Çevirmen Bengi De Sa Matos Paixão ile çevirilerini yaparken bağ kurduğu yazarların kitaplarına çalışma evