20. yüzyılın deneysel edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan Samuel Beckett’ın “Godot’yu Beklerken” adlı tiyatro oyununu incelemek beni hem heyecanlandırıyor hem de zorluyor. Oyun, sahneye koyulduşu ilk günden itibaren tepkiyle karşılaşmıştır. Eser, Fransızca yazılmış, ilk basımı 1952’de yapılmıştır. 1953 yılında ise seyirci karşısına çıkmıştır. Samuel Beckett absürd tiyatronun önde gelen isimlerinden biridir. Aristotales’ten beri egemen olan kuralların dışına çıkar. Bu oyunda, bir olayın hikayesi anlatılmaz. Karakterler de pek önemli değildir.
Oyunu okumaya başladığımda “Bu adamlar neyden bahsediyor?” dedim. Oyun, ilk cümlesinden itibaren insanı bir bilinmezliğe sürüklüyor. Sonunu merak ede ede okumaya başladım. İlk dialoglar saçmaymış gibi gözükse de yazar, cümlelerini Shakespeare titizliğinde oluşturmuş. Oyuna iki karakter daha girince işler daha karışık ve eğlenceli bir hal almaya başladı. Pozzo karakterinden başlarda haz etmedim. Kendisi gibi insan olan birini hayvan gibi bağlamış ve kullanıyordu. Fakat kurduğu bir cümle ona karşı merhamet etmemi sağladı. “O burada, benim yerimde olabilirdi ya da ben onun yerinde. Ama ben buradayım.” sözüyle aslında her şeyi açıklıyordu. İnsanlar yükseğe çıkmak için uğraşmalılar eğer kader deyip kenara çekilirsek daha çok üstümüze basıp geçerler…
Kitabın sonuna kadar Godot’un gelmesini bekledim. Oyun kişilerinde adını göremedim, o yüzden beklemekten vazgeçtim. Ama nasıl bir bahane uydurup gelmeyeceğini ya da öyle biri olup olmadığını düşünmeye başladım. Oyunda, kişilerin “Hadi gidelim, hadi yapalım!” demelerinden sonra eyleme geçmemeleri, oldukları yerde durmaları ise o kadar güzel bir incelikle anlatılmış ki, yazarın ne demek istediğini sonradan anlıyorsunuz.
-Hadi gidelim.
-Gidemeyiz.
-Neden?
-Godot’yu bekliyoruz.
-Ah! Peki n’apacağız şimdi?
Oyunun ikinci perdesini okumaya başladığımda yine kafamı karıştıran şeyler oldu. Karakterler -Vladimir hariç- dün ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyorlardı. Onların bu hatırlamamaları Vladimir’i bile neredeyse kuşkuya düşürüyordu. Acaba herkes hatırlıyor da, hatırlamak isteyen mi sadece Vladimir? Kim bilir ormanda belki de yüzüncü günleri idi… Vladimir ve Estragon her gün bir nevi kurtarıcılarını bekliyorlar ve akşam olup o kişi gelmeyince, sabah yine aynı ümitle beklemeye devam ediyorlar. Birinci perdede Godot’un gelmeyeceğini yazar bize ipucu şeklinde vermişti gerçi. Sahnenin sonlarına doğru ise haberci çocuk yine geldi ve ilk defa geldiğini söyleyerek “Godot yarın geleceğini söyledi.” dedi. Vladimir artık inanmıyordu. Bir ara Pozzo’nun bile Godot olup olmadığından şüphelendiler. Aslında Godot başından beri sahnedeydi. Vladimir ve Estragon; Godot onlardı… Herkes kendi Godot’unu bekliyor bu hayatta, her gün, hiç yılmadan. Aynı onlar gibi. Ama haberimiz yok ki o gelmeyecek. Çünkü Godot, sensin. Çünkü Godot, biziz.
-Yarın asarız kendimizi. Godot gelmezse.
-Ya gelirse?
-Kurtuluruz.
Hayatımda bu kadar etkilendiğim bir kitap daha okumadım diyebilirim. Bir oturuşta okumayınız. Yoksa benim gibi bir süre sarsıntı yaşayıp bu soğukta camı açıp gökyüzünü seyre dalarsınız…