“İçindeki acı, içimdeki acıyla buluştu.” (sayfa 51)
Hayatın vazgeçilmez döngüsünde dönen sadece dünya değildir. Bu hayatı yaşarken biz de birçok karar verir ve bazılarından pişman olmayı öğreniriz. Fakat daha da önemlisi şudur: Bu kararımız ileride bizi ne derece etkileyecektir? Çocukken bir karar verdiğimde o kararımın bir kara deliğe düşüp kendisini yok edebildiğine inanırdım. Büyüyüp de bazı tecrübeler edinince geçmişte sevgi adına yaptığım her türlü hatayı gelecek zamanda yapmamak için kafamın içine küçük notlar almaya başladığımı fark ettim. Yaşadığımız ailede her odanın içerisinde yaşanana ortak olmak zorunda kalıyoruz. Kapılar istediği kadar kapalı olsun yaşanmış olan şey hepimizindir. Bu durum ileride kendi çekirdek ailemizi kurmamızda da basamak olacaktır. Böyle olma. Burada dur. Şunu yaparsan, burada kalırsan ve binlerce soru… Hepsinin cevabı döngüsünü şaşırmayan bu hayattadır.
Jokha Alharthi tarafından kaleme alınan Dolunay Kadınları, 2019 Booker International Prize ödülünün sahibi olmuştur. Bu sayede Jokha Alharthi ödülü alan ilk Arap kadın yazar olarak başarısını herkese kanıtlamıştır. Arapça aslından çevirisini Süleyman Şahin, editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman, kapak tasarımını Barış Şehri’nin üstlenmiş olduğu Dolunay Kadınları, Timaş Yayınları tarafından 2021 yılının şubat ayında yayımlanmıştır.
“Varlığının her zerresini bir noktaya sabitledi: Sevdiğinin ruhuna. Neredeyse soluğu kesilmişti, kalbi atmıyordu sanki. Ruhunu kâinatın akışına bıraktı. Etrafındaki maddi âlemden tamamen soyutlandı. Bedeni olduğu yere düşecekmiş gibi sarsıldı. Bütün gücüyle ayakta durmaya, ruhunu sevdiğine ulaştırmaya çalıştı. Bir işaret bekledi, ruhunu teskin edecek bir işaret. Ama gelmedi.” (sayfa 14)
Sevdiği adamın okumak için Londra’ya gitmesinin ardından hiç beklenmedik dönüşüyle Meyye onu bir kez görebilmek adına her akşam dualar eder. Onu görebildiği anları olsa dahi Meyye sevdiği adamla göz göze gelmek istediğini bir türlü dile getiremez bir haldedir. Bu kangren olmuş döngü, annesi tarafından kesilir. Meyye Tacir Süleyman’ın oğlu Abdullah ile evlendirilir. Tacir Süleyman oldukça varlıklı bir ticaret insanıdır. Her dönem olduğu gibi o dönemde de bir anne, kızının rahat bir şekilde yaşamasını ister ve bu evlilik gerçekleşir.
Dolunay Kadınları, birçok kadın karakterinin hayatlarına bakabileceğimiz noktaya bizi getirirken bir yandan da kendi kültürlerini de tanıtıyor. Meyye’nin evliliğinin üzerinden zaman akıp gider. Bir gün Meyye hamile kalır. Annesi Salime, kızı Meyye’ye çocuklarını bir at gibi ayakta doğurduğunu anlatır. Bir kadının doğum yaparken bağırmasının çok anlamsız olduğunu dile getirirken doğum yapmak için hastaneye gitmesinin de gereksiz olduğunu da söyler. Bunun yanında doğurdukları çocuklara makûl isimler verilmesini de savunur. Ancak Meyye, doğum yapmadan bir hafta önce oldukça iyi bir hastaneye gitmek ister. Bir hastanede doğum yapar. Doğacak olan ilk çocuğu bir kızdır ve adını Londra koymaya karar verir. Meyye büyürken annesinin hayatını yaşamamaya yemin etmiş gibi annesi ne derse tersini yapar ve bütün eleştirilere kulağını tıkar.
