“Korku örtmeye en yakın olduğumuz kirimiz, gizlemeye en çok uğraştığımız kokumuzdur.”
Gözlerinizi kapattınız ve işte bahçenizdesiniz, burası sizin bahçeniz; terk ettiğiniz, terk edildiğiniz, gittiğiniz, gidemediğiniz, tekrar döndüğünüz, artık çok uzaklarda olduğunuz, oturup soluklandığınız, bazen korkudan aylarca uğramadığınız, duvarlar ördüğünüz o duvarları bir gecede yıktığınız, ölüp dirildiğiniz, bir türlü ölemediğiniz, hâyâl ve gerçeklerle sıkışıp kaldığınız yer, işte orası.
Bilge Karasu, masal tadında 13 tane öykü sunuyor ve 12’sinde değindiği tema ve imgeleri 13. öyküsünde birleştiriyor kitabında. Kitap başlar başlamaz içinizdeki asansörün düğmesine basıyor ve siz inmeye başlıyorsunuz, evinizin tüm katlarında dolaşıyorsunuz, her odada yaşadıklarınız, yaşayamadıklarınız ve korkularınızla yüzleşiyorsunuz.
“İnsanın düş dünyası ne kadar derin olabilir, düşler gerçeğe ne kadar yakındır?” sorularını sorup duruyorsunuz okurken çünkü düşlerden yaşama o kadar keskin geçişler yapıyor ki kitap, bazen geriye dönüp tekrar tekrar okuyorsunuz. Bana kalırsa kesinlikle birkaç kez okunmayı hak eden kitaplardan ki altını çizdiğiniz yerleri bir zaman sonra tekrar okuduğunuzda hissettirdiklerini görünce hak vereceksiniz.
“Herkesin,
kim bilir, belki de ancak -çoğu insanın- demeli ya,
giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada,
insanların,
arkasını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile,
kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp yaşadığı bir ülkede
soyunmaktan başka bir şey dilemeyen bir adamın masalı bu.
…
İnsan soyuna soyuna deriye varır, onura öz saygısına varır. Bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde bu son adımı atmayı değer bellediğinde, ölmesini bilir. Ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. Yanılır da sırası geldi diyerek, olmayacak yerde girişirseniz bu işe, acı bir masal olur çıkarsınız.”
Kelimeleri insanın gözün sokmadan anlatan cümleleri seviyorum. Bilge Karasu öyle bir dil zenginliği ile anlatıyor ki; “Türkçe” anadili olduğu için insan mutlu oluyor.
Ölmek nedir? Sadece ölenin toprak olması mı, kalana ne olur peki?
“Kentin sinliğinde, üzerine toprak dökülürken, “ben hangimizim, gömülen hangimiz?” diye sordum kendime, alçak duvarın üstünden o demir rengi denize bakmadan. Sorunun yanıtını bulamadım daha. Kollarımda can verdi. Şimdi ardından yaşayıp gitmek neye yarar.”
Gözleriniz bulutlara takılıp kalmışken kaç kez gözden yitirdiniz sizin için uçan uçurtmayı?
“…ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide boğabilirsin.
Evet.
Çünkü…
Çünkü?
Bilemiyorum. Galiba… Korkuyorsun.”
Bahçelerindeki her şeyle ya da hiçbir şeyi ile yüzleşmeye hazır olanların hikâyeleri.