiliyor. Kadının uhrevî niteliği ölçüsünde değerinin belirlendiğini göz önünde bulundurursak Dante’nin -tanrıyla ilişkisinden farklı olarak- acıları için kadını suçlayabildiğini de görüyoruz.
Beatrice
Beatrice, Dante’nin hayatı boyunca yazdığı eserlerde karşımıza çıkan bir figürdür. Vita Nova adlı kitabında onu anlatır, Divina Commedia’yı ona adar ve yazdığı aşk şiirlerinin çoğunun konusu odur. Beatrice; Dante’nin Vita Nova, Yeni Hayat adlı romanında geçen ve kitaba göre, hayatını adadığı kadındır. Yeni Hayat’ta Dante, Beatrice’yle biri dokuz yaşında diğeri ise dokuz yıl sonra on sekiz yaşında olmak üzere iki kere karşılaşır. Dante için dokuz sayısı önemlidir, çünkü üçle üçün çarpımıdır. Üç ise Hıristiyanlık’ta The Holy Trinity olarak geçen baba, oğul ve kutsal ruhu temsil eder. Dante’nin verdiği eserlerde dokuz, tekrar tekrar karşımıza çıkan önemli bir semboldür. Yeni Hayat’ta Beatrice’yle Dante hiç konuşmazlar, hatta Beatrice’nin Dante’nin varlığından haberdar olduğuna dair tek teminatımız sonradan Dante’ye vermeyi bıraktığı selamıdır. Kitapta Beatrice ölür ve Dante ona daha önce hiç kimsenin bir kadına yazmadığı bir eser yazmayı görev bilir. Hayatını âşık olduğu kadına, Beatrice’ye adar ve sonradan yazdığı eser de İlahî Komedya’dır. Beatrice’nin gerçekten var olduğu ve adının Bice di Folco Portinari olduğu tahmin edilir. Hakkındaki sınırlı sayıda kaynağa göre Bice evlidir ve çok genç yaşta ölür.
Dante’nin kendi yaşamı süresince yayınlamadığı eserlerin sonradan toplanıp düzenlenerek basılmasıyla hazırlanan Rime’sinde de Beatrice’den sık sık söz ediliyor. Beatrice tarafından reddedildiğinde- Beatrice ona selam vermeyi bıraktığında- ya da daha doğrusu kendisine giden yol Dante’nin gözünde kapandığında bu, onun için yeni bir dönemin başlangıcı oluyor. Dante, kendine acımanın boğucu huzuruna gömülüyor. Acı ve hüzün, aşk yolunda bir çeşit ibadete dönüyor. Başından beri bu ilişkinin ya da ilişkisizliğin bundan başka bir sona varması mümkün olmadığı halde Dante Beatrice’ye karşı siteme benzer bir hayal kırıklığı duymaya başlıyor. Dante, aşkı yönünde hiçbir eyleme geçmiyor, Beatrice ise bu durumdan tamamen habersiz. Öyleyse Dante, bu tür bir ilişkinin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğunu bildiği halde acı çekiyor ve ilişkilerinin başka türlü olabilmesine derin bir özlem duyuyor. Acı sonuçtan ziyade bir sebep haline geliyor ve Beatrice’nin konumu, bu acıyla yücelmekte olan Dante’nin ıstırabının zanlısı olmaya evriliyor yavaş yavaş.
Dante’nin aşkı romantik bir tanrısallığın beklentisinden besleniyor. Bu şekilde bakılınca Dante’nin kadınlara mesafesini koruması ve onları sembolik birer anı olarak zihninde yaşatması oldukça anlaşılır hâle geliyor. Dante’nin, olanaksız beklentilerinin sonucu olarak zaman zaman hayal kırıklıklarıyla boğuşmuş olması da çok doğal. Söz konusu aşk bu kadar gerçeklikten ve kadından kopuk olduğunda ise bu duygu inançtan ve tanrı sevgisinden ayırt edilemiyor. Ne var ki Dante’nin canla başla korumaya çalıştığı “üstün duygu” da tam olarak bu aşk. Dante’nin ıstırabı ve kadına duyduğu sitemin yerini öfkeli bir direnişin alması uzun sürmüyor. Öfkeli, çünkü mükemmel kadın ideali bu sefer de bu ölümlü vücuda sığamamış. Bu dönem şiirlerinde kadına kibirli ve acımasız gibi sıfatlar atfediyor Dante, fakat hiçbir zaman aşkının hedefinin şaşmaz olduğu düşüncesinden vazgeçmiyor.
Aşk, hayatın ruhumuza yansımasını; bir şiiri yaşar gibi kalbimizle, beynimizle ve tüm vücudumuzla sarsılarak hissetmemizdir. Aşk, her duygu gibi, bireyseldir; aşığın kalbinde doğar, emek ve umutla büyüyerek yeşerir. Varoluşun bir biçimidir ve bir nesnesinin, bir doğrultusunun varlığı, bu duyguyu daha da yücelterek onu sürekli kılar. Hiçbir zaman tamamıyla âşık olunan kişiye bağlı değildir, aşığın da kontrolünde olmadığı gibi. Stil Novo şairleri, aşkı konu alan edebiyatta sıkça görüldüğü üzere kadına, âşık olunana odaklanırlar. Fakat Dante özelinde aşkın, onun hayatını ve şiirini nasıl etkilediğini incelersek, tutkunun özünün onun için ne kadar temel ve önemli bir güç kaynağı olduğunu görebiliriz. Aşk, belki de kendi içindeki estetik anlayışına ve güzelliği kavrama yeteneğine duyulan aşk, Dante için ilhamdır, şiirin ta kendisidir. Ama bir yandan da kadını yüceltmekten uzaktır. Yüzeyde kadının kutsallığının, güzelliğinin ve tanrıya ulaştırma gücünün vurgulanışı ve tekrarı göz alıcı olsa da asıl mesele kanlı canlı, kişilikli bir birey olan kadının övgüsü değildir, hatta bununla ilgisi yoktur. Dante için âşık oluş müzik ve şiirdir, kadın ise kendini ifade etmesini kolaylaştıran, ona bir neden ve amaç veren nesnedir. Sanat, sanatçının sesidir ve tutkusunun özünü çıkarıp sergilemeyi amaçlar. Burada insanın özüne dair aranıp bulunacak çok değerli bir temel söz konusudur, dolayısıyla sanatı, sanatçı yoluyla dünyayı kavramak için bir köprü olarak kullanabiliriz. Fakat sanatçı, politikacı değildir ve ikna etme veya haklı olma gibi yükümlülükleri yoktur, yalnızca ruhuyla bize kendi dünyasını anlatır. Kadının toplumsal konumu, bu nedenle Dante’nin şiirlerinde aranmaz, oluşturduğu izlenim ise bizi kadına dair değil Dante’ye dair bir anlayışa ulaştırır.