Hikâye anlatmak aslında çok basittir, fakat bir o kadar da zor bir iştir. Anlatınızı kalıcı kılmanın yolu, onu nasıl anlattığınızdan geçer ki anlatıcılığın zor tarafı da budur. Bu iş hem zeka gerektirir hem de gerektirmez. Çoğu okur, anlatıcıda zeka arar ama daha çok hikâyeyi bize nasıl anlattığıyla ilgilenir. Size bununla alakalı, yani okur-anlatıcı arasındaki ilişkiyle ilgili türlü başlıklar ve içerikler sıralayabilirim ama bunlarla kafanızı karıştırmak, sizleri uyutmak (sıkıcı bir anlatıcıyım) istemiyorum.
Sizlere Holst’tan bahsedip gideceğim.
Dedalus Kitap, Spencer Holst’u bizlerle yeniden buluşturdu. Öncelikle bunun için işin emekçilerine; editöründen çevirmenine, dizgicisinden matbaasına, dağıtanından haber verenine kadar herkese teşekkür etmek gerekiyor.
Peki neden, peki niye, peki ne için?
Holst, aslında bir meddah. Ününü yazdığı kitaplarla değil New York’ta yaptığı meddahlıkla elde etmiş bir anlatıcı. Sokaklarda kendi hikâyelerini öyle anlatırmış ki, dinleyen bir daha dinlemek istermiş. İşin ciddi mana da piriymiş. Mişli geçmiş zamanla anlatıyorum, çünkü ben kendisini canlı izlemedim. Merak da ediyorum aslında, bu kadar anlatısı övülen bir insanı keşke dinleyebilsek. Ama durun! Holst sadece anlatmıyor, anlatısı satırlarda da devam ediyor. Kanıtlandı, okundu, yayıldı, yeniden basıldı, insanlar ona özendi, yazdıklarına öykündü ve yıllar sonra da bu böyle devam edecek, bundan kimsenin şüphesi olmamalı. Abartmıyorum. Sadece içimden geçenleri yazmaya çalışıyorum. Olmuyor, değil mi? Neyse ki daha önceden itirafçı oldum, iyi bir anlatıcı değilim.
Ama Holst öyle mi? Peki Holst, ne yapıyor da bana bunları söyletiyor. Yaptığı aslında çok basit: Bizlere, en başında yazmayla uğraşan insanlara “Neyi yazsam beni sorgulamazlar,” sorusuna cevaplar üretiyor. Bunun aslında pek de önemli olmadığını, önemli olanın bizim anlatmak istediğimizi nasıl kurgulayıp nasıl sunduğumuzla ilgili olduğunu örneklerle açıklıyor. Ustalıkla Zebraca konuşan bir kedinin zebraları kandırma hikâyesini, Holst karşınızdaymış gibi dinliyor, pardon, okuyorsunuz. Kitaba ismini veren öyküde kedice öğrenmeyi kafaya koymuş bir bilim adamının yaptığı deneyler sonrasında verdiği tepkiler; mesela bilim adamının “Miyaav,” deyişiyle kedinin “Nihayet,” deyişi karşınızda sergileniyor. Tamam, çok fazla deşmeyeceğim.
Kurmacanın sınırını bize bırakıyor. Kurun lakin öyle kurun ki, okur bunda kendisini yabancı hissetmesin diyor, sevgili Holst. Kendinize ya da kendinizin içinde bulunduğu zümreye hitap eden anlatılar sizi başarısızlığa sürükler, diyor. Sanırım çoğu öykü yazarının kurtulamadığı veya cesaret edemediği konularda ufuk açıcı bir metin. Kendi adıma, ilham verici bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim.
Şunu söylemeden de gitmek istemiyorum: Bazı öyküler için zorlama olduğunu düşündüm. Özellikle Mona Lisa Buda’yla Karşılaşır ve Çalıntı Araba öyküleri. Bu öykülerde ya benim kaçırdığım noktalar oldu ki çok çok kısa öyküler bunlar ya da sesli anlatıyla yazı aynı etkiyi gösteremiyor. Ayrıca kitabın son kısmında başlanıp bitirilemeyen 64 öykünün ilk paragrafları yer alıyor. Bu başlangıçlar bize Holst’un düşünce dünyasını en yalın haliyle açmakta.
Holst’la tanışmak için onu sokaklarda görmemiz gerekmiyor. Kedilerin Dili, Dedalus etiketiyle rafa düştü. Hikâyeci vazifesini yerine getirdi. Sıra okurunda!
- Spencer Holst – Hikâyeci Zebra / Kedilerin Dili
- Dedalus Kitap – Öykü
- 118 sayfa
- Çeviri: Abdullah Başaran