11 Ekim 1999’da yitirdiğimiz Türk köy romanı ve öykücülüğünün en başarılı ürünlerini sunan Fakir Baykurt’u ilk baskısını 1959 yılında yapan Efendilik Savaşı kitabındaki Müfettiş öyküsüyle anıyoruz.
İyi okumalar.
Müfettiş
Yirmi kadar çocukta bit çıktı. Bu da olmasaydı, teftişi başarıyla vermiş sayılacaktım. O zaman müfettişin suratı asılmayacaktı. Kaşları çatılmayacaktı. Böyle bağırıp çağırmayacaktı sınıfın ortasında.
Askerlikten kalma bir alışkanlıkla başımı eğip sustum.
“Ellerimi sabunlayıp dinlenmek istiyorum!” dedi.
Yarım saatin içinde yoruluverdi demek.
İyi kötü bir kilimle iki ince minderden başka eşyası bulunmayan bekâr odama buyur etmek zorundaydım.
Dışarda ellerini yıkadı, içeri girdik. Tuhaf tuhaf baktı odanın içine. Belki oturur umuduyle minderi gösterdim. Burun kıvırdı:
“Şu masanın yanına bir tabure getirsen daha memnun olurum!” dedi.
Gittim, tabure getirdim. Oturdu. Sinirliydi. Yaktığı sigarayı iki sormada bitiriyordu. O öyle sinirli oturuyor, ben ayakta bekliyordum.
Neden sonra başını kaldırıp konuştu:
“Peki, ne olacak bu bit işi?”
“Elimden geleni yapıyorum. Anlatıyorum, öğretiyorum ama bitli geliyorlar.”
Bir kalkındı bana:
“Olamaz efendim!” dedi. “Gelemezler bitli! Bunun burası beylik ahır değil, Cumhuriyet okulu! Cumhuriyet okuluna bitli gelemezler!..”
Sabrım soluğum tükendi:
“Bunlar da Cumhuriyet çocukları Sayın Bayım!..” dedim. “Ama geliyorlar işte!..”
Temelli kızdı bu sefer:
“Gelemezler diyorum ve yasak ediyorum! Yaz defterine: Bundan sonra okula bitli gelinmeyecek! Tedbir alacaksın! Bitin kökünü kazıyacaksın! Anlıyor musun dediklerimi? Önce bit! Her sorundan önce bit sorunu! Bit sorununu çözmedikçe hiçbir sorunu çözmüş sayılamayız, anlıyor musun genç meslekdaşım? Bu ilkel bir ayıptır…”
“Her çocuğa ayrı yatak lâzım. Odun lâzım. Sabun lâzım, para lâzım…”
“Benim üçe beşe aklım ermez! Söyle babalarına, gerekeni yapsınlar. Bitli gelmekte inat ederlerse ceza! Hiç acımayacaksın, kimde bit çıkarca atacaksın ağzına! Bak nasıl temizleniyor hemen!..”
Ayaklarımı birbirine vurdum:
“ Emredersiniz…” dedim.
Edecek sözü kalmamış gibiydi: “İşte böyle…” dedi. “Bu sorun böyle…”
Masamda bir kitap açık duruyordu. Gözüne takıldı.
“Ara sıra kitap da okuyorsun demek?”
“Evet! Bulabilirsem okuyorum…” dedim.
Kitabı aldı, sayfalarını çevirmeğe başladı: “İnsanları Seveceksin ha? Kim yazmış bunu?” Bıraktı, vazgeçti sayfaları çevirmekten. Baş sayfalara döndü. O sinirlilik gene üstündeydi. “Aaa!!..” diye haykırdı ansızın. “Remarque’ın bu! Erich Maria Remarque’ın!..” gözleri kıpkırmızı oldu. Kitap düştü elinde: “Solcudur bu!”
Yanımızda köylülerden Deligöz Ali vardı, sağdan soldan anlar mıydı bilmem?
Ateş almış, tutuşmuş gibi kürderi Müfettiş:
“Nasıl okursun bunu? Nasıl, nasıl, nasıl?..”
“Efendim bu yazar Alman’dır!” dedim.
Yatışacak gibi değildi:
“Ne olursa olsun! Solcudur! Ben bunu bilir, bunu söylerim! Kitapları yasaktır! Daha iki ay önce imzaladığım bir kâğıt: Öğrencide, öğretmede, kimde görürsek, almak görevimizdir.”
Sanat değeri yüksek bir eserdir efendim.”
