Stefan Zweig, çok zorlu savaş yıllarında yaşamış. Yasaklara rağmen onun eserleri günümüze kadar ulaşmış ve çok okunanlarda yer almıştır. Çok okunmak elbette eseri ve yazarı başarı kılmaz. Fakat eserlere bakıldığında o edebi doygunluğu veriyorsa o başarılı bir eserdir. Hatta damakta tadı kalıp başka kitabını da okumalıyım diyorsanız işte Zweig’ın uzun öyküleri tam sizlik. En fazla 100 sayfalık olan bu kitaplarda betimlemeler ve karakterlerin o anki hisleri arasında kaybolursunuz. Modern klasikler arasında sayılan kitaplarından bazıları Satranç, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Amok Koşucusu…
Benim son okuduğum kitabı ise, Olağanüstü Bir Gece oldu.
“Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu hali, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.”
Tanıtım yazıları genelde böyledir. Ben kitaptan alıntılar ile kendi düşüncelerimden bahsediyorum.
Ne harika geceydi!
Kendini bulmak için kaç insan gezersin? Bir geceyi olağanüstü kılan nedir?
Bazen yazmak o anı yeniden yaşamaktır.
Bir insanın yaşamak eyleminden ziyade hayatı nasıl yaşanılır kılmasının eylemi.
Aileden kalan miras yalnız zenginlik değil bazen tuhaf yaşamlar da olabiliyor. Önemli olan bu küçük dünyadan çıkabilmek. Kitap olağanüstü gecenin merakıyla sarıyor insanı. Artık hissiz bir hayat sürmenin zorluğuna dayanamayan karakterimiz küçük bir fişle yaşam enerjisi yeniden doluyor. O yarışın kazanan fişini elinde tutmak başka heyecanlara sebep olur. Bu kadar varlıklıyken havadan gelen bu parayla ne yapacağını bilmemek bile onu farklı hissettiriyor. Belki yaşadığımızın en büyük kanıtı sürekli değişen hallerimizdir. Hep aynı kalan sıkıcıdır. Hiç gitmediği yerler insanı başka yaşama çeker. Atlıkarıncalara takılıp giden gözleri aslında renkli hayatın küçük şeylerde olduğunu gösterir. Hiç tanımadığı insanlara yaptığı yardımlar nasıl da mutlu eder insanı. İşte böyle böyle mutlu olmanın çok kolay, güzel ve paylaştıkça çoğalan şey olduğunun örneğini görürüz. Birbiriyle alakasız tesadüfi olaylar mı hayatı canlandırır? Yoksa tesadüf diye bir şey yoktur. Yalnızca hayat mı vardır?
“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.”
Kendini bulmak biraz daha anlaşılır kılar hayatımızı.
Sır burada gizli demek ki insanın insanı anlaması. İnsanın kendini anlaması.
- Olağanüstü Bir Gece – Stefan Zweig
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Roman
- 80 sayfa
- Çeviri: İlknur İgan