Her okurun mutlaka okumaktan hiç vazgeçmeyeceği yazarları vardır. Benim için bunlardan bir tanesi Daniel Pennac. Polisiye, gerilim, macera üçlüsünün en sıkkın zamanlarıma çerez olarak katıldığı ilk gençliğimde bir kitap fuarında tanıştım kendisiyle. O dönem okuduğum polisiyelerin edebi olarak yetersiz gelmeleri beni sıkıyordu ve ben de hem eğlenceli, hem iyi edebiyatın olduğu bir polisiye var mıdır diye düşünüyordum. Altın bulmuş gibi sevindiğimi tahmin etmek zor değil.
Aradan yıllar geçti, ben yine kitaplar arasında savrulduğumu hissediyordum, ancak bu sefer okuma ve yazma süreci üzerine dair bir şeyler okuyordum, sanırım biraz sıkılmış olmalıyım, eğlenceli bir şeyler de okumam gerektiği düşüncesiyle beraber aklıma Daniel Pennac düştü ve bu kitaptan ilk kez o zaman haberdar oldum.
Elimden gelse bu kitabı tüm ebeveynlere, sonra da öğretmenlere okuturdum, sırf bu cümle yüzünden üstelik: “Ne sağlam pedagoglarmışız, pedagojik kaygılar taşımadığımız zamanlar!”
Sonra okumayı aylaklık, basit bir oyalanma eylemi olarak görenlerin eline de bu kitaptan birer tane tutuştururdum: “Okumak sürekli bir yaratma eylemidir.” dediği için. Ancak bu amacımda pek başarılı olamayacağımı bildiğimden bu yüzden okumaktan eskisi gibi zevk almadığını, neyin değişenin ne olduğunu anlayamayan okurların okumasını istiyorum.
Daniel Pennac, neden okuduğumuzdan, neden okumadığımızdan, okumanın o büyülü dünyasından, benim de sıkça kapıldığım okuduğunu anlayamama evhamından bahsediyor.
“Sadece, bir kitabın bizlere sunacağı şeyin ne olduğunu unutmuştuk. Mesela bir romanın her şeyden önce bir öykü anlattığını unutmuştuk. Bir romanın bir roman gibi okunması gerektiğini, öncelikle öyküye susamışlığımızın giderilmesi gerektiğini bilmiyorduk.”
Kendi okur yol haritamı gördüm bu kısa anlatılarla dolu, kısa kitapta; neden okumayı sevdiğimi, her şeyin nasıl başladığını, bir de bu yolda bana ışık tutan herkesi minnetle andım. Çünkü “okuduğumuz en güzel şeyleri, genellikle sevdiğimiz bir kişiye borçluyuzdur.” Eskisi gibi olduğumu söyleyemeyeceğim, sanırım bu artık bana kimsenin yeter artık okuma demesiyle de alakalı. Şaka bir yana geçen zaman sanırım okuma keyfinin bir kısmını alıp götürüyor. Ancak çocuklar için geç değil, bunu kitap okuduğum iki çocuğun heyecanla beni dinlediklerini gördüğümde tekrar anladım, gözlerim ve kalbim ışıldadı.
“Sevdiğimiz biri bize okumamız için bir kitap verdiğinde önce onu ararız satırlarda; zevklerini, bu kitabı ellerimizin arasına bırakmaya iten sebepleri, bir kardeşliğin alametlerini. Sonra metin alır götürür bizi ve unuturuz bizi onun içine bırakan elleri; olabilecek her sıradanlığı önüne katıp sürüklemek bir eserin en büyük gücüdür.” Kardeşlerimin buralarda bir yerlerde olduğunu biliyorum.