Elio Vittorini’nin bu kısacık (83 sayfa) romanı 8 kişilik bir ailenin yoksulluğunu anlatıyor. Ailenin tek çalışanı evin oğlu Euclide. Onun da kazandığı -ve zaten az olan- para büyükbabanın yediği ekmeğin parasını ancak karşılıyor. Çünkü, büyükbaba çok ekmek yiyor. Yaşlı ve iri yarı bir adam olan büyükbaba, evin annesi tarafından “fil”e benzetiliyor.
Evin annesi dağlardan hindiba topluyor ve aile onun topladığı hindibalarla karnını doyuruyor. Zaten yarı aç yarı tok yaşayan bu ailenin yoksulluğu, eve gelen bir tanrı misafiri ile daha bir açığa çıkıyor. Hep birlikte akşam yemeği yeniyor. Misafirin yemek için yanında getirdiği küçük balık bölüşülüyor ve biraz da şarap içiliyor. Bazen sofradan aç ama mutlu olarak da kalkılabiliyor.
Elio Vittorini bu kitabında açlığı, yoksulluğu, yoksullukla mücadeleyi gayet sade bir dille okura anlatmış ve kitabın son sayfasına da şöyle bir not düşmüş:
“Bütün yapmak istediğim, bu hikâyede karşılaşılan ekonomik durumların olağan dışı bir şey değil, bugün ülkemizde sık sık görülen bir gerçek olduğunu belirtmektir.”
Kitapta beğendiğim cümleler:
“İnsan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.”
“İnsan hikâyesini anlatmaya başladı mı, sonunu da getirmeli, hem hikâyesini anlatmakla gerçeğe varır insan.”
“Her şey olabiliriz; kaplan, köpek, pire, domuz, dağ, ırmak, mantardan küçük peri. Ama buradaki teyzemizin de buyurduğu gibi, fil de olabiliriz. İri yarı olmuşuz, ufak tefek olmuşuz, fark etmez. Fil bile olabiliriz, kısacası.”