“Hayvanlar hedeflerine doğrudan giderken o, dolambaçlarda kaybeder kendini; tam anlamıyla dolaylı hayvan odur.” ( E.M. Cioran, Çürümenin Kitabı)
Bu alıntıyla başlıyor Dolaylı Hayvan. İnsanın ‘dolaylılığı’, kendisini diğer hayvanlardan soyutlayıp tanımlayarak, dünyadaki diğer canlılardan ayrı tutup sahip olduğunu düşündüğü farklılığa dair özellikler bahşederek yapılan irdelemelerde bir kez daha ortaya çıkıyor. Bir zamanlar doğrudan hayvan olan Homo Sapiens’in nasıl oldu da dolaylı hayvana dönüştüğü, bu dönüşümün altında yatan nedenlerin neler olabileceği ve dolaylı hayvanın süregelen değişiminin ötesinde gelecekteki konumuna dair sorulara yanıtlar aranmaya devam etmektedir. Ergun Kocabıyık Dolaylı Hayvan ile bu soruların cevaplarını mitler ve günümüzden örnekler üzerinden inceliyor.
İnsanın sosyal etkileşim için kullandığı dil becerisi ve simgesel düşünce sistemi dolaylı hayvana geçişinde önemli bir faktör olarak görülmektedir. Çünkü mit, ritüel, kültür, toplum, din gibi kurgusal olguları oluşturan yapılar bu yeni düşünce tarzının parçalarını oluşturmaktadır.
“Simge kullanan insanlık, maddi olanın ötesindeki bir düşünce aşamasını temsil eder.”[1]
Simgeler kurguları yaratır, kurgular birikerek gelişmiş bir kültür sistemini oluşturur. Hayvanlar için içgüdüler nasıl doğumdan ölüme dek hayatlarını yöneten baskın mekanizmayı oluşturuyorsa, kültür de insanlar için yönetici baskın mekanizmayı oluşturur. Üstelik bu baskın kültürel mekanizmaya aksi davranışlar geliştirmek ya da yaygın kültürel tutumlara uymamak toplum tarafından kişi üzerinde birtakım yaptırımların uygulanmasına neden olabilir. Baskınlık burada katılımın zorunluluğundan kaynaklanıyor.
“Tarım Devriminden sonra insan toplumları giderek daha büyük ve karmaşık, toplumsal düzeni sürdüren hayali kurgular da buna paralel olarak daha rafine hale geldi. Mitler ve kurgular, insanları doğumlarından itibaren belirli bir biçimde düşünmeye, bazı standartlara ve kurallara uygun olarak davranmaya ve belli şeyleri istemeye alıştırırlar. Böylelikle, milyonlarca yabancının etkili biçimde iş birliği yapmasını sağlayan yapay içgüdüler yaratmış olurlar. Bu yapay içgüdüler ağına ‘kültür’ denir.” [2]
Geçmişten günümüze, dünyanın birçok bölgesine egemen olmuş mitlerde farklı varlıklara, tanrılara, hayvanlara bürünerek, bir zamanlar totem inancı kapsamında kendisini bitkilerle soy birliği içinde gören dolaylı hayvan insanın, uzun bir süreçten sonra melezlikten kopuş yaşadığını söyleyebiliriz. İnsanın gözlem gücü arttıkça doğayı gözlemleme becerisi de arttı. Gözlemler mitleştirildi. Doğanın işleyişi her zaman aynıydı ancak simgesel düşünce biçimiyle birlikte doğanın varlığı mit için özelleştirildi. Doğa yalnızca doğaydı, var olmuştu, evrimsel süreçlerle değişime uğruyordu, oluş halini devam ettiriyordu. Daha sonra doğa, insan için olmaya başladı, insan için oldukça mit için varlığı anlamlaştırıldı. Doğanın bir parçası olan hayvanların insanlaştırılması, postlarının altında insan olduğu düşüncesi çoğu mitte yer alan inanışlardandı.
“Peki, insan doğası nerede? Bana kalırsa, eğer ‘doğal insanlık’ diye bir şey varsa, bunu simge devrimi sonrası (ya da toplum sözleşmesi sonrası) biçim olarak tanımlayabiliriz: tam teşekküllü dil ve akrabalığın tam olarak tanınması. Eğer ‘doğal insanlık’ diye bir şey varsa, bu Neolitik öncesidir.”[3]
Evrenin ortaya çıkışı, üreme, beslenme biçimi, ölüm ötesi dünya, tanrı aşkına ulaşma çabalarının yer aldığı, yoğun bir toplumsal bilinçaltıyla yoğrulan mitolojiyi başlıklar halinde okuyoruz Dolaylı Hayvan ’da. Bir araya getirildiği zaman bu bilicin Antik Yunan’dan günümüz kabilelerine seyredişi hatta tasavvufi inanışlarda yer edişini yazarın çözümleyici bağlantılarıyla doygunca kavrayabiliyoruz. İnsanın biyolojik olarak sınıflandırmasından ziyade okuduklarımızla varoluşsal sorgulamalara yöneliyoruz. Miti oluşturan tarih öncesi insanlarının aslında öz bilinç olmaksızın anlam arayışlarının ne denli zengin olduğunu görüyoruz. Dilden dile, toplumdan topluma, çağdan çağa aktarılan hikayelerin 21. Yüzyıl insanının sahip olduğu kültürel bilinçaltını nasıl kurduğunu kavradıkça, ‘dolaylı hayvanın’ bundan sonrası için hangi biçimlere girebileceğine dair önsezilerimiz güçleniyor. Dolaylı benlik farkındalığının dil devrimi ile paralel olabileceği düşüncesi mit-simge- dil çemberinin sürekli devinim halinde oluşunu gösteriyor.
