Geçen gün kuafördeyim.
Bayram geliyor hâliyle, kadınlar çok uzun zamandır görmediği akrabalarına, sevdiği sevmediği insanlara ‘’en son gördüğünüzden daha da güzelim dimi?’’ bakışları atmak için kuaföre doluşuyor. Kulak misafiri oldum, konuşmayı bir yerinden yakaladım. “Benim yeğen de bayram hediyesi şu ıple midir nedir, hani elma var ambleminde; onun tabletinden istiyor. Elinde var bir tane ama neymiş, o daha güzelmiş.” Karşıdan hanımefendi cevap veriyor: “Vallahi şimdiki çocuklar böyle, laf anlatamazsın. Biz eskiden böyle miydik, tek derdimiz şekerdi çikolataydı.” Kuaförde çalışan kadın giriyor araya: “Aynen aynen, hatırlıyorum vallahi. İnsan özlüyor eski bayramları, daha bir neşeliydi, güzeldi…”
Eski bayramlara neden özlem duyuyoruz, eskiden olupta şu anda olmayan şey nedir? Buna en güzel cevabı bir alıntıyla gerçekleştirebilirim:
Selim İleri, İstanbul Lale ile Sümbül’de diyor ki:
“İstanbul, değişik, farklı duyuşların, kültürlerin, zengin ve canlı ortamıydı. Bu yüzden bayramların biri biter, biri başlardı. Şeker Bayramı’ndan önce veya sonra, İstanbullu Rumların, Ermenilerin bayramları, Musevi yurttaşlarımızın bayramları… Semtlerde iç içe, bir arada ve birlikte yaşayanlar birbirlerinin bayramlarından sevinç duyarlar; bayram günleri birbirlerini kutlamaktan mutlu olurlardı.”
Şimdi somutlaştıralım. Eski bayramlarda sabahın ilk ışıklarına radyoda çalan Barış Manço şarkısıyla uyanırdınız. “Bugün bayram erken kalkın çocuklar, giyelim en güzel giysileri…” Başucunuzda duran rugan ayakkabılarınızı, yepyeni giysilerinizi giyer yaşlıların elini öperdiniz ve o gün müthiş bir misafir trafiği yaşardınız. İnsanlarla konuşur, dertleşir, güler ve eğlenirdiniz. Kadınlar börek, çörek ve tatlı ikramı yapar, evin erkekleri ise dönemin vaziyetini, kurban kesilmişse; kurban münakaşasını konuşurdu. Yakın zamanda ölen, rahmete kavuşan birisi varsa onun için dualar edilirdi. Aile büyüklerinin mezarı ziyaret edilir; çiçekleri, toprağı sulanırdı. Kesilen kurbanlar önce evine et girmeyen kolu komşuya dağıtılır, hanenin çocuklarına harçlık verilir yüzü güldürülürdü. Sonra mangal yapılır, salatalar, çeşit çeşit içecekler ikram edilir; kalan etler ve kemikler sokaktaki kediye köpeğe dağıtılırdı. Çaylar içilir, tavlalar oynanır; Türk kahvesi içen kadınlar kendi aralarında fal bakar zaman geçirirlerdi. Nereden mi biliyorum, dedeler nineler, dönemini anlatan yazarların eserleri böyle söylüyor.
Bugün 2016. Sabahın ilk ışıklarına yakınınızda inşaat sesi varsa onunla uyandınız, cadde varsa korna sesiyle. Cep telefonunuzu aldınız hemen, neden mi? Bayram kutlaması mesajlar ve aramalar var. Hemen cevap vermelisiniz, ayıp. Hepsine cevap verdiniz, smiley smiley smiley. Çocuğunuz bayram hediyesi tablet, telefon, pet shoptan satılık köpek veya Galatasaray’ın yeni formasını istedi. Alacaksınız. Bugünkü plânınız sadece aile büyüklerinizi ziyaret etmek, belki o bile olmaz. Facebook’a gireceksiniz, gönderi paylaşacaksınız: “Herkese mutlu bayramlar, nice bayramlar, güzel bayramlar…” Mesaj yerine ulaştı. Bayram bitti.
Sanıyorum eski bayramlara neden özlem duyduğumuz fazlasıyla ortada. Evet, günümüzde hâlâ eski bayram geleneklerini yaşatan aileler, dirençli insanlar var. Ama zaman ilerledikçe, insan robotlaştıkça hepsi ölen şeyler. Kediye, köpeğe et dağıtılması; yardıma muhtaç ailelere yardımda bulunulması keşke gelenek olmasaydı da insani, vicdani bir görev bir duygu olsaydı. Fakat günümüzde bu imkânsız. Kimsenin kimseye tahammülü bile yokken, bunun arzusunu duymak günah sayılır şimdi. “Kim bu ülkenin vatandaşı, kim bu ülkenin vatandaşı değil?” sorusunu tartıştığımız şu dönemde oturup aynı mezhepten olmadığımız yan komşuya kurban eti vermek meselesini konuşmak, bizi bu ülkede kötü yapar. Selim İleri’nin bahsettiği şeyden ne kadar da uzağız değil mi? O zamanlarda insanların çoğu farklılıklarıyla mutlu olan bireylermiş ve bu farklılıklardan yeni şeyler üretme bilincindeymiş. Fakat biz, zaman ilerledikçe birbirimizi ayrıştırma, daha çok ayrıştırma, daha çok daha fazla ayrıştırma derdindeyiz. Bu yüzdendir eski bayramlara özlemimiz.
Ne olacak peki, nereye varacağız? Hiçbir yere. Kötü bir distopyadayız sadece. Robotlaşmış insanlar, duygulardan yoksun robotlar. Zorunlulukları ve korkuları olan nesiller yetiştireceğiz. Azınlık taraf mutlaka yine olacak ama onlar da yaban otlarının arasında kalmış rengârenk, minik çiçekler olduğu için yok olacak.
İnsanların bir arada olduğu, yüz yüze konuşabildiği, kahkaha atabildiği, karşılıksız salt iyiliği hayal ederek yaşayacağız. Ve bu hayal uğruna da hiçbir şey yapmayacağız. Güzel anları, keyifli bayramları sadece Nâzım Hikmet’lerin, Reşat Nuri’lerin eserlerinde okuyacağız; ”Neşeli Günler” filmindeki aile sıcaklığında izleyeceğiz ve biraz tebessüm edeceğiz. Belki, bir gün yaşarız diyerek.
Ne kadar gerçekleşir emin değilim ama insanların nefes alabildiği, çocukların yaşayabildiği güzel zamanlar dileği ile.
Mutlu bayramlar!