Dilek Emir ile çocukların masumluğu, meraklılığı, yaratıcı ve özgün oluşları gibi parçaları birbirine eklemli üç kısa öyküde bir araya getirdiği ilk çocuk kitabı Burası Bizim Evimizmiş Şimdi! üzerine konuştuk.
- Yaklaşık 9 yıllık bir aranın ardından ikinci kitabınız Burası Bizim Evimizmiş Şimdi! yayımlandı. Yolu açık olsun. Kitabın yolculuğundan bahsedebilir misiniz biraz?
Bir gün, “Her şey pandemiyle başladı,” gibi cümleler kuracağız sanırım. Evet, pandemi hepimizde olumlu olumsuz birçok şey değiştirdi. Bende de tabii… Notos Kitap Yayınevi’nin koordinatörlüğünü sürdürüyorum. O dönem oldukça yoğun çalışıyordum. Bir oraya bir buraya depar atarak, etrafıma ya da kendime hiç bakmadan koşuyormuşum. Birden durdum. Etrafın gürültüsü azalınca kendi sesimi duyar oldum herhalde. Siz durunca bir şeyler görünür oluyor. Sonra yazmaya başladım. Birkaç öykü yazıp bunları Günışığı Kitaplığı’na gönderdim. Müren Beykan’la çalışmaya başladık. Emekleri büyüktür. Nihayetinde, ben daha önce çocuklara yazmamıştım. İlk kitabımdaki üç öyküde anlatıcı çocuktu ve o öyküler diğerlerine göre daha çok dikkat çekmişti ama ben şimdi çocuklara yazarken, bir şeyler yazmış oluyor ama ne yazdığımı, nasıl yazdığımı tam olarak anlayamıyordum. Sonuçta Müren Hanım’ın da yola tuttuğu fenerle, üç öyküden oluşan, bütünlüklü bir metin çıktı ortaya.
- Çocuk kitabı yazmak için sizi motive eden, bu alana yönlenmenize etki eden neler oldu? Bundan sonra daha sık görecek miyiz kitaplarınızı?
Mutlaka birkaç şey var. Biri, çocuk gözünden kolayca bakabilmem sanırım. Çocukken etrafıma nasıl baktığım benden çok uzak değil, o bakışlarımı unutmadım. Böylece sanırım daha kolay yazabiliyorum. İkincisi, sokaklarda geçirdiğim çocukluğum. Türlü ve yaratıcı oyunlarla bezeliydi. Belki bütün bunlar yüzünden ve yazdıklarımı okuyanların sözünü dinleyerek –iyi çocuk kitapları yazabileceğimi düşünüyorlardı– çocuk kitabı yazmaya koyuldum. Sanırım şunu da eklemem gerekir, şöyle bir düşünce de geçiyor aklımdan: Şu hayatta bir şeyleri değiştirip fark yaratma ihtimali bulunuyorsa, yollardan en işe yarar olanı ya da işe yarayabilme ihtimali yüksek olanı çocuklara bir şeyler anlatabilmek olabilir.
Yazmaya devam etmek istiyorum. Çocukların aklında kalabilecek, onları gülümseten şeyler yazmak istiyorum. Disiplinli biriyim. Öyle olunca da yeni kitaplar mutlaka gelir. :)
- Çocuk kitaplarının en önemli yanlarından biri de çizimleri oluyor. Kitabınızın çizimleri Huban Korman tarafından yapıldı. Çizim sürecinden bahsedebilir misiniz?
Kitabı Huban Korman’ın resimleyeceğini öğrendiğimde böyle usta biriyle çalışabilecek olmak beni hemen mutlu etti, heyecanlandırdı. Hikâyenin çocuk kahramanları gözümde belirgindi ama onları en ince ayrıntılarına kadar hayal etmekten geri durmak istedim. Nihayetinde çizerin hayaliyle benim hayalim arasında farklar olabilirdi. Kahramanların benim zihnimde nasıl belirdiklerini kabaca anlattım. Sonrası Huban Hanım’ın işiydi. Kitabın ilk çizimleri geldiğinde sürpriz gibiydi. Zihnimdeki karakterler ete kemiğe renge bürünmüştü. Bu çok hoş bir duyguymuş. Hep tatlı, leziz bir kitap olmasını istemiştim. Öyle de oldu.
- Burası Bizim Evimizmiş Şimdi!, birbirine eklemli üç kısa öyküden oluşuyor. Çocukların, masumluğu, meraklılığı, yaratıcı ve özgün oluşları gibi tüm parçalar çok güzel bir araya gelmiş kitapta. Zihinler bu kadar açıkken çocuklukta, sınırlayan ebeveynler mi oluyor?
