David Sobel’in Ekofobiyi Aşmak adlı denemesinin bizleri, Doğa Okur-Yazarlığı özelinde, tüm eğitim-öğretim müfredatını sorgulamaya iten bir yapıt olduğunu düşünüyorum. Yazarın temelde, bildiğimiz iki unsur üzerinde durulduğunu söylemek mümkün: Birincisi eğitim evde başlar, ikincisi ise sevmek. Sevgi bağ kurmaya; bağ kurmak ilgi duymaya; ilgi ise bilgiye dönüşür. Bu her şey için geçerli bir kural değil midir? İnsan sevgiyle bağlandığında ilgi duyar ve ilgisini çeken şey hakkında her şeyi bilmek ister.
Konuyu ekoloji ve iklim çerçevesi içinde ele almak gerekirse öncelikle çocukların doğayla nasıl bağ kurdukları üzerinde durmak gerekir. Çocuklar çok küçük yaşlarda -yaklaşık 3 ile 6 yaş arasında- oldukça meraklıdırlar. Bir köpeğe dokunmaya, farenin kuyruğunu yakalamaya ya da örümceği elinde gezdirmeye çalışabilirler ve asla korkmazlar, ta ki bir yetişkinin bu durumlar karşısındaki korku dolu tepkisine maruz kalana kadar. Yetişkin olarak bizler de bu tepkiyi vermekte haksız sayılmayız elbette. Sokaktaki köpek çok da temiz sayılmaz, fare de sağlıklı bir hayvan değildir, örümcek zehirli olabilir. Evet, dışarıdaki hayvanlar hiçbir zaman yeterince steril olamazlar. Bu noktada duygumuzu fark edip altındaki sebepleri anlamak önem arz eder.
Evde çocuğumuzla fareli kitabı veya oyuncağı hakkında “Evet, bu bir fare ve fareler yeraltında yaşarlar. Üstlerinde hastalık barındıran bakteriler taşıyabilirler. Bu sebeple onlarla aramızda mesafe olmalı, onlara dokunmamalıyız.” diyerek konuşmak daha olumlu bir etki yaratacaktır. Fakat ani tepkiler vererek veya korkutarak doğaya karşı korku ve endişe duymasına sebep olduğumuz bir çocuğun doğayı sevmesini, korumasını, sahiplenmesini beklemek pek de mümkün değil gibi. Okulda da çoğu zaman bu konunun teorik olarak ele alındığını görüyoruz. Sobel “Erken soyutlama sorunlardan biridir. Çok erken yaşlarda, fazlasıyla soyut şekilde eğitim veriyoruz…” diyerek de bu hususun üzerinde durmuştur. Belli bir yaşın altındaki çocuklara sunulan doğa ve çevre istismarı konulu görsellerin ve anlatıların ise çocukları duyarsızlaştıkları gözlemlenmiş. Öyle ki çocukların; güçlerinin yetmediği durumlarla, imkanlarını aşan sorunla karşılaştıklarında, bu sorunları reddettikleri ve görmezden geldikleri belirtiliyor.
Çocuklara yaşadıkları fiziksel dünyayı deneyimleme ve gözlemleme fırsatı vermeden sunduğumuz, nesli tükenmiş canlıların fotoğrafları ya da kutuplarda eriyen buzulların videolarının onlar için pek bir şey ifade etmemesine şaşırmamak gerek.
Yazar kitapta, yüksek lisans öğrencilerine verdiği bir araştırma ödevinden bahsediyor. Öğrencilerinden Steve Moore, ikinci sınıf öğrencileri için gerçekten neyin önemli olduğunu öğrenmeyi amaçlar. Çeşitli konularda 25 tane dergi fotoğrafı seçen Moore, çocuklardan bunlar arasından onlara önemli gelen üç tanesini seçmelerini ve bunlar hakkında konuşmalarını ister.
Çalışmaya birbirine yakın kasabalardaki dört farklı ikinci sınıf grubundan yedi ve sekiz yaşında 40 çocuk katılır. Dört grubun ikisi Dünya’nın uzaydan görüntüsünü, kartalı ve kargayı seçer. Bu iki gruptaki çocuklar gezegeni kurtarmak, kirliliği durdurmak ve kartalların soyunun tükenmesini engellemekten bahsederler. Ayrıca bu çocukların etkinliğe katılmalarına rağmen etkinlikten pek zevk almadıkları gözlemlenir. Diğer iki gruptaki çocuklar ise legoların, beyzbol oynayan insanların, evlerin ve ailelerin resimlerini seçerler. Bu çocuklar ise enerjik ve tartışmalara katılmaya heveslidirler.
