Geçen gün kitapçıya elimdeki listemle gidip kitapları ararken Stefan Zweig’in Satranç kitabı, olduğu yerden gülümsedi bana. Bu kitabı daha önce çok görmüştüm fakat nedense almamıştım. Ama bu sefer öyle bir bakıyordu ki almamam mümkün olmadı. Onu hemen okumak için kendimi aniden kasada buldum ve bir kafeye gittim.
İlk sayfalardaki Şebnem Sunar’ın kitap hakkındaki yazısından sonra bu kitabın, yazarı iyice tanımadan okunmayacağını anladım. Hemen elime telefonu alıp Stefan Zweig kimdir okumaya başladım. Zaten kitabı okumaya başladığınızda yazarın hayatını öğrendikten sonra gayet açık bir şekilde bağlantıları kurabiliyorsunuz.
Şebnem Sunar’ın yazısı beni heyecanlandırdı ve hemen okumaya başladım. Yavaş yavaş, sindire sindire okuyayım demeye kalmadan kendimi kitabın son sayfasında buldum. Ve ilk defa bir kitabın bitmemesini istedim. 71 sayfalık bu kitap, içinde o kadar kocaman şeyler barındırıyor ki hayretler içinde kaldım. İyi ki bana gülümsemişsin, iyi ki göz göze gelmişiz dedim.
Kitapta olaylar, New York’tan kalkıp Buenos Aries’e gidecek olan yolcu vapurunda geçer. İki arkadaş laflarken ileride flaşların patlayıp, durmadan soruların bir kişiye iletildiği anlatıcımızın gözüne çarpar. Anlatıcıya, arkadaşı tarafından bilgi verilmesiyle bu dünya şampiyonunun hayatını öğrenmiş oluruz. Bu durum anlatıcımızın dikkatini çeker ve onunla tanışmak için günlerce uğraşır. Fakat farklı bir şeyler yapması gerektiğini anlayan anlatıcımız, şampiyonla maç yapmanın bir yolunu bulur. Mcconnor adında bir adamla tanışır ve onunla maç yapar. Bu durum Czentovic (şampiyon)’in ilgisini çekse de hiçbir tepki vermez. Anlatıcının bu bilgiyi Mcconnor’a vermesi üzerine de bu hırslı adam şampiyonla maç yapmak ister ve parası sayesinde bunu gerçekleştirir. Ard arda yenilgiyi yaşayan adam, bir oyunda tam hamlesini yapacakken bir el onu tutar ve yapması gereken doğru hamleyi söyler. Bu adamın dediklerini uygulayan Mcconnor maçı şampiyonla berabere bitirir. Bu adamı herkes merak etmeye başlar. Ve anlatıcımız bu adamın yanına gidip ondan, şampiyonla bir maç yapmasını ister. İşte en can alıcı nokta da Dr. B’nin hikâyesini anlatmasıyla başlar. Dr. B, İkinci Dünya Savaşı sırasında kapatılmış olduğu odada başına gelenleri anlatır. Stefan Zweig o kadar gerçekçi bir anlatımda bulunmuş ki karakterin psikolojisini çok iyi bir şekilde anlıyorsunuz. Dr. B’nin tesadüfen eline geçirdiği bir kitapla da satrancın inceliklerini öğrenmesi ve gece gündüz boş hücrede binlerce kez satranç oynaması onda akıl sağlığını yitirmesine neden olur. Fakat hücreden çıktıktan sonra bir daha satranç oynamaz ve toparlamaya başlar. Ama son kez kendine bir şans verir ve dünya şampiyonuyla bu maçı ‘son’ kez yapmayı kabul eder. Maç esnasında ikinci bir psikoloji tasvirine tanıklık ederiz. Hatta orada izleyicilerin arasında buluruz kendimizi. Ve hepimiz Dr. B’nin bu maçı kazanması için dört gözle izleriz.
Bu olayların yaşanması ve karakterlerin kişiliklerini ortaya çıkardığımızda ise aslında Stefan Zweig’in kendisini Dr. B’nin yerine koyup yazdığını görürüz. İkisinin hayatında yaşananlar benzerlik gösterir. İki taraf da savaşta fiziksel bir şiddet görmezler ama psikoloji olarak çökmüş durumdadırlar. Ve bu da silahların en kötüsü ve güçlüsüdür. Czentovic’te ise bir nevi Nazileri görürüz. Bu karakterde de bir anda ortaya çıkan yeteneği sayesinde tam da iki kelimeyi zor bir araya getiren köylü çocuğunda oluşacak bir özgüven vardır. Ve herkese yukarıdan bakmaya başlar.
Zweig’in ölmeden önce son yazmış olduğu uzun öyküde ondan çok fazla parça bulabiliriz. Karakterinden,düşüncelerinden.. Satranç, Zweig’in Brezilya’da sürgünde yazdığı ve en tanınmış eseridir.
Eserde Naziler ve Stefan Zweig çekişmesini bu yolla görürüz. Fakat sonunda kaybeden taraf, gerçek hayatta da olduğu gibi Zweig olacaktır. İnsanlık olacaktır.
Künye:
Kitap Adı: Satranç
Yazar: Stefan Zweig
Yayınevi: Can Yayınları
Çevirmen: Ayça Sabuncuoğlu
Baskı ve Baskı Yılı: Ekim 2015,49.baskı
Sayfa Sayısı: 71
Fotoğraf, yazara aittir.