“Orasını münakaşa edemem şimdi! Ben öyle bir adamım ki, aldığım emre bakarım. Tıpa tıp uygularım onu. Bir harfini bile es geçemem!..”
Ne söylesem böyle kesip atıyordu.
“O solcu, bu solcu, kimi okuyacağız bu memlekette peki?” dedim.
“Cenap’ı oku, Ömer Seyfettin’i, Mehmet Rauf’u oku… Yazar mı yok edebiyatımızda?”
“Onları okurken sıkılıyorum!” dedim. “Çağımızla hiçbir ilişkisi olmayan havada kitaplar… Hoşlanmıyorum onlardan…”
“Öyleyse İngilizleri oku: Sakıncasızdır. Amerikalıları oku. Bol bol çevriliyor bak…”
“Onlara da solcu diyorlar. Geçen hafta Gezici geldi, Steinbeck’i aldı elimden!”
“Steinbeck’i mi aldı? Ne münasebet? Nasıl solcu olur? Stenibeck, her şeyden önce Amerikalıdır. Bütün eserlerini okudum, gayet iyi bilirim, harikadır…”
“Hep mi okudunuz? Bitmeyen Kavga’yı, Gazap Üzümleri’ni hep ha?”
“Okudum tabii… Hele Tütün Yolu’nu, İhtiyar Balıkçı’sını…”
Güldüm! Birden bir ışık gelip geçti gözlerimden. Ama yüreğim küt küt vuruyordu. Enayiliği üstünden akan şu adama bir oyun edeyim diyordum, cesaret edemiyordum.
“Ya işte böyle genç meslekdaşım!” dedi. “Bu damgalı yazarlardan vazgeç de, ne güzel, ne temiz eserler var, onları oku. Bak, köyün de yol üstü. Ben bir şey demesem bile, yarın bakarsın bir vali gelir. Gelmez ama gelebilir. Deniz ateş alır mı? Alması olasıdır. O hesap, valinin de gelmesi olasıdır. Ya da kaymakam, bir mebus… Görürler bu kitapları elinde, başın belaya girer. Hayatını mahvedersin. Mapusanelerde çürürsün ömrün boyunca. Biliyorum temiz adamsın. Aydınsın. Ama yalnız aydın olmak, yalnız temiz olmak yetmez. Temiz olduğunu göstermen gerek. Sen gösteremezsen hükümet ne bilecek senin temiz olduğunu? Temiz adamı, temiz olmayan adamdan nasıl ayıracak. Remil mi atacak? Ne diyordum? Temiz adam hükümetin yap dediğini yapar, yapma dediğini yapmaz. Bak mesela ben temizim ve böyleyim: Yap dediğini yapıyorum, yapma dediğini –karşıma mezardaki babam gelse- yapmıyorum. Hükümet çünkü… çünkü…”
Bu yenilmez yutulmaz öğütleri terleyerek dinliyordum:
“Peki efendim!” dedim. “Ne de olsa benden büyüksünüz, kafanız da iyi çalışır. Bundan sonra bu solcu herifin kitaplarını okumayacağım!”
“Hatta evinde bulundurma: Yak!..”
“Yakacağım…”
“Benim söylediklerimi oku! Mesela Steinbeck gerçekten harikadır. Ben onun bütün eserlerini okudum: Çanlar Kimin İçin Çalıyor?, Allaha Adanan Toprak!..”
İlmik atma isteği şahlanıyordu içimde:
“Garp Cephesi’ni de okudunuz mu efendim?”
“Ne diyorum sana? Bütün kitaplarını okudum. O da güzeldir! Ama onu okuyalı çok oluyor. Pedagoji Enstitüsü’ndeydim galiba. Mamafih, elde edebilirsem bir daha okumak isterim…”
Yavaş yavaş ağıma yaklaşıyordu:
Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitaplığımda vardı. Kapağına gazete çekmiştim.
Kitabı alıp, “Buyurun!” dedim.
Olağanüstü bir coşkunlukla:
“Teşekkürler! Teşekkürler!..” diye bağırdı.
“Götürür okursunuz.” Dedim. “Ben ilçeye indiğimde alırım.”
Bitleri, bitli çocukları unutmuştu:
“Eksik olma!” dedi. “Teşekkür ederim! Steinbeck harikadır! Çok severim…”
“En güzel eseri budur!” dedim.