Meyye’ye âşık olan eşi Abdullah ise eşinin yaptığı her şeye göz yumar. Çünkü Meyye’yi ilk kez bir dikiş makinesinin önünde yaptığı işle ilgilenirken görür ve ondan sonra sevginin adeta bir kölesi olur. Gençliğinde peşinden koşan hizmetçiler, kendisini sıkıştıran kızlardan köşe bucak kaçar. Ta ki Meyye’ye çarpana kadar.
“Meyye’yi görünce işte bütün bunlardan kurtuldum. On dokuz yaşındaydım, bana neyin isabet ettiğini henüz anlayamamıştım.” (sayfa 53)
Meyye’yi memnun etmek adına bunca şey yapan Abdullah’ın tek istediği onun da kendisini sevdiğini duymaktır. Tıpkı bir zamanlar Meyye’nin günlerce dua edip gecelerce adını sayıkladığı adamdan duymak istediği gibi. Hayat yine muazzam döngüsünde yaşadığını yaşatmadan öldürmüyor.
“Meyye’ye “Beni seviyor musun?” diye sorduğumda yüksek sesle gülmüştü. Evet, gülmüştü! Yeni evimizin duvarları yıkılacaktı sanki. Çocuklar sesten ürküp kaçmışlardı.” (sayfa 21)
Meyye yalnızca dikiş makinesinin yanında kendisini iyi hissederken evlendikten sonra bir daha dikiş makinesinin karşısına oturmaz.
Meyye evlendikten sonra sıra diğer iki kız kardeşe gelmiştir: Havle ve Esma. Esma, kitaplarla zamanını geçiren bir genç kızdır. Aşk romanlarından hiç keyif almaz ve aşkın bu kitaplardan çok başka olduğuna kendisini inandırır. İlk talibi ile evlenmeye karar verir. Şansına evleneceği adam güzel sanatlar mezunu bir ressamdır. İnsanların yarım ruhla yaratıldığına ve ruhlarının yarısını bulmak adına yaşadıklarına inanan Esma, diğer yarısını bulduğuna inanmıştır.
“Bazı filozoflara göre Allahu teala bütün ruhları bir küre gibi yuvarlak yaratmıştır. Sonra onları bölüp her bir yarısını bir bedene vermiştir. Bir ruhun iki yarısını taşıyan bedenler birbiriyle karşılaşırsa aralarında o eski bağlantı tekrar canlanır ve aşk doğar. Bu bağın etkisi, insandan insana tabiatlarının inceliğine göre değişir.” (sayfa 43)
Bir daha kitaplara elini sürmeyen Esma, ruhunu bir bütüne tamamlamış sayılır mı?
Çocukken verilen bir sözün uğruna bütün gençliğini ateşe vermeye hazır olan Havle ise çocukluk aşkı Nasır’ın yolunu gözlemektedir. Bir elinde aynası, bir elinde kırmızı ruju her gün yüzünü boyayarak kendisini mutlu etmeye çalışır. Esma’nın kaçtığı aşk romanlarının içerisinde kaybolur. Havle ile tanıştıktan sonra çocukken tuttuğum günlükleri karıştırsam sözünü verdiğim binlerce şey bulabilirim diye düşündüm. Fakat hiçbirinin peşinden koşmayı akıl edemedim. En çok da hepsini unuttuğuma yanarım. Havle ise hiç unutmamıştır. Nasır, Havle’nin kalbinde bir nasır oluşturmuştur.
Sonunda istediği olur fakat ne ölçüde olur, okuyunca siz de şaşıracaksınız.
Annemin her zaman söylediği cümle kafamda yankılanıyor: Neyi nasıl dilediğine dikkat et.
