5 Soru 1 Yazar köşemizde son dönem Türk edebiyatının en yeni isimlerinden biri olan Varoş’un yazarı Mustafa Yurthan ile söyleştik.
Keyifli okumalar…
Klişe ama kimdir Mustafa Yurthan? Kendinizi biraz tanıtabilir misiniz?
Bir bakkaldır. Genç bir yazar, iyi olduğuna inanan bir aile babası. Kötü bir aile babası da olabilir… İdealist olabilecek bir kişi ya da kendini kandıran biri. Belki de etrafındakileri kandıran biri. Dünya tarihine son olarak gelmiş filozof da olabilir. Sanrılar içinde yaşayan bir kişilikte… Korkak, zayıf. Güçlü, cesur. Sağcı, solcu. Kürt, Türk. Muhafazakar bir komünist ya da inançsız bir mürit. Elimizde ne kaldı kendimizi doğru dürüst tanıtacağımız? Güzel bir cep telefonu, markalı üst baş, jöleli saçlar ve banka kredisiyle alınmış bir arabayla olabildiklerimiz mi gerçek? Okuyanın, kazananın sınıf atladığı, daha nezih bir semte taşındığı bir ortamda geride kalanlardan birisi Mustafa Yurthan. Birçok aydının aptal bunlar dediği bu toplumun bir parçası Mustafa Yurthan. Dindar bir babanın dindar olamamış oğludur Mustafa Yurthan. Bir yanı varlık bir yanı yokluk içinde kalmış bir adamdır Mustafa Yurthan. Umarım klişe bir cevap vermişimdir…
Sizin hakkınızda babanızın ölümünden sonra devraldığınız bakkalı işlettiğiniz yazıyor. Açıkçası beni kitaba en çok çeken şey buydu. Hayatın içinden olan insanların daha iyi ve farklı gördüğünü düşünürüm tıpkı Sait Faik Abasıyanık gibi. Kitapta da “Eve gitmeden şu bakkalda bir nefes alırlar. Bakkal her şeyi bilir. Herkesi günde en az bir defa görür.” Demişsiniz ve çoğu karakterin gizli tanığı, gözlemcisi en çok da abisi konumundasınız. Sizi besleyen bakkal, özellikle de mahalle mi oldu?
Bakkal, doğu ve batı gibi. İyi ve kötü. Babam ve ben… Bir tarafım aydınlığa bakarken bir tarafım karanlığı gördü. Oysa sadece mola vermiştim. Bir bakıp çıkacaktım bakkaldan. 15 Sene geçti… Babamla olan zıtlığımız, toplumla olan uyuşmazlığım hepsi mazide kaldı sonra bakkal, bir edebiyat atölyesine evrildi. İnsan atölyesine… Her şey insandan başlıyor. İyi insan olmanın yolu kötü olmaktan geçiyor. Sanırım biz burada hem iyi insan hem kötü insan olabiliyoruz. Burada her şey samimi, her şey gerçek. Herkes herkesin hayatına biraz katılmış durumda çünkü herkes aynı acının müdavimi… Olamamışlık… İnsan doğuyor, büyüyor, evleniyor, baba oluyor, yaşlanıyor ama o acı hiç geçmiyor… Kendisi olamamanın acısı… Hayat çarşaf çarşaf giydire dursun nafile biz başkaları için kendi hayatımızı ziyan edeceğiz. Peki bu kadar hikaye nasıl oluyor? İyi gördüğümden mi yoksa ben de onların bir parçası olduğum için mi bilmiyorum…
Kısa cümleler, şimdiki zaman ve en çok karakterin iç konuşmaları ile yazmak sıkıntılı bir hadise. En çok da şimdiki zaman kipiyle ve iki eylemsiz cümle bir tasvirle yazmışsınız. Bu kurgu nasıl gelişti? Kitabı yazarken neler yaşadınız?
Henüz yazının çok başında bir insanım. Hala gitmem gereken uzun bir yol var. Üslup olarak kaçınılmaz olarak hep bir şekilde Oğuz Atay ile karşılaşıyorum. Beni en derinden etkileyen ve dilini en sevdiğim yazar… Neredeyse yazım dili olarak emsali yok… Kendi dilimin bir hâl almaya başlaması da biraz Oğuz Atay’dan kaçmamla alakalı… Hâlâ bir çok kişi Varoş’ta Oğuz Atay’ı bulduklarını söylüyorlar. Şimdiki zaman kipi ile ve kısa cümleler yazarak bir metin oluşturmak gerçekten sıkıntı. Öykülerin ilk hallerinde bu sıkıntı çok daha gün yüzüne çıkmış durumdaydı. Okuyucuya çok hoyrat davranıyordu metin. Doğru teşhisle, eyleme dönüşen cümleleri birbirinden uzaklaştırdım ve art arda okunduğunda büyük sıkıntıya yol açan şimdiki zaman kipleri, metin içinde yalnız kaldıklarında bu bağlamdaki etkisini kaybetti. Kısacası tasvirlerin, iç seslerin ve eylem cümlelerinin kendi içinde bir matematiği var. Tabi bunların dışında en önemlisi de Levent Cantek’in elinden son hallerini almış olmaları var.
Mustafa Yurthan’ı değiştiren, anlamlandıran, yazmasını sağlayan kısaca bugüne getiren yazarlar ve eserleri neler peki?
Yazıya başlama serüvenime hiçbir yazarın etkisinde olmadı diyebilirim. Belki biraz varoluşsal bir nedendir ama dallanıp, budaklanmama tabi ki Oğuz Atay’ın muazzam bir etkisi var. 10 sene evvel bir denememi okutmuştum Hasip Akgül’e. Gözlerimin içine bakmış ve şöyle demişti ; “Oğuz Atay ölmemiş olsaydı bu metini senin yazdığına kimse inandıramazdı beni.” Oğuz Atay’dan kaçışım böyle başlamıştı bu sebeple Oğuz Atay’ın bütün kitapları başucu kitaplarımdır ama açmaya çok korkuyorum. Bunun dışında bir çok klasik var tabi. Latin edebiyatını ayrı bir yere koyuyorum. Son 4,5 senedir hep yeni yazarları okumaya gayret gösterdim. Mesela Cem Kalender, bir Oğuz Atay mağduru daha benim gibi. Daniel Alarcon mesela… Kayıp kentin radyosu ve geceleri daireler çizerek yürümek.
Son olarak söyleşi için Ne Okuyorum ekibi adına teşekkür ederim. İleride ne bekliyor Mustafa Yurthan okuyucusunu?
Şimdilik Varoş’un bir devamı olacak, sonrasında ise daha uzun soluklu bir iş yapmak istiyorum.