“Psikoterapiyle uğraşanlar ‘nevrozu sevenler’ ve ‘nevrozu sevmeyenler’ diye sınıflandırılabilirse, May ilk gruba girerdi herhalde.”
Kitabın çevirmeni olan Alper Oysal, May’in ve kitabının derinlemesine bir sunuşunu yaparken bu ifadeleri kullanıyor. Bize May hakkında çok şey anlatabilir bu ifade. Öncelikle May, bir psikoterapist; evet. Aynı zamanda nevrozu seviyor. İyi de psikoterapist insanı iyileştirmek için uğraşmaz mı, diyoruz ilk başta. Ancak May işin içine girince çok şey değişiyor. Bize yaratıcılığın bilinçdışı kaynaklarını, yaratıcılıkta nevrozların etkisini, bilincin yaratıcılıktaki etkisini, yaratıcılığın sınırlarını belirlemeye çalışıyor. Eser sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Ayrıca karşılaşmaya (encounter) bolca değiniyor, biçim-imgelem-yaratıcılık ilişkisini kuruyor.
May’in kullandığı kelimeleri, kendi dilinde (İngilizce) rahatça anlasak da Türkçeleştirilmesinde yıllardır süre gelen problemler yaşanıyor. Alper Oysal bu noktaları bize belirtiyor ve yardımcı oluyor. Bu kelimelere burada değinme fırsatımız olmayacak belki, ancak eser okununca bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Okurun bu tür inceliklere dikkat etmesini, özellikle sunuştaki bazı noktaları kaçırmamasını tavsiye edebilirim.
Yaratma Cesareti (The Courage to Create), öncelikle sadece psikoterapiyle ilgilenenlerin değil, aynı zamanda da edebiyat ve sanat alanlarında kendini ifade etmeye çalışanların dikkatini çekmesi gereken bir eser. Günlük hayatta kullandığımız yaratıcılık ve yaratma kelimelerini May nasıl kullanıyor olabilir? Bunları cesaretle nasıl ilişkilendirebiliriz veya nedir bu yaratma cesareti, diyebiliriz. Bu tür sorularla başlamayı her zaman tercih etmişimdir. Bize yeni ufuklar açacaktır, May’den önce, konu hakkında kendi fikirlerimizi ortaya koyacaktır.
May’in eseri sanat ve felsefeyle doğrudan ilişki içerisinde. Aslında bana kalırsa anlatmak istediği şeyler de sanatın icra edilmesi ve sanata olan bakış etrafında şekilleniyor. Yani, birinde sanatçı ön planda ötekinde bakan-gören. (Yine de böyle bir sınır çizmeden okumak keşiflerimize destek olabilir.) Peki, May sanatçıyı nasıl konumlandırıyor? Sanatçı, ona göre biraz da kâhine benziyor: Toplumları bekleyen tehlikeleri ve güzellikleri öncelikle sanatçıların fark ettiğini savunuyor. Sonrasında yaratıcılığın temelinde karşılaşma eyleminin olduğunu ileri sürüyor. Bu iddia aslında çoğumuzun aşina olduğu, sanatçıları toplumla tam tersi yönde konumlandıran fikrin paralelindedir: Sanatçı dünya ile bir uyumsuzluk içerisindedir. Bu uyumsuzlukla yüz yüze gelen sanatçı, yaratıcılığını devreye sokmuş demektir. Dünya ile karşılaşmaya yoğunlaşan May, yaratıcı bireylerin varlıkları nasıl yorumladıkları hakkında iddialar öne sürüyor. Bu iddialar eserin geri kalanında da çoğalarak devam ediyor. Sonrasında May, bilinçdışı süreçlerle yaratıcılığın ilişkisini inceliyor. Burada, yaratıcı ilhamın aniden, beklenmedik durumlarda gelmesi konusu dikkatleri çekecektir. Daha sonra “Delfi Kâhini: Bir Terapist” bölümünde Yunan mitolojisi üzerinden yaratıcılığı değerlendiriyor, sembol ve mit üzerine eğiliyor. Aynı bölümde biçime giriş yapıyor. Sonraki bölümde ise yaratıcılığın sınırlarından, sınırlılığın yaratıcılığı destekleyip desteklemediğini sorguluyor. Bu bölümde elde ettiği sonuç, oldukça dikkat çekici gelebilir. Aynı bölümü Nietzsche’nin amor fati (kaderini sevmek) anlayışına değinerek bitiriyor. Bu bile sınırlar hakkında çok şey ifade edebilir bizim için. Son kısımda ise biçim-imgelem ilişkisi üzerinden bir sonuca varmaya alışıyor.
May, bizi yaratıcılık hakkında sadece düşündürmüyor, aynı zamanda çok önemli isimlere atıfta bulunarak bize örnek havuzu da oluşturuyor. Beckett’dan Poincaré’a, Camus’den Rilke’ye, Platon’dan Cézanne’a bizi yolculuğa çıkarıyor. Bunlarla da sınırlı kalmayıp vaka örnekleri üzerinden yaratıcılığın önemli hususlarına değiniyor.
*Okunan eser: May, R. (2013). Yaratma Cesareti. Çev. Alper Oysal. İstanbul: Metis.