Kitaba adını verdiğini düşündüğüm Dolunay ise olağanüstü güzelliğe sahip, beyaz elbiseler içinde ve sadece kumsalda görülen bir kadındır. Bakanın bir daha bakışlarını çevirememesi ve onun için çeşitli günahlar işlemeye razı olması da bir gerçektir. Dolunay tabiri caizse adeta bir melektir. Onun büyüsüne kapılıp giden bir karakter, hayatın vazgeçilmez döngüsünü bozacak ve kendi hayatını görmezden gelmeye razı olacaktır.
“Aralarındaki temasın tanımı netti: Özgür ilişki. İkisi de bunu istemişti, özgür bir ilişki kuracaklardı. İlkin bu özgürlüğün onlara saf aşkı getirdiğini sandılar. Yapmacıklık, suyuna gitme ve aldatma yoktu. Ne vaatler ne de beklentiler vardı; sadece anın yaşanması, işte bu kadar.” (sayfa 85)
Birisinin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter derler. Bir özgürlük kelimesinin altında ezilenler işte bu kadar özgür olabildiler.
Dolunay Kadınları kitabında özellikle dikkatimi çeken bir ayrıntıyı da paylaşmak isterim: hurma ağaçları. Meyye’nin sevdiği adamı hep bir hurma ağacının altında görmesi, Abdullah’ın Meyye’nin adını bir hurma ağacının gövdesine kazıması, annelerin doğumdan sonra ilk olarak hurma yemesi, Türk kahvelerinin yanında ikram edilen hurmaların varlığı… Hurma ağaçları, bir kültürün yeşeren tek temsilcisi olmasının yanında kadınları ve aşkları da gölgesinde dinlendirmekte.
“Modern tıp hurmanın yeni annelere faydasını ispatladı. Zaten Kur’an’da da doğum yapan Meryem Validemiz’in hurma ağacını silkeleyip taze hurmalar topladığı yazılı.” (sayfa 30)
Bir kültürü dikte etmeden böyle usulca anlatabilen Jokha Alharthi, çocuklara masal saati esnasında okunacak sakinlikte bir roman yazmış. Hayatın gücüne erişemediğimiz bu döngüsünde bir hareketin bir başka hareketi etkilediğini, geçmişteki bir hikâyenin gelecekteki bir karakteri hayata geçirdiğini, bir simanın bir başkasının bakışlarında yaşamaya devam ettiğini fark ettim. Her zaman dik durmayı sayıklayan kadınların yanı sıra erkeklere de söz veren Dolunay Kadınları; kanayan yaralara, yaralarını bir başka yara ile kapatan kadınlara, karşılıksız aşkı göğüsleyen erkeklere, çocuklara ve çocukluklara ev sahipliği yapmaktadır. Bir şarkıda da dediği gibi aşk yaralar fakat bazen bu güzel bir yaradır ve her zaman hayatta gibi hissettirir.
“Dünyalar dolusu aşk bir eve nasıl sığabilir? Şu balkon titreyip sarsılmadan, caddenin ortasına yığılmadan, gökyüzüne savrulmadan benim aşkımın ağırlığına nasıl dayanabilir? Ona adım adım yaklaşmak için derlediğim tonlarca bulutu şu küçücük oda nasıl taşıyabilir? Bu duvarlar nasıl ayakta kalır taşkın neşemin karşısında? Onun ışığına pervane olup ufuktaki son noktaya değin kanat çırpıyorken pencereler nasıl tuzla buz olmaz? Her şey onun mekânında bir gölgeden ibaret. Oysa ben mekânın dışındayım. Bedenim hasret kurşunuyla delik deşik olmuşken kapılar menteşelerinden oynamadı. Ben onun ışığına pervane olup ufuktaki son noktaya değin kanat çırparken pencereler tuzla buz olmazdı. Eve sığdım. İçimde yankılanan delice aşkın çığlıkları da sığdı.” (sayfa 141-142)
İyi okumalar.
● Jokha Alharthi – Dolunay Kadınları
● Çeviri: Süleyman Şahin
●Timaş Yayınları-Roman
●224 sayfa