İlk gençliğimde kitap okumaya alışmak için ilgimi çeken hikayeleri arayıp dururdum. Bulunduğum hayatı zaten yaşıyordum. Ben hiç yaşamadığım bir anın içerisinde bulunmak istiyordum. İşte böyle bir zamanda dönem hikayelerini okuyarak o hayalini kurduğum zamana dalıp gitmeye başlamıştım. Her sabah yapılı saçlarıyla, giydikleri korseler üzerine taşıdıkları bilmem kaç kilo kıyafetleriyle, nasıl oturduklarını bilmediğim şekildeki oturuşlarıyla, reveranslarıyla, kaçamak bakışlarıyla, genç kızların bekar erkeklere tanıtıldığı görkemli balo geceleriyle ve köşe kapmaca oynanılan aşklarıyla dolu İngiliz kraliyet yaşantısına hoş geldiniz.
Jane Austen’in kaleme aldığı Mansfield Park genellikle Umut Parkı çevirisi ile yayınlanırken Timaş Yayınları tarafından orijinal ismi korunarak nisan ayında okurla buluşmuştur. Editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman, İngilizce aslından çevirisini Perihan Sevde Nacak, diğer Mansfield Park basımlarına nazaran özgün bir kapak oluşturulduğunu düşündüğüm tasarımı ise Eren Su Kibele Yarman üstlenmiştir.
Jane Austen, bir köy papazının yedinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş, iyi bir eğitim almış hatta dönemindeki kadınlarla kıyaslandığında eğitimi konusunda şanslı sayılabilen İngiliz yazardır. Ailesinin Jane Austen’ın en iyi yazarlar arasında sayılmasında önemli bir yeri olduğu bilinmekte. Jane Austen henüz çocukken ailesi yaz tatili geldiğinde evlerindeki ahırı bir tiyatro salonuna çevirerek çocuklarının oyunlar sergilemesine yardımcı olmuşlardır. Bu zamanlarda kendi hikayelerini yazmaya başlayan Jane Austen’ın hayatı kendisi için en büyük hikayelerden biri olmuş bence. Yazdıkları kadar hayatı da göz önünde tutulmuş ve hayatındaki bir çok izin yazdıklarında gizli olduğu da düşünülmüş. İlk romanı Sağduyu ve Duyarlılık’ı 1811 yılında yayımlayan Jane Austen daha sonrasında adını zihinlere kazıyacak olan ve şimdilerde de en çok bu kitabı ile tanınan Gurur ve Önyargı’yı 1813 yılında yayımlayarak ilham kaynağının asla söndürülemeyecek kadar güçlü olduğunu kanıtlamıştır. Mansfield Park 1814 yılında, Emma 1816 yılında yayımlanmış ve Jane Austen akıcı dili ve hayatın içinden karakteriyle unutulmaz bir yazar olarak zihinlerde dolanmaya başlamıştır.
“Dinle beni ablacığım, öğrendiğim kadarıyla bütün alışverişler arasında evlilik iki tarafın da diğerinden en fazla şey beklediği ve en az dürüst davrandığı alışverişmiş.” (sayfa 45)
Mansfield Park, üç kız kardeşin birbirinden farklı üç kişi ile evlenme sürecinden bahsederek bizi hikâyenin rüzgarına alıyor. Kişilik ve ekonomik güçlerin farklı olduğu üç erkek ve bir evden çıkmış birbiriyle aynı üç genç kız. O dönemlerde hayat sadece yetiştirilen ev düşünülmeksizin bir kadının, geliri en iyi adamla evlenmesinden ibaretmiş. Doğmak, büyümek, gençleşmek, en önemli basamak olan güzelleşmek, bir tutam terbiye ve edep, diğer kadınlardan ayıran en büyük özellik olan yerini bilmek yani sizi seçen adamın omzunun arkasında durmaktır bu ve geliri iyi olan bir adam ile evlenmek. Tebrikler, hayat oyununda başarılı oldunuz.
