Çocukken bir insanı düşünürken gözlerimi kapatır ve kendi kendime birkaç defa şu cümleyi tekrar ederdim:
-Eğer şu köşeye kadar gözüm kapalı gidersem, gün içerisinde onu göreceğim.
Biraz daha büyüdükten sonra bu inancım, çaresiz kaldığım anlarda imdadıma yetişen kurtarıcım oldu. Ne zaman bir işin altından kalkamayacağımı, tam vaktinde bir yerlerde olamayacağımı, benden beklenenleri yapamayacağımı düşünsem kurtarıcıma sarıldım. “Şimdi şöyle yaparsam, o iş hallolacak, yetişecek, başaracağım, vs.” Elbette ki çoğunlukla geç kaldım, başarısız oldum ve işlerimin altından kalkamadım. Ancak, bunları fark edene kadar tuhaf bir ruh hali içerisinde bulundum. Werner Herzog’un kitabı Buzda Yürüyüş’ü okuduktan sonra bu halimi anlamlandırmayı başardım: Ne zaman kendimi rahatlatabilmek adına yukarıdaki cümleleri kursam, bir nevi buzda yürümeye çıkmış oluyordum. Buzun kırılmayacağına dair temelsiz bir güvenle ancak adımlarımı yavaşlatmadan yoluma devam ediyor; kimi zaman kırılan buz nedeniyle düşüyor, kimi zamansa toprağa ulaşmayı beceriyordum. Sularda yitip gitme ihtimaline rağmen güvene sahip olmak, bir sonraki adımımı atmamı sağlıyordu, tıpkı Werner Herzog gibi.
Buzda Yürüyüş, Werner Herzog’un yüzyılın en önemli eleştirmeni kabul edilen arkadaşı Lotte Eisner’in ölmek üzere olduğu haberini almasından sonra Münih’ten Paris’e yürüyerek giderken tuttuğu notlardan oluşuyor. Aslında, günlük demek gerekir; ancak Herzog’un metni günlüğün sınırlarını aşıyor. Şiirsel anlatıma ulaştığı bölümler, çocukluk anılarını anlattığı kısımlar, gündüz düşlerini paylaştığı zamanlar ve titizlikle gözlemlerini anlattığı günler yer alıyor metninde. Bu da yer yer takip etmeyi zorlaştırsa da metni ilginç kılıyor. Her gün kilometrelerce yol yürürken bir yandan da derin konular hakkında düşünüyor, bunları yazıyor. Sonra tekrar yola dönüyor ve dünyevi meseleler üzerine birkaç cümle ediyor. Gece çökerken, bilmediği coğrafyalarda gezen her insan gibi ürküyor, sığınacak yer arıyor. Bunun için sayfiye evlerine izinsiz girmeyi bile göze alıyor. Bütün bunları kendine ve durumuna yakışan bir tarzla yapıyor, yukarıda bahsettiğim temelsiz bir güvenle. Çünkü kendisi doğayla, yürümek zorunda olduğu kilometrelerle baş etmeye çalışırken uğruna yola çıktığı Eisner, çoktan ölmüş olabilir. Ancak Münih-Paris arasını yürüyerek geçerse arkadaşının ölümü yeneceğine olan inancı, Herzog’u öyle bir etkisi altına alıyor ki yolda geçen günlerde o kötü ihtimal, aklına pek az geliyor. Yine de yazdıklarında bu inancına rağmen yaşadığı gerilimin izlerini sürebiliyorsunuz:
“Gece üç gibi uyandım ve dışarıdaki verandaya çıktım. Fırtına ve alçak bulutlar, esrarengiz ve yapay bir tablo. Bir arazi çizgisinin arkasında Fouday’in parıltısı çok tuhaf bir donuklukla parlıyor. Büsbütün anlamsız. Eisner’imiz hâlâ yaşıyor mu?”
Kitabın arka kapağında bahsedildiği için bu yazıda da değinmekten rahatsız olmayacağım: Werner Herzog başarıyor. Münih-Paris güzergâhını tamamlıyor ve arkadaşı Eisner’i kurtarıyor. Elbette, iki olay birbirinden bağımsız. Ancak hangimiz, Herzog’unki gibi bir inançla peşinden koştuğumuz hayallerimizin gerçekleşmesinden sonra olaylara rasyonel yaklaştık ki? Kitaptan bir alıntıyla bitirelim:
“Kısa ve müthiş bir an için ölümüne yorgun bedenimden tatlı bir his akıp geçti. Dedim ki, pencereyi açın, son birkaç gündür uçabiliyorum.”
- Kitap adı: Buzda Yürüyüş Münih-Paris
- Yazarı: Werner Herzog
- Yayınevi: Jaguar Kitap
- Sayfa Sayısı: 104