‘’Doğanın kitabı da tıpkı kutsal kitaplar gibidir: Herkes onu kendi işine geldiği gibi yorumlar.’’
Primatolog Frans De Waal kitabını çalıştığı Yerkes Ulusal Primat Araştırma Merkezi’ndeki birtakım deneylerinden yola çıkarak yaptığı gözlemleri doğrultusunda yazmış. Genel bir bakışla baktığımız zaman yazarın ‘iyi niyetli’ olduğunu görebiliyoruz. Buradaki iyi niyet kendisinin de kitabında dile getirdiği özellikle bilim dünyasında daha sık sahip olunan insan merkezci görüşten ziyade insanı tüm canlıların arasına alıp değerlendirmesinden kaynaklanıyor. Yazar rahatsız olduğu insan merkezci görüşe itiraz ederek insanların doğanın efendisi değil, doğanın bir parçasını olduğunu birçok örnekle kanıtlıyor. Empati Çağı, empati ve sempati kavramları üzerine kurulu bir kitap. Ancak bu kavramları içeren duygu durumları yalnız insanda yer edindiğini sandığımız düşünüş ve davranışları da kapsadığı zaman daha da karmaşıklaşıyor.
‘’Empati, geçirdiğimiz evrimleşme sürecimizin yalnızca kısa sayılabilecek bir süre önce ortaya çıkan bir parçası değil, çağlar aşan bir yetenek olarak kalıtsal özelliklerimize işlemiş bir parçasıdır. Yüzlere, bedenlere ve seslere olan otomatikleşmiş duyarlılığımız dikkate alındığında, insanların daha en başından beri empati kurduklarını söyleyebiliriz.’’
İnsanlara ait sandığımız bir başkasını taklit etme, teselli etme, işaret etme, diğerleri için empati duyma, sempati duyma, başkasının çıkarını gözetme, karşılıksız yardım, paylaşım, işbirliği, öç alma, beden dilini okuma ve buna uygun davranma gibi birçok zihinsel sürecin ve davranışın büyük beyinli maymunlarda, bonobolarda, yunuslarda, kuşlarda, köpeklerde de barındığını kanıtlarıyla görebiliyoruz.
‘’Bizler kendi insani durumumuzu daha süslü sözlerle ifade etme eğilimindeyizdir, örneğin ‘özgürlük arayışı’, ya da ‘erdemli bir hayat için çabalamak’ gibi. Ancak hayat, bilim tarafından oldukça sıradan bir şekilde kavranır: Her şey güvenlik, sosyal arkadaşlık ve dolu bir mideden ibarettir.’’
Empati Çağı’nda vurgulanan insanların en üstün varlık olarak görülmelerine neden olan özelliklerinin çoğunun çevrelerine uyum sağlayarak türlerinin devamını daimi kılan hayvanlarda da olması durumu Yuval Noah Harari’nin kitabı Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens kitabını hatırlatıyor. İki kitabın yalın bir dille insan ve hayvan tarihini empatik bakış açısıyla ele alması dışında Frans de Waal bir noktada farklılaşıyor. Empati Çağı’nda sürekli empatinin tarihi ve öneminden bahsedilirken hayvanlar üzerinde deney yapılarak bu sonuçların elde edilmesi çelişki barındırıyor. Waal, herhangi bir sağlık sorununun çözümüne yönelik olmadığı için (!) fiziksel olarak hayvanların acı çektirildiği deneyleri onaylamadığını ve bu tür deneyler yapmadığını söylüyor. Empati hakkında çok sayıda bilgi edindiğimiz bir kitap hayvanların insanların duygu durumları karşısındaki farkındalığı konusunda yapılan deneylerden bahsederken insanların hayvanlara karşı duyduğu/duyması gerektiği empati hakkında hakkında herhangi bir bilgi vermiyor. Bunu örneğin Yerkes Ulusal Primat Araştırma Merkezi’ndeki kafeslerde tutulan sosyal davranışları yiyeceklerle deneye tabi tutularak test edilen ve yaşlandıkları zaman doğal ortamlarına uyum sağlayamadıkları için yapay bir merkeze emekli edilen maymunların durumundan anlıyoruz. Hayvanların gerçek yaşamlarından koparılarak elde edilen dikkate değer veriler, robotlaştırılmış bu hayvanların kendi özgür dünyalarında varlıklarını sürdürmelerinden önemli midir? Etik yalnızca fiziksel acıyı mı kapsamalıdır? Söz konusu “hayvan” olduğunda neden kibir taşlarına dönüşüyoruz. Hadi bir kez olsun hayvanlar için empati yapmayı deneyelim!
Yazar: Frans De Waal
Çeviri: Kadir Yılmaz
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Yayın Tarihi: Şubat 2014
Sayfa Sayısı: 381