Hayat bu üç genç kadına da bir kemik seçtirmiş. Büyük kemiği Lady Bertram çekmiş ve geliri en iyi olan soylu adam Sir Thomas ile evlenerek bir saraya yerleşmiş. Ne uzun ne kısa olan kemiği Bayan Norris çekmiş ve iki kardeş arasında köprü olarak görevlendirilmiş adeta. Ne iyi ne de kötü diyebilecek bir gelire sahip adamla evlenen Bayan Norris, evlendiği kişi tarafından borç harç düşünmese de şanssız bir genç kadın olduğu gerçeğini kaderinden silememiş. En kısa kemik Bayan Price’a kalmış. Bayan Price alkolik ve geliri oldukça kötü bir adamın yanında kutu gibi bir evde yaşamaya alışmış. Üstüne üstlük çok da lazımmış gibi her sene bir çocuk doğuruyormuş. Zaten geliri kötü olan Bayan Price bir de bunca çocuğun arasında yaşam mücadelesi vermeye çalışırken buluvermiş kendisini. Diğer iki kız kardeşi bu duruma el atmaya ve Bayan Price’a yardım etmeye karar vermiş. Bayan Norris hikâyenin küçük tilkisi görevini başarıyla taşıyabilmiş olan bir karakter. Adeta kayıp parçaları olan bir yapbozda kayıp olan parçaları kendi başına doldurmaya yemin etmiş gibidir. Bayan Price’a evlatlarından birini yanına alarak masraflarını üstlenmeyi teklif eder Bayan Norris. Fakat dediği gibi yanına almayı düşünmez. Ablası Lady Bertram’ın Mansfield’daki koskoca sarayı dururken kendi başına bir çocukla ne yapacaktır? Tabii ki bunu düşünerek hareket eden Bayan Norris kız kardeşinin evlatları arasından da portakal seçer gibi seçim yapmaya başlar. Burada da sinsilik yaparak bir kız çocuğu seçer. Çünkü bir kız çocuğu büyüyünce bir genç kız olacaktır ve eğer ki sarayda yaşamış olursa eğitimi, terbiyesi ve ahlakı yerinde biri olarak yetişecek ve çevredeki zengin beyefendilerden biriyle evlenerek kendisine de iyi bir ev tahsis ettirecek, gül gibi yaşayacaktır. Yanına alacağı kız çocuğu artık seçilmiştir. O kişi Fanny Price’tan başkası değildir.
Fanny, ailenin en sessiz çocuğudur. Kendisinden sonra iki kız kardeşi vardır ve tüm gününü onlarla geçirmeye alışmıştır. Onun haricinde en sevdiği kardeşi William’dır. Onunla dertleşmeyi, vakit geçirmeyi ve eğlenmeyi çok sever. Bir gün teyzesi onu yanına almak istediğini söylediğinde aklında sadece William’ı bırakmak zorunda olduğu gerçeği dolanır. Küçük kutu evinden koca bir saraya gelen Fanny, çatı katında kendisine özel bir odaya sahip olmuştur şimdi. Maria, Julia, Tom ve Edmund adında dört kuzeni ile koca bir sarayda yaşama alışmaya çalışmak zorundadır artık. Maria ve Julia yaşadıkları görkemli hayatın farkındadır. Fanny de Mansfield sayesinde kendi hayatının farkına varmıştır. Bu yüzden Maria ve Julia tarafından hor görülür. Neticede insan kendisinden aşağı seviyedeki insanların üstüne basıp geçmekte başarılıdır. Tom kendi halinde bir çocuktur ve kardeşler arasında en büyüğüdür. Büyük olmasına rağmen en yaramazı odur. Genç delikanlı olduğunda da bu değişmeyecektir ve bu sefer eğlencenin peşinden koşacaktır. Fakat Edmund kardeşlerden hiçbirine benzemiyordur. Bıraktığı evindeki William ne ise Mansfield’da Edmund odur. Dertleşebildiği, gülebildiği, kendisini anlatabildiği, dinleyebildiği, vakit geçirmeyi sevdiği, yürüyüşlere çıkabildiği tek kişi Edmund’dur.
“Bu yardımları karşılığında Fanny onu William hariç tanıdığı herkesten daha çok sevdi, kalbi ikisi arasında bölünmüştü.” (sayfa 23)
Mansfield Park için okuduğum bir yorumda “ruhumdaki sıkılgan evlatlıklara, iyiliğin farkında olmayan insanlara, kimsesiz ve pek de güzel olmayan ama olgun ve zeki mürebbiyelere çektiği için Jane Austen sevmem aslında.” demişti birisi. Jane Austen görmek istemeyip de köşeye attığımız o şeyleri bulup çıkaran kişiydi çünkü. Üstelik çocukluğundaki tiyatro sahnesini Mansfield’daki sarayda kendisine verilen odanın yakınlarında bir odaya kurmuştu. Aile üyelerinin sevdiği bir oyunu sahnelemek istemeleri üzerine kurulan bu tiyatro sahnesi Sir Thomas aniden eve gelince kaldırılır elbette.
