Franz Kafka, hayatta olduğu süre içerisinde yedi kitap yazmıştır. Gerisinde üçü tamamlanmamış roman ve birçok mektup ile günlük bırakmıştır. Franz Kafka hiçbir zaman yazdıklarına güvenmemiştir. Bu yüzden de çok yakın arkadaşı olan Max Brod’dan, öldüğü zaman yazılarını yakmasını istemiştir. Hatta bir çoğunu kendisi hayattayken yok etmiştir. Fakat Max Brod arkadaşının bu vasiyetini gerçekleştirmemiştir.1939’da Çekoslovakya’nın Naziler tarafından işgal edilmesi üzerine Max Brod, yanına Kafka’nın el yazmalarını da içeren kişisel arşivini alarak Filistin’e göç etmiştir. Daha sonra yazıların güvenliği açısından sekreteri Ester Hoffe’ye göndermiş ve bir kuruma bağışlanmasını rica etmiştir. Fakat Hoffe bunu yapmaz. 2007’deki ölümünden önce yazıları iki kızı arasında paylaştırır. İsrail Devleti, Hoffe’nin kızlarına dava açarak el yazılarını ister. Ve bugüne kadar hepsi olmasa da bir kaç yazısı elimize ulaşmış olur…
Bu kitap aslında bir ihanetin kitabıdır. Max Brod arkadaşının isteğini yerine getirmeyerek ona ihanet etmiştir. Fakat Kafka için Max Brod bence bir dönüm noktasıdır. Edebiyata adım atmasında da onun yeri çok büyüktür. Bizler de, bizleri Kafka’nın dünyasına bir adım daha yaklaştıran bu adama büyük minnet borçluyuz.
Kafka’nın sekiz küçük, mavi oktav defteri vardı. Bu defterler Günah, Istırap, Umut ve Doğru Yol Üzerine adlı aforizmaların yanı sıra içerisinde kısa kısa hikayeleri de barındırıyordu. Kafka’nın kafasına göre kaleme aldığı bu yazıların düzenini Brod ayarlamıştır. Oktav defterlerinde pek çok fragman ve tamamlanmamış öyküler bulunuyor. İlk defterini 1917 yılında doldurmaya başlamıştır.
Max Brod, notları ne kadar düzenlemeye çalışmışsa da bize başlarda konudan konuya atlaması karışık gelebilir. Fakat sonraki sayfalarda bu duruma alışılıyor.
“Geceden korku. Gecesizlikten korku.”
Kafka’nın aforizmaları o kadar derin ki, 120 sayfa olan incecik kitap bir oturuşta bitermiş gibi gözükse de düşünmekten kitap bir haftaya sığıyor. “Burada ne anlatmak istiyor?” diye fazlaca düşündüğünüz için bir sonraki sayfaya geçmeniz uzun sürüyor. Yine de bir hafta yıllarca üzerinde durulmuş notlar için çok kısa bir süre!
Kafka bazen bir gününün nasıl geçtiğini de bize birkaç kelimeyle çıtlatır.
“8 Aralık. Yatak, kabızlık, sırtımda ağrı, tedirginlik dolu akşam, odamdaki kedi, bozuşma.”
Aralarından benim çok sevdiğim ve kendimi de sorguladığım bir yazısı var:
“İki elim, aralarında bir kavgaya giriştiler. Okuduğum kitabı kapayıp araya girmesin diye bir yana ittiler. Sonra beni selamlayıp kavgalarına hakem tayin ettiler. Hiç zaman yitirmeksizin parmaklarını birbirlerine dolayıp masanın kenarında bir koşuşturmaca tutturdular, bir biri bir diğeri öne geçerek masa boyunca birkaç kez gidip geldiler. Gözlerimi onlardan ayıramadım. Onlar benim ellerim olduğuna göre yan tutmamalıydım, yanlış bir kararla başıma kim bilir ne belalar sarardım. Yani, görevim hiç kolay değildi, avuçlarımın arasındaki karanlık bölgede gözümden kaçmaması gereken hilelere başvuruyorlardı, ben de çenemi masaya dayamış, gözümden tek bir şeyin kaçmaması için dikkat kesilmiştim. O güne dek sol elime karşı kötü bir düşüncem olmamasına rağmen, hep sağ elimden yana olmuştum. Sol elim durumu yüzüme çarparak itiraz etseydi, bu kötüye kullanılabilir duruma derhal son verirdim. Fakat sol elimden ufak bir sızıldanma bile işitmedim, örneğin sağ elim sokakta selam vermek için şapkamı kaldırırken sol elim kalçamda ürkekçe geziniyordu…” Böyle sürüp giden bir yazıda ben de sol elime karşı haksızlık ettiğimi fark ettim. En büyük yardımcım hep sağ elim olmuştu, üstelik diğerinin de onun kadar güçlenmesi 18 yılımı alır…
Güzelim yazıların içerisinde kaybolurken, son sayfalara geldikçe Kafka’nın ölüm korkusu olduğu ortaya çıkıyor. Ağzından kan gelip kanser olduğunu söylediği andan itibaren yazıları bir süre ölüm üzerine olan düşüncelerini oluşturuyor. Sonraları ise hiç bahsetmedi, diye düşündüğüm babasından iki, üç yazısında konuyu açıyor:
“…Bu özlem nereye sürükleyecek bizi?
Kazanmak ya da yitirmek bir şeyleri?
Anlamsız içeriz külleri
Sonra boğarız babamızı
Bu özlem nereye sürükleyecek bizi?…”
Kafka’nın tiyatroya çok ilgi duyduğunu hatta bir oyuncu bile olmayı düşlediğini son sayfalardaki yazısında görürüz. Fakat üzerinde baskı kuran bir babası ve babaya karşı gelemeyen, dinine çok düşkün olan annesi yüzünden gizli gizli tiyatroya gitmiştir. “Yahudiler tiyatroya gitmez!” diyen babası bir gün bunu öğrenir fakat bu Kafka’nın tiyatroya gitme aşkını söndüremez, daha da ateşler…
Kitabın son yazısında ise aslında Kafka’nın sonsuzluğa giden durumu ortadadır.
“Evden çıkıyor, işte sokakta, kendisini bekleyen bir at, üzengiyi tutan bir uşak, çın çın öten bir boşluğa doğru giden yolculuk.”
Daha önce birçok basımı olan kitabı Altıkırkbeş Yayın’dan, Yekta Majiskül çevirisinden aktarıyorum. Gayet başarılı bir çeviri olmuş. Çevirmen hakkında bilgi vermek isterdim, bulamadım. Fakat yayın yönetmenliğini Kaan Çaydamlı, Şenol Erdoğan’ın, kapak tasarımını da Erol Egemen’in yaptığı bir kitapta bunu sorgulamıyorum.
Bizi düşüncelerimizle baş başa bırakan bu kitapta, hepimizi düşündürecek bir soruyu da ben soruyorum. Kim bu Erol Egemen?