‘’Kendisini ‘varım’ diye belirleyen bir kendilik olarak insan varoluşu, anlamını dünyayla ilgisinde bulur; ancak insanın dünyasındaki varoluşu, başkalarıyla birlikte de olmak, yani başkasıyla konuşmaktır. Başkası için öteki olmaktır. Başkasıyla konuşurken, varolan-olduğumu bilen bir özne olarak var olurum.’’[4]
Bu kadar çok mit, hikaye, şarkı, resim, sistemli ya da değil ancak istikrarlı bir şekilde değişime uğrayarak gelişen, değişen kültürler, kurallar, sistemler ağıyla sarılıysak benlik sorgulamalarından sonra özgürlük sorgulamaları devreye giriyor. Özgürlük nedir? İnsan özgür bir varlık mıdır? Özgürlük varsa nasıldır, yoksa neden olamaz? Yaratılan kurgusal/simgesel yapının içinde özgürlük de kurgusal bir değer olacaktır. Bu uslamlama yöntemiyle insanlığın sahip olduğu tüm değerlerin kurgu olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Bu noktada dikkat edilmesi gereken ya da üzerinde düşünülmesi gereken nokta yaratılan bu kurgulara atfedilen değerlerdir. Özgürlük sorunsalı da değer açısından ele alındığı zaman özgürlük yanılsaması olarak farklı yorumlara neden olabilir.
‘’Öyle görünüyor ki, yalnızca insana özgü olan, bilinç ya da özgür irade değil, iç çatışmadır; kendiliğimizi ikiye bölen, birbiriyle çarpışan dürtülerdir. Başka hiçbir hayvan bir yandan arzu tatmini ararken öte yandan da arzularını şeytan işi diye lanetleyemez; hayatını bir yandan ölümden korkarak öte yandan da kendi imgesini korumak uğruna her an ölmeye hazır halde geçirmez; düşleri uğruna türdeşlerini katletmez. Bizi insan yapan, öz farkındalık değil, yarılmış kendiliktir.’’[5]
Yarılmış kendilik, kitapta sıklıkla vurgulanan dolaylı hayvandır aslında. Yarılmış kendilik, yarılmış benliğin dolayısıyla yarılmış varoluşun peşi sıra dolaylı hayvanın biricik dolaylı dünyasında insan imgesini oluşturur. İmgeler maskeler gibidirler. Nasıl ardında bir yüz bulunmayan maskeler taşıyorsa insan, kendi imgesini de ‘dolaysız’ hayvanın üzerinde taşır. Öyle ki bir hipergerçeklik içinde kurgusal zincirle her şeyle etkileşim halinde olan bir canlıya dönüşmüştür. Zaman ve mekan hayvanı olduktan sonra kurgusallığını kendi kendine besleyen ve besinini değer biçtiği dolaylı hayvan kimliğinden almıştır.
‘’Kalıcı benlik yanılsaması konuşma yeteneğinden doğar. Ebeveynlerimizin bebekliğimizde bize söyledikleriyle kendimizle ilgili bir anlayış ediniriz; anılarımız bedensel sürekliliklerle ama aynı zamanda isimlerimizle birbirine tutturulmuştur; aralıklı içsel monologlarla kendi tarihlerimizi değiştirmenin bir yolunu ararız; türlü olası gelecekler inşa etmek için dili kullanarak geçmişe ve geleceğe -dahası mezardan sonrasına- yaydığımız kurgusal bir ben icat etmiş bulunuruz. Ölümden sonra sağ kaldığını hayal ettiğimiz ben, hayattayken bile peşimizi bırakmayan bir aldatmacadır.’’ [6]
- Dolaylı Hayvan – Ergun Kocabıyık
- Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
- 403 sayfa
[1] Simgesel Düşüncenin Doğuşu, Alan Barnard
[2] Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Yuval Noah Harari
[3] Sosyal Antropoloji ve İnsanın Kökeni, Alan Barnard
[4] Aynadaki Narkissos Herşey ve Hiçbirşey Olarak Yüz, Ergun Kocabıyık
[5] Kuklanın Ruhu İnsan Özgürlüğüne Kısa Bir Bakış, John Gray
[6] Saman Köpekler, John Gray