“Dünya acıyla dolu bir hapishanedir, öyle inşa edilmiştir ki yaşamak için insanın diğerlerine acı çektirmesi gerekir.”
S.124
Bundan birkaç ay önce, kendi üretim sürecime dair kaleme aldığım bir yazımda, bazı yazarların kitapları için yarattıkları karakterleri düşünürken, yazarken, onu gerçekleştirirken neler hissettiğini çokça düşündüğümü ve okuduğum, çok etkilendiğim kitaplara dair, kitapta yer alan karakterler için “keşke ben yaratmış olsaydım” diye bencilce düşüncelere kapıldığımdan bahsetmiştim. Bu tarifi zor bir duygu ve bunu dilimizde karşılayan, tam manasıyla açıklayan bir kelime yok. Varsa da ben bilmiyorum. Bir zamanlar sosyal medyada sevgili İsmail Pelit, bu tarz hayatımızda yaşanan an ya da duygulara karşılık gelen kelimeler yaratma-inşa etme arayışındaydı. Belki bu konuyu ona sorabilirim.
“Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde”yi de okurken bu duyguyu yaşadım. Janina’yı tanımayı, onunla konuşmayı, hikâyesini kaleme almayı çok isterdim. Bu nedenle kitabın yazarı Olga Tokarzcuk’u kıskanmadan edemiyorum.
Açıkça söylemek gerekirse, kitabı okumaya başlamadan önce ne bir ön bilgilendirme aldım ne de arka kapak yazısı okudum, ki zaten ben okumaya başladığımda henüz kitap çıkmamıştı. Beni neyin beklediğini bilmeden başladığım kitap, zaman ve mekân ayrımı yapmaksızın okuduğum bir kitap oldu. Evde, iş yerinde, iş servisinde, toplu taşımada… Fırsat yarattıkça okudum, okudum, okudum. Bitirdiğimde, hem metnin kalitesi ve çok iyi gizlenen finaline şaşırdım, hem de hızlı okudum diye kendime kızdım. Beklenmedik bir şekilde polisiye ruhunu barından bu kitabı, birçok farklı gözle değerlendirmek, çeşitli açılardan irdelemek mümkün. Hayvan hakları, doğanın dönüşümü, bitki ve doğa bilimleri, astroloji ve hatta devlet bürokrasisi…
Kitap, Polonya’da merkeze çokça uzak bir dağ köyünde yaşamakta olan Janina’nın gecenin sabaha yakın saatlerinde kapısının çalınmasıyla açılır. Kapıyı çalan, Janina’nın Garip ismini taktığı komşusudur. Janina, insanlara ve hayvanlara, onlara kendisinde bıraktı izlenim ve duygular üzerinden isimler takmaktadır. Garip, Janina’ya Koca Ayak’ın öldüğünü söyler. Koca Ayak, aynı köyde kalan, geçimini avlanarak sağlayan, oldukça yabani bir kişiliktir. Janina ve Garip onun evine giderler, ölmüş haldeki Koca Ayak’ın haline acırlar. Üstü ve oldukça kötü bir haldedir, üstünü başını değiştirir, ortalığı toparlarlar. Bu esnada Janina evin mutfak olarak kullanılan kısmında kesilmiş bir geyik başı görür. Sonrasında anlarlar ki Koca Ayak, öldürdüğü geyiğin etinden yaptığı yemeği yerken boğazına takılan bir kemik parçası nedeniyle boğularak ölür. Janina, bunu geyiğin intikamı olarak yorumlar. Astrolojiyle de ilgilendiği için Koca Ayak’ın doğum tarihini öğrenmek ister. Ona ait bir kimlik belgesi arar, çekmecelerini, dolaplarını karıştırır. Bu arada kendisini şoka sokan bir fotoğraf bulur.
Bu fotoğraf önemlidir. Kitabın ilk bölümünde, kitap için hayati bir noktaya ulaşırız. O fotoğrafta ne olduğunu bilmeyiz, bunu daha sonra öğreniriz. Yazarımız bize bunu yavaşça fotoğrafı hiç hatırlatmadan göstermeyi başarır.
Janina, bulunduğu köyde diğer hanelerin çoğunun boş olması nedeniyle, bir nevi köyün bekçilik işini yapmaktadır. Aynı zamanda arkadaşı-eski öğrencisiyle beraber William Blake şiirleri çevirmekte, bu çalışmaları esnasında yıldız fallarına bakmakta, geleceği yorumlamaya çalışmaktadır.
Koca Ayak’ın yıldız falına baktığında, onun ölümünün bir şanssızlık değil, aslında vurduğu geyiklerin, hayvanların ve dahası doğanın bir intikamı olarak yorumlayacak emaraler görür. Bunu etrafındaki insanlara anlatmaya çalışır, fakat kendisi “kaçık” olarak görüldüğü için düşüncesi pek değer görmez.
Sonra, bir komiser ölür. Ölümün gerçekleştiği yerde geyik ayak izleri vardır. Sonrasında kasabanın zenginlerinden ve önde gelenlerinden isimler birer birer ölürler. Kimi bir av kapanına yakalanır, ölüsünü hayvanlar parçalar. Kimisinin vücudunu böcekler istila eder. Kimisinin evini kundakçı saksağanlar yakar ve evde yanarak ölürler. Tüm bu ölümlere dair Janina, polisleri ve dedektifleri ikna etmeye çalışır. Ölenlerin yıldız haritalarından yola çıkarak, ölümlerinin sebeplerini ortaya döken uzun uzun mektuplar yazar. Hayvanları acımasızca öldüren, onlara eziyet eden, doğayı kendi çıkarları için acımasızca talan eden bu insanlardan hayvanların, doğanın intikam aldığını ve bu olayların yalnızca kendi yaşadıkları yerde gerçekleşmediğini, tarihin çeşitli zamanlarında farklı farklı ülkelerde de bu tarz olayların ve ölümlerin gerçekleştiğini anlatmaya çalışır. Fakat onu kimse dinlemez. Dahası, bir süre sonra yaşananlar ve ortaya çıkan bazı kanıtlar, okları Janina’ya çevirir.
Olga Tokarczuk, kurgusu ve kendine özgü karakterleriyle bizlere doğaya ve hayvan haklarına dair masalsı bir hikâye anlatıyor. Başından sonuna hak vererek okuduğunuz, merakla sonuçlanmasını beklediğiniz olaylar silsilesi nihayetinde, umulmadık bir final sizleri bekliyor. Kitabı okumuş ve bitirmiş birisi olarak, henüz okumamış insanları kıskandığımı söylemeden edemeyeceğim. Kitaptan bir alıntıyı bırakarak size şimdiden iyi okumalar diliyorum, iyi niyetle öneririm.
“Hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkındaki gerçekleri gösterir,” dedim. “Hayvanlara olan yaklaşım yani. İnsanlar Hayvanlara vahşice davrandıklarında, hiçbir demokrasi biçimi onlara yardımcı olmaz, aslında hiçbir şey yardımcı olmaz.”
s. 118

- Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde – Olga Tokarczuk
- Timaş Yayınları – Roman
- 304 sayfa
- Çeviri: Neşe Taluy Yüce