Sadece ebeveynler de değil, çocuğun hayatındaki herkes, her şey. Çocuğun o güzelim tertemiz zihnine büyürken atılan çeşitli tohumlarla bir sorunum var. Onları liğme liğme etmek ve ayıklamak istiyorum sanki. “O öyle yapılmaz, böyle yapılır, koşarsan düşersin, ağlarsan zayıfsın, şundan bundan korkmamalısın… ve niceleri…” Çocuklara bir şey öğretmemize gerek olmadığını düşünüyorum. Öğretirken zehirleme denen bir şey var. Biz büyükler içimizdeki katranların farkında mıyız acaba? Büyük laflar ediyorum evet, ama benim damarım burada. Burada durayım. :)
- Kitapta bir yandan çocukluktan öğreneceğimiz çok şey olduğunu vurgularken bir yandan da toplumsal ilişkilere, cinsiyet rollerine eleştiriler de mevcut. Bunlardan bahsetmek ister misiniz biraz?
Bir aile şablonu var. Üstelik bu sadece bizim kültürümüzde değil, bütün dünyada en güçlü şablonlardan biri. Anne, baba ve çocuklar… Herkesin durduğu yer, görevler ve beklentiler yüzyıllar içinde ezberlenerek yerleşmiş, betonlaşmış. Biri, misal mahalledeki Ayla Abla, otobüs şoförü olarak gece geç saatlere kadar çalışıp eve gelse ve kocası Hamit çocuklara bakıp balkonda onu beklese yaşadıkları mahalle onlara uzaylı gibi davranır. Oysa Ayla Abla her zaman otobüs şoförü olmak istemişti, sonunda oldu ve tatmin. Kocası Hamit çocukları çok seviyor, hep bir evi çekip çevirmek istemişti, para kazanmak ona göre değildi, ama bunu kimselere anlatamadı ve uzaylı muamelesi görmeye göğüs germesi gerekti. Mücadele ederken bazı bedeller ödedi. Ama çoğumuz bu göğüs germeleri yapamadık, bedelleri ödemeyi göze alamadık. Şu hayatta ne yapmamız ne olmamız kimi sevmemiz gerektiğini hep başkalarından duyduk. Yazık değil mi?
- Kitabınızla sadece çocukların değil aslında yetişkinlerin de bol bol vakit geçirmesi gerektiğini düşünüyorum, ne dersiniz?
Çok isterim. :) Oralarda bir şeyler değiştirmek çok zor. Başta su soğuk ama bir kere atlayınca ısınıyor.
- Yetişkinlerden elbette yorumlar geliyordur ama direkt hikâyesi kendileriyle ilgili olduğu için çocuklardan nasıl dönüşler aldınız? Onlar neler görmüşler bu kitapta?
Şu âna kadar daha çok yetişkin yorumlarıyla karşılaştım. Kitap henüz yeni olduğundan birkaçı dışında küçüklerle karşılaşma fırsatım olmadı. Bu kitabı yetişkin olamamış ama yaşını başını almış çocuklara mı yazdım acaba? :)
- Okurken de yazarken de “çocuk edebiyatı” konusunda en hassas olduğunuz noktalar neler?
İlk ve tek aklıma gelen şey çocukların kitap okumayı sevmesi. Bu klişe gibi görünse de aslında inandığım, kitap okumanın başka hiçbir şeye benzemeyen, insanı insan yapan bir deneyim olduğu. Tek başınasınız, başka bir zihnin ya da ortak insan zihninin derinlerine iniyorsunuz, kendinize doğru ve insan olmanın ne menem bir şey olduğuna dair sezgilerle yol alıyorsunuz. Ezber davranış biçimlerini, geleneksel kalıpları, doğa sevgisini, kardeşliği, sevgililiği, bazen yalan söylemeyi, içinizdeki karanlığı görüyorsunuz. Bunu tek başınıza, zihninizin kıvrımlarında, nöronlarınızı geliştirerek yapıyorsunuz. Hayal kuruyorsunuz ve hem aklınız hem duygularınız beraberce büyüyor, genişliyor, çoğalıyor.
- Kitabınızın hikâyesi çocukluk oyunlarımızdan evcilik üzerinden ilerlerken bizlere sevdiğiniz / hatırladığınız çocukluk oyunlarınızdan bahsetmek ister misiniz?
Bütün günü sokakta geçiren çocuklar artık bir yerden sonra oyun icat etmeye başlar. Biz de öyleydik. Şimdi düşündüğümde bazı oyunların hayat simülasyonu olduğunu düşünüyorum. Komşu bahçede Ömrüye adında bir kadın yaşardı. Adı gerçekten Ömrüye idi. –Bazen hayat kurmaca gibi.– Bizim can düşmanımızdı. Kadıncağızın evi tertemizdi. Kolalanmış, dantelli örtüleri pencerelerden görünürdü. Tabii ki toz toprak olan bahçemizde top oynamamızı asla istemezdi. Biz de oynamadan duramazdık. Topu bahçesine kaçırdığımızda kesinkes keserdi. O her topumuzu kestiğinde ondan sonra bir daha bütün gün oyun oynamaz, tek sıra halinde tren olup ayaklarımızı sürüyerek bütün pencerelerinin önünden geçer, büyük toz bulutlarını sehpalarının üstüne indirirdik. Barış hiç sağlanamadı, hep savaştık.
- Son olarak yakın zaman için yeni haberler var mı paylaşmak istediğiniz? Ya da dilekler…
Yeni bir öykü üstünde çalışıyorum. Cesaret verici olacağını söyleyebilirim. Cesur olmak hepimizin hakkı. :)