Truman Capote‘nin Soğukkanlılıkla adlı kitabı, 1959 yılında Amerika’da işlenmiş gerçek bir cinayetin hikâyesini anlatır.
14 Kasım 1959’da Amerika’nın Kansas eyaletindeki Holcomb kasabasında yaşayan ve çiftçilik yapan Herbert Clutter, karısı Bonnie, on yedi yaşındaki oğlu Kenyon ve on altı yaşındaki kızı Nancy evlerinde öldürülürler. Herkesin birbirini tanıdığı sakin ve küçük kasabaya bomba düşmüş gibi olur. Clutter’lar herkesin sevdiği, kimseyle sorunu olmayan, dürüst insanlardır. Dördü birden av tüfeği ile vurulmuş olarak bulunur. Elleri ve ayakları bağlanmış, ağızları bantlanmıştır. Ortada hiçbir ipucu yoktur. Sonunda Kansas’taki cezaevinden şartlı tahliye ile çıkmış iki eski mahkum olan Perry ve Dick yakalanırlar ve idama mahkum edilirler. Hırsızlık için girdikleri evde umduklarını bulamamış ve geride tanık bırakmamak için evdeki herkesi öldürmüşlerdir. İnternette Clutter ailesini aratırsanız, kurbanların ve katillerin fotoğraflarından olay yerine, suç aletlerinden mahkeme fotoğraflarına dek pek çok veriye ulaşabilirsiniz. O dönem çok yankı uyandıran bu cinayetler yazar Truman Capote’nin de ilgisini çekmiş ve çocukluk arkadaşı Harper Lee ile birlikte – ki bizim için o Bülbülü Öldürmek’in yazarıdır – Kansas’a giderek olayı araştırmış. Mahkumlarla, olayı araştıran dedektiflerle, Clutter ailesinin yakınlarıyla görüşmüş ve sonunda ortaya Soğukkanlılıkla çıkmış.
Soğukkanlılıkla‘nın daha ilk sayfasından itibaren ne olacağını, katilin kim olduğunu biliriz. Bize Soğukkanlılıkla’yı okutan diğer cinayet romanlarındaki gibi merak değildir. Olayları tam bir tarafsızlıkla aktaran Capote, eş zamanlı olarak hem Holcomb kasabasında olanları, araştırma sürecini hem de Perry ve Dick’in kaçışını anlatır. Bir yandan da Perry ve Dick’in hayatlarının ayrıntılarını öğreniriz ve bence bir noktadan sonra kitap Perry’nin hikâyesine dönüşür. Sevgi dolu bir ailesi olan Dick’in aksine Perry çok kötü bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş, adeta suça itilmiştir. Gitar çalan, havalı kelimeler kullanmayı seven, çevresindekilerin dil bilgisi yanlışlarını düzelten, bir sürü kitabı olan Perry acaba başka koşullarda yaşasaydı başka biri olur muydu, diye merak ediyoruz ve şu soruyu soruyoruz: Perry’nin yerinde biz olsak aynı şeyleri yapar mıydık? Ya da soruyu daha genelleştirelim, suç işlemiş birinin acılarla dolu kötü çocukluğu onu aklamak için yeterli bir sebep midir, yoksa insan başına ne gelirse gelsin kötüyü seçmeme şansına sahip midir? Perry’nin ablasının yazdığı mektupta dediği gibi ifade edersek yüzümüz kirli diye kimse bizi suçlayamaz ama yüzümüzü kirli tutmaya devam etmek bizim suçumuz mudur? Kitabı kafamızdaki bu sorularla okuruz. Yargılama süreçleri sırasında Capote işin içine biraz psikiyatri de katar. Başka mahkumların hikayelerini de aktarır ve çocukluk travmalarının bilinçaltındaki etkilerini ve bu sürecin insanı nasıl suça götürdüğünü bilimsel olarak anlatır. Çocukluğunda sürekli şiddet görmüş biri, karşısına çıkmış bir yabancıyı çocukluğunda ona şiddet uygulayan kişi ile aniden bilinçaltında özdeşleştirdiyse ve ortaya çıkan yoğun öfkeyle kontrolünü kaybedip o kişiyi öldürdüyse bu elinde olmayan mekanizma için suçlanabilir mi? Bu bir çeşit hastalık mıdır? Karşımızdaki suçlu değil hasta mıdır? Öte yandan öldürülen Clutter ailesi tüm masumiyeti ile karşımızda durmaktadır. Hangi gerekçe onların çalınan hayatlarını geri getirebilir? Yani bir yandan da şunu sorarız Clutter’ların suçu ne?
Capote her iki tarafı da bize anlatarak ve bu soruların hiçbirini doğrudan sormayarak ama bizim sorgulamamızı sağlayarak bence Soğukkanlılıkla’yı tam bir ahlak felsefesi romanına dönüştürür. Sonunu en başından bildiğimiz halde bize Soğukkanlılıkla’yı heyecanla okutan kitabın bu yönü ve elbette Capote’nin akıcı dilidir.
- Soğukkanlılıkla – Truman Capote
- Sel Yayıncılık – Roman
- Çeviri: Ayşe Ece
- 419 sayfa