Her sosyal mecrada kullanılan, artık aşina olduğunuz alıntıları unutun. Ya da unutmayın. Biz onların yanına daha derin ve uzun, pek de alışık olmadığınız alıntıları iliştirdik. 12 soruluk bir test hazırladık. Bakalım, ne kadar dikkatli bir okursunuz ya da bu yazarların farklı alıntılarını keşfetmeye hazır mısınız?
Bu testimizde birazcık fark da var, baştan belirtelim. Tüm sorular süreye bağlı. Belirli bir zaman diliminde sorularımızı cevaplamanızı istiyoruz. Hadi bakalım, hazırsanız, başlayalım!
This is a timed quiz. You will be given 30 seconds per question. Are you ready?
"Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, 'Yahu insanlık öldü mü?' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır."
“Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.”
"Komünistlerin ekspres treniyle mi, kapitalistlerin yarış otomobiliyle mi, bireycilerin otobüsüyle mi, yoksa kollektivistlerin devletçe denetlenen raylar üstünde işleyen tramvayıyla mı cehenneme gideceğimizi kararlaştırmak için savaşıyorlar. Hepsinin gideceği yer aynı. Hepsi cehenneme gidecek, hepsi aynı ruhsal çıkmaza girecek; hepsi ruhsal çöküntünün sonucu olan toplumsal çöküntüye varacak. Anlaşamadıkları tek bir nokta var: cehenneme neyle gidecekler."
"Şu hayata bir bakınız: güçlülerin küstahlığı, avareliği, güçsüzlerin cahilliği, yabaniliği, her yerde aklın almayacağı bir yoksulluk, darlık, soysuzlaşma, sarhoşluk, ikiyüzlülük, yalan… Bununla beraber bütün evlerde, sokaklarda sessizlik, güvenlik; şehirde yaşayan elli bin kişinin içinde bağıracak, öfkesini yüksek sesle haykıracak bir kişi yok. Yiyecek almak için pazarda gezenleri, gündüz yiyen, gece uyuyanları, saçma konuşanları, evlenen, ihtiyarlayan, ölülerini sessiz sedasız mezarlığa taşıyanları görüyoruz, ama acı çekenleri görmüyoruz, duymuyoruz; hayatta korkunç olan şeyler de perde arkasında bir yerlerde geçiyor. Herkes sessiz, rahat. Protesto eden yalnız dilsiz istatistik: şu kadar insan çıldırdı, şu kadar içildi, şu kadar çocuk gıdasızlıktan öldü…"
"İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız."
"İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz."
"Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan sadece var olur."
"Bazen kafeste olduğumuzu farkedemeyiz. Hayat öyle güzel süslemiştir ki onu; aile, eş, iş gibi planlı kurdelelerle. İstersek uçabiliriz deriz, istersek gidebiliriz, istersek, istersek, istersek… Ama hiç istemeyiz. Çünkü biliriz biz, özgürlüğü bir 'eğer' sözcüğü ile eşdeğer tuttuğumuzu. Eğer özgürlük varsa, bu kafesler niye? Neden basit bir böcek kadar bile kanatlanamıyoruz? Neden kartalın baktığı yerden göremiyoruz dünyayı? Neden jaguar gibi hızlıca koşamıyorum? Düşünüyoruz ama düşünmek bizi özgür kılmıyor işte. Düşündükçe yeni yeni duvarlar örüyoruz kendimize. Ve Düşünen Hayvan'lar, tüm diğer hayvanlardan daha az özgür oluyor bu durumda. Ayçiçeği gibiyiz aslında. Nerede güneş, yönümüz orada. İşte bu yüzden bizim özgürlüğümüz de, ancak bir bitkinin başının güneşe bakması kadar."
"Dimdik dururuz ayakta, yan yana, güçlü, birbirimize bakmadan, dokunmadan. Beraberce aynı uyumlu dansı tekrarlarız sürekli. Toprağın uzantısıyızdır gökyüzüne, güneşin uzak çocukları, gün ışığının sahipleri. Zamanı ilgisiz seyrederiz. Oysa biz de biliriz unutuluşu; rüzgarı, çürümeyi, düşen bir yaprağın acısını hissedebildiğimiz için, bir kuşu, bir bulutu sevebildiğimiz için, gidenler çoğu zaman dönmedikleri için. Gün gelip de teker teker yıkılacağımızı, dansın ise hep süreceğini biliriz."
"Onun dediğine göre, rüzgâr denen şey yalnızca rüzgâr değildi… Okumasını bilmek gerekirdi onu. Bunu bilenler, rüzgârın içinde hayata dair hemen hemen her şeyi bulabilirdi. Çünkü binlerce bitkinin kokusu vardı rüzgârda, binlerce bitkinin şekli, rengi ve fısıltısı vardı. İnsan sesleri vardı sonra çeşit çeşit, hayvan sesleri, tepelerin yüksekliği, denizlerin genişliği, nehirlerin uzunluğu vardı. Rüzgârı okumasını bilenler, canları isterse, hiç görmedikleri bir denizin tuzunu bile tadabilirlerdi sözgelimi. Ya da, yıllar önce ölen bir ihtiyarın, gençliğinde attığı gevrek kahkahaları bile duyabilirlerdi. Bu nedenle, sürekli rüzgârı dinliyordum ben."
"Ölüm artık beni korkutmuyor. Yaşadığım sürece hayatı seveceğim ama ölümden de korkmayacağım. Önemli olan çok yaşamak değil. Önemli olan benim ölü ya da diri olmam da değil. Önemli olan; başkalarının hayatını nasıl etkilediğimdir."
"Ama bak, yolun sonuna doğru haklı çıktı Dostoyevski. ‘Her şeyi fazlasıyla anlamak hastalıktır,’ demiş ya… Ben de hastalandım işte."
Share your Results: