Bazı şiirler vardır ki şairin diğer verimlerini görmeye engel bir gözbağına dönüşür sıradan okurun elinde. Böylece şairin sesi, bu mıntıkada aslında akissiz kalır. Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum”u, Ahmet Muhip Dıranas’ın “Fahriye Abla”sı, Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirleri, bu şairlerin anlaşılmasında çoğu zaman tekelleşen bir odak noktasını meydana getirdiği olmuştur örneğin.
Sezai Karakoç’un “Monna Rosa” şiiri de bu akıbetten payına düşeni alanlardan oldu kuşkusuz. Çoğu karşılıksız kalmış aşkın, “kaç aşktan tersyüz edilmiş aşık varsa” işte bunların, zaman zaman yüreğine merhem olarak da sürdüğü bu şiir, sözü edilen okurlar arasında, kendisinde teselli bulunan bir şiir muamelesinin ötesinde bir idraka kavuşamadı. Oysa teselli, pes edişi, vazgeçmeyi imler ve Umberto Eco’nun tespitiyle bizi teselli eden şiir kötü şiirdir. Aslında şiir bu durumda suçsuzdur. Çünkü teselli halindeki kişi edilgendir. Şiirin ihtişamı karşısında tesellide bu denli duruş, olsa olsa okuru kötü kılar, şiiri değil. İnsanın edilgenlikten hür, fail olarak durduğu alanın adı ise sabır olmalı. Çünkü edebiyat hele hele şiir bir terapi vesilesi kılınamaz.
Bundan birkaç yıl evvel, Sezai Karakoç’u dinleme fırsatı bulduğumuz bir toplantıda bir genç söz aldı ve etrafında ayyuka çıkan spekülasyonların da sevkiyle Monna Rosa’ya dair şaire soru yöneltti. Bu beklenmedik soru havayı biraz değiştirdi. Şair bu sorunun üzerine şiirin yazılış öyküsünü anlattı. O esnada, şimdilerde acar gazeteci olan biri eliyle, şairin anlattıkları not alınmış, bir haber sitesinde oradan da bazı ulusal gazetelerde, “Sezai Karakoç Monna Rosa’yı son kez anlattı” diye haberler çıktı. Ertesi hafta ise şair, kendisinden habersiz, sanki onunla röportaj havasını da yüklenen bu haber karşısında tenkidini dile getirdi. Şairin o gün Monna Rosa’yı tüm estetik arkaplanıyla ortaya koyması bile şiir etrafında şekillenen magazinsel okumayı dağıtmaya yetmedi.
Monna Rosa kitabındaki şiirler şairin ilk verimlerini teşkil etmesine rağmen bu şiirin kitaplık çapta bir hüviyete erişmesi en sonra olmuştur.
Kitap Rüzgar şiiriyle açılır:
“Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr…
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar…O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut…
Yangından yangına arda kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.”
Onu Yağmur Duası şiiri takip eder. Bu şiirler vaftiz adıyla İkinci Yeni’nin henüz olgunluğa ulaşmadığı yıllarda şairin, şiirin özü ve imkanlarına dair yaslandığı tekniği haber verir. Akabinde Aşk ve Çileler, Ölüm ve Çerçeveler, Pişmanlık ve Çileler başlıklarıyla Monna Rosa şiiri gelir:
"Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
Sesi geliyor sesi günahkâr çocukların;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır."
Bu şiir, şairin Leyla ile Mecnun adlı kitabının adeta provası, özü gibidir. Sonrasında İşaret, Kader Yolu, Kayboluş şiirleriyle kademeli olarak yitip giden karşısında azabın ve sabrın sesi yükselir.
“Etrafımız uçsuz bucaksız çöller
Yerler demir gökler bakır Madonna
Nehirler çekilmiş kurumuş göller
Aramızda deniz vardır Madonna!Gelir gelmez Venedikten aynalar
Uçtu gökte kara kara kargalar
Ömrü biçti kılıç gibi levhalar
Bize kalan sade sabır Madonna!”
- Sezai Karakoç – Monna Rosa
- Diriliş Yayınları – Şiir
- 47 Sayfa