Bu sonuçları gören Moore, öğrencilerin öğretmenleriyle görüşür ve ilk iki sınıfta, araştırmadan birkaç hafta önce, yoğunlaştırılmış bir Dünya Günü dersi yapıldığını öğrenir. Duvarlarda yağmur ormanı resimlerinin, her yerde çevre konularıyla ilgili kitapların, hikâyelerin olduğu görülür ve bu sınıflardan biri kısa süre önce, yeni açılan bir çevre eğitimi merkezini ziyaret etmiştir. Diğer iki sınıfta ise Dünya Günü için ciddi bir etkinlik yapılmamıştır. Moore sonuçlara bu gözle tekrar baktığında şunları görmüş:
• Çevre ile ilgili kaygılar konusunda 18 yorum yapılmıştı. Bu yorumların hepsi Dünya Günü dersi alan sınıflardan gelmişti.
• Çevreye değer verilmesi konusunda 16 yorum yapılmıştı. Bunların yedi tanesi Dünya Günü dersi alan çocuklardan, dokuz tanesi ise diğer sınıflardan gelmişti.
• Aileye değer verilmesi konusunda 15 yorum yapılmıştı. Bunlardan bir tanesi Dünya Günü dersi alan çocuklardan, on dört tanesi ise diğer sınıflardan gelmişti.
Moore’un çıkardığı sonuç Dünya Günü sınıfındaki çocuklarda bir tür umutsuzluğun hakim olduğu ve çocukların doğaya karşı duydukları ilginin bir sorunlar denizinde boğulmuş olduğuydu.
Kitapta da söylendiği gibi doğaya değer veren hiçbir yetişkin, doğaya karşı adanmışlığını çirkin bir çevreye karşı duyduğu tepkiden kaynaklı olarak açıklamaz. Nitekim tepkisi çirkinliğe karşı değil, bildiği o güzelliğin yok oluşuna karşıdır. Aynı şekilde çocuklar da önce doğanın güzelliklerini görmelidir. Sobel, şöyle diyor:
“Çocuklardan doğanın yaralarını sarmalarını istemeden önce yapmamız gereken şey, onların doğal dünya ile bağ kurmalarına, onu sevmeyi öğrenmelerine ve içinde rahat hissetmelerine fırsat tanımaktır. John Burroughs ‘Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz. Fakat sevgi önce gelirse bilgi kesinlikle arkasından gelecektir.’ der. Sorun sevgiye dayalı bir ilişkinin gelişmesine izin vermeden bilgi ve sorumluluk duygusu vermeye çalışmamızdır.”
Biliyoruz ki çocuklar yaşlarına göre farklı gelişim özelliklerine sahipler. Bu bağlamda Sobel, çevre müfredatında üç aşama öneriyor: 4-7 yaş arasında doğal dünya ile empati kurma konusuna yoğunlaşılmalı, 8-11 yaş arasında keşfetmek öncelik kazanmalı, 12-15 yaş arasında ise toplumsal eylemlilik daha merkezi hale gelmelidir.
Bu aşamalar hakkında verilen örneklere kısaca değinecek olursak: empati kurma hususunda hikayeler, şarkılar, hayvan taklitleri, mevsimlerin kutlanması ve merak uyandırma gibi yöntemlerin kullanılabileceği; keşfetme döneminde ise yakın çevreyi keşfetmek, bulunduğu yer hakkında bilgi sahibi olmak bunlarla birlikte doğada kendine alan bulmak, küçük hayali dünyalar yaratmak, dere ve patikaları izlemek, hayvanların bakımı, bahçıvanlık ve toprağa şekil vermek temel etkinlikler olabilecekken; toplumsal eylemlilik dönemine hazır olan yaş grubu için okuldaki geri dönüşüm programlarını yönetmek, kuralları uygulamak, toplantılarda görüş bildirmek, okul gezilerine katılmak ve planlamalar yapmak gibi etkinliklerin üzerinde durulmuştur.
80 sayfada ekoloji üzerinden tüm eğitim-öğretim müfredatını sorgulan bu kitap, okuduğum en etkili kitaplardan biri olabilir. Öğretmenler olarak çok kısa zamanda çok iş yapmaya, kısa sürede maksimum performans gösterip maksimum verim elde etmeye, aynı anda tüm değişikliklere hızlı bir şekilde uyum sağlamaya çalışırken günlerin, haftaların, ayların nasıl geçtiğinin farkında değiliz. Sanki bir hızlı trende yol alıyoruz ve manzara öylece akıp gidiyor.
Durmalıyız, durup derinleşmeliyiz. Yazımı Sobel’in de referans gösterdiği Thoreau’nun şu cümlesiyle bitiriyorum:
“Ağaçlar başlangıçta ne kadar yavaş büyürse merkezleri o kadar sağlam olur ve bu insanlar için de geçerlidir.”
- Ekofobiyi Aşmak – David Sobel
- Yeni İnsan Yayınevi
- 80 sayfa
- Çeviri: İlknur Urkun Kelso