“Evet… Bir daha okuyacağıma seviniyorum. Savaş denen nesneyi onun kadar realist açıdan anlatan yazar hatırlamıyorum…”
Kitabı elinde sallayarak konuşuyordu. Açsa kapağını… ah şöyle bir kaldırsa!…
“Hele ilk cümlesi çok güzeldir efendim…” dedim.
“Okuyalım o cümleyi!” dedi.
Kapağı kaldırdı, üçüncü sayfa açıldı; olmadı.
“Çevirisi fenadır yalnız. Hem de epeyce eskidir…”
“Kaçta basılmı? Tarihine bakalım…”
İlk sayfayı çevirdiği zaman şafak attı yüzünde:
“A!.. A!.. Remarque!.. Bu da mı Remarque’ın? Bir yanlışlık olacak?..”
“Evet Müfettiş Bey, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok… bu da Remarque’ın…” dedim usulca.
Kitap düştü elinden. Fırladı kalktı bu:
“Evet… Evet genç meslekdaşım!” dedi. “Evet, bit sorununu hemen çözümlemenizi istiyorum sizden. Önce o! Çalışmalarınızı bu sefer zayıf olarak göstereceğim raporumda. Okuduğunuz kitaplar konusunda da dikkatli olmanızı tavsiye edeceğim…”
Bu sefer başımı eğmeden:
“Nasıl isterseniz öyle yapın, bence önemi yok Sayın Bayım!..” dedim.
Efendilik Savaşı – 1959
Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir’dir) Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de doğdu, doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılının haziran ortası olduğu varsayılmaktadır: “1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır…” Tahir Baykurt’un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli’dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu’na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye’ ye götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy’e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü’ ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe’ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
“ | …Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu… | ” |
“ | …Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı… | ” |
Bu yıllarda Bursa Cezaevi’nde olan Nazım Hikmet’in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet’in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
“ | …Kitaplıkta Nazım Hikmet’in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Denizli Çivril’in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım’ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum. | ” |
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir’ de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi’ nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda once şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki birçok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir veYeşilova’ nın Kavacık Köyü’ ne öğretmen olarak atanır.
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım’la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez ameliyat olur. Öğretmenliği Dereköy’e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve kovuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ ne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi’ nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü’ nü de başarı ile bitirirerek Hafik’te açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu’na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü, Cumhuriyet gazetesinin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri’nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet gazetesi kovuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlar. Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu’na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitabevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet’teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü’nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları veYılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960’ta Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır.
1961 ve 1962 yıllarında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca’nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek, Bloomington’daki Indiana Üniversitesi’nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarcaya çevrilir ve kitapları Bulgaristan’da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca’nın Dirliği de Almanya’da, Die Racheder Schlangen adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusçaya çevrilir.
1965 yılında TÖS’ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü’ nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusçaya çevrilir. Yazıları ve TÖS’ teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep’ in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS “Devrimci Eğitim Şurası” nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS “Büyük Eğitim Yürüyüşü”nü bir sene sonra daGenel Öğretmen Boykotu’ nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa’dan Ankara’ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri’ ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
1971’de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi’ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt’un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü’nü kazanır. Askeri Yargıtay’da TÖS Davası’ndan beraat eder. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü’nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç’te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı’na katılır ve Almanya, Hollanda veİsviçre’ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları’nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü’ nü kazanır ve Kültür Bakanlığı’na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri detiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya’da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya’ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ’de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları’nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan’dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, “Avni Dilligil En Başarılı Yazar” ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da “En Başarılı Oyuncu” seçilir. Rur Havzası’nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar “İsmet Küntay Ödülü” kazanırlar. Tırpan’daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal “Ulvi Uraz Ödülü”nü kazanır.
1981’de Sakarca İsveç’te çizgi film yapılır ve Macarcaya da çevrilir. DDR’de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan’da da kitap olarak basılır.
Kaplumbağalar filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre’nin Neuchatel şehrine gider. Almanya’daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri Gece Vardiyası adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de Barış Çöreği adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda’da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında Yüksek Fırınlar kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç’la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana’ya giderek Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Yurtluğu’nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü’nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca’nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye’de “Barış Derneği İkinci Davası”nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI’nin Yazın Ödülü’nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg’ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi’nin yönetiminde görev alır. Duisburg Treni adlı eseri basılır. Kopenhag’ta Dünya Barış Kongresi’ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nazım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugünLiteraturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi’ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart’ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.