“Varoluşçuluk bir çeşit iyimserliktir bu anlamda, bir çeşit eylem, çalışma öğretisidir.” diyor Sartre. Bu tanımın içerisinde hem Sartre’a yönelik eleştirilerin cevabı hem de belirsiz kalsa bile (Sartre’ın dahil olduğu tanrıtanımaz) varoluşçuluğun bir nevi tanımı ya da içeriği bulunmaktadır. Söyleşi içerisinde de Sartre, Varlık ve Hiçlik’in (L’Etre et le Néant, 1943) yayımlanmasından sonra kendisine yönelik eleştirileri değerlendirmek ve cevap vermek amacında. Ancak, Sartrevari varoluşçu felsefenin belirsiz olduğu varsayılırsa, getirilen eleştiriler, ya yanlış anlamadan ya da karşıt görüşlülükten kaynaklanıyor Sartre’a göre. Bu konuda ona hak vermek gerekir: Varoluşçuluk, oldukça esnek bir felsefe. Bana kalırsa, temel sebebi de düşünüşün eyleme dökülmesini gerektirdiği içindir.
Bu tartışmayı bir kenara bırakıp söyleşinin bu basımının genel bir çözümlemesini yapmak gerekirse birkaç önemli hususa değinmemek olmaz. İçindeki eklerle birlikte eserin çevirmeni olan Asım Bezirci, yazdığı önsözde, özellikle konuya çok da hâkim olmayanlar için, oldukça değerli bilgiler veriyor. Varoluşçuluğun gene bir analizini ve Sartre’ın (eserleri-felsefesi) kısa bir tanıtımını yapıyor. Sunduğu bibliyografya oldukça verimli kullanılabilir, faydalanılabilir durumda. Sartre hakkında yazılmış veya çevirisi yapılmış çoğu esere değinmiş ayrıca. Bize önemli bir kaynak sunuyor bu bölümde. Ayrıca Gaetan Picon, önemli bir Sartre analizini onun eserleri, dönemi ve kişiliği üzerinden yapıyor. Burada değinilen noktaları oldukça önemli buluyorum. Sonrasında da Laffont Bompiani “Varoluşçuluk Bir İnsancılıktır” adlı yazısıyla söyleşinin bir ön hazırlığını yapıyor diyebiliriz.
Söyleşi metnine geldiğimizde Sartre cümlelerine, “Uğradığı bir sürü eleştiriye karşı varoluşçuluğu savunmak istiyorum burada,” diyerek başlıyor. Yöneltilen eleştirileri kısa cümleler halinde sunup bunları cevaplamaya çalışıyor, ancak bu ne kadar yeterli bir cevaplamadır tartışılabilir. Marksistlerin (varoluşçuluğun burjuvaziye vardığını sayanlar, eylemsiz olarak nitelendirenler) ve Katoliklerin (varoluşçuluğun kötümser olduğunu düşünenler) eleştirilerini değerlendiriyor. Daha sonrasında ise; Kant’ın (genel olarak “evrenselliğinin”) karşısında, Descartes’ın (öznelliğinin) yanında konumlanarak kendi varoluşçu felsefesini anlatıyor. Seçiş (seçme), bunaltı (bulantı), özgürlük, edimler, bireycilik gibi kavramlar üzerinden bazı açıklamalarda bulunuyor. Kanımca; kendi varoluşçu felsefesini, “bireysel seçimden (aynı zamanda özgürlüktür bu) yola çıkıp toplumsallaşan (başkasını da özgürleştiren) edimler” olarak tanımlıyor. Bu edimlerin de insanın düşüncelerini belirlediğini ifade etmek istiyor. Bu eylemlilik üzerinden varoluşçuluğu umutsuz ve eylemsiz olanlar olarak adlandıranlara cevap veriyor. Varoluşçuluğun insancı boyutlarını açıklamaya girişse de, bana kalırsa, bunda yetersiz kalıyor. Varoluşçuluğunun bir önemli noktasını da şurada belirtiyor aslen: “Tanrıyı yok sayınca, değerleri seçip ortaya çıkaracak başka birinin bulunması gerekiyor.” Böylece bireyi karar verici olarak konumlandıran bir anlayış güttüğünü fark edebiliyoruz. Söyleşinin son kısmında da Naville (muhtemelen eserin basıldığı yayınevinin sahibi) ile bir tartışma (discussion) bulunuyor. Burada Naville’in sorularının içeriğinden de dolayı Marksizm tartışmalarına değiniliyor. Varoluşçuluk ve Marksizmin çatıştığı noktalar yer yer dile getiriliyor.
Fransa’da Heidegger’i ilk okuyanlardan olan Sartre, onun varoluşçuluğunu yorumlayıp felsefi anlamda önemli katkılar sunmuştur. Edebi eserlerine baktığımızda ise felsefesi ile çoğunluklar zıt görünen yönleri vardır. Özellikle Bulantı’nın (Le Nausée, 1938) kötümserliği, Özgürlük Yolları (Le Chemins de la liberte, 1945) üçlemesinin burjuvaziye doğru kayması eleştirilir. Sartre, benim anladığım kadarıyla bunları yanlış anlama olarak değerlendiriyor, ancak verdiği cevaplar çoğunlukla yetersiz kalıyor.
*Okunan eser: Sartre, J. P. (1993). Varoluşçuluk (L’existentialisme est un humanisme-Varoluşçuluk Bir İnsancılıktır). Çev. Asım Bezirci. İstanbul: Say. Asım Bezirci, önsözde eserin adının içeriği yansıtmadığı kanısına vardığını ve isimlendirmeyi Varoluşçuluk olarak yaptığını ifade etmiştir.