Büyüme sancıları içerisinde dört kardeş ve bir evlatlık kuzen Mansfield’daki sarayda çocukluklarından kurtulur. Grantların evlerine gelen Crawford kardeşler ile Mansfield Park’a başka bir hava esmeye başlar. Edmund, Mary Crawford’a âşık olur. Fanny içerisinde yanan ateşin sebebini bilmeden yaşar bir süre. Edmund onun kuzenidir. Bu yüzden ona farklı hisler beslediğini kabul etmez. Yine de gerçek olanın önünde durulması mümkün değildir. Ya devrilirsiniz ya da kabullenirsiniz.
“Fanny Park’a geldiği ilk akşamki kadar hüzün dolu bir kalple odasına çıktı. Ruh hali de hastalığını etkilemişti muhtemelen çünkü ihmal edildiğini düşünüyor, son günlerde hissettiği kıskançlık ve mutsuzlukla mücadele etmeye çalışıyordu. Başkalarından uzaklaşmak için kanepeye yaslandığında başının ağrısından pek de etkilenmiyordu ancak Edmund’un ilgisindeki ani değişikliği hissedince ayakta durmakta güçlük çekmeye başlamıştı.” (sayfa 71)
Henry Crawford ise kız kardeşine kıyasla daha hovarda bir delikanlıdır. Genç kızları etkileyecek bir yakışıklılığa sahiptir. Bu da onları peşinde sürüklemek için yeterli bir sebeptir. Henry Crawford, bir çiçeğin kokusunu ezberleme pahasına sevmekten yoksundur. O bütün çiçekleri koklamaktan hoşlanmaktadır fakat koku hissini kaybettiğinin farkında değildir. Sevgileri hiç ederek bir sevgisizlik kuyusunda boğulmak üzeredir. Maria ve Julia kız kardeşler de bu etkilenen genç kızlar arasındadır. Maria evlenme arifesindedir. Üstelik oldukça zengin ve soylu biridir evleneceği kişi. Yani tam da istenildiği gibi bir hayat çizgisidir. Fakat Maria Henry’den hoşlanmaktadır. Maria’nın evlenme haberi dolayısıyla Henry için Julia düşünülmektedir. Henry ise umursamaz davranmaktadır. Hiçbir engeli yoktur. Burada annemin bir lafı geliyor aklıma. İşte böyle kural bilmez insanlar için “ar damarı çatlamış”der. Henry ar damarı çatlamış bir delikanlıdır.
Mansfield Park içerisindeki rolünü sessizce oynayan Fanny, tüm bu arsızlığın şahididir. Henry’nin hem Maria hem Julia ile münasebetine ortak olmak zorunda kalan Fanny, Henry’den uzak durma kararı alır. Fakat doyumsuz Henry bu kararı içten içe hisseder. Genç kadınların peşinden koşmasına alışık olan bünyesi Fanny’nin soğukluğunu ve mesafesini kabul etmez. Henry kafaya koymuştur. Fanny’yi kendisine aşık edecektir. Fakat Edmund’un kalbinin attığı yerlerde dinlemiş olan Fanny için Henry’nin bu küçük oyunu yeteri kadar güçlü müdür?
Onlarca düğüm atıp sonra her birini teker teker çözen Jane Austen akıcı diliyle bu yorucu Henry egomanyasını ve Fanny’nin çıkmaz yollarını rahatlıkla okuruna aktarabilmekte. Bu sayede Mansfield Park haftasonu kitabı olabilecek ölçüde. Jane Austen insani yargılarımızı bir kenara bırakarak geçebileceğimiz bir kapı inşa ederek önümüze dikiyor. Mansfield Park zilini çaldıktan sonra geçeceğiniz bu kapı size kabullenemeyeceğiniz şeyler için dahi heyecanla bekleyeceğiniz anlar yaratacak.
“İnsanlar her zaman fazla beklentiye girer ancak mutluluğa erişemeyince hemen başka bir şeye yönelir. İnsan doğası böyle. İlk hesaplarımız yanlış çıkarsa, ikinciyi daha iyi hesaplıyoruz. Bir yerde bir teselli buluyoruz ve her şeyin kötü olduğunu düşünerek pireyi deve yapan o gözlemciler sevgili Mary, evlenenlerden daha çok kandırıyorlar kendilerini.”(sayfa 46)
İyi okumalar.
• Jane Austen – Mansfield Park
• Timaş Yayınları – Roman
•Çeviri: Perihan Sevde Nacak
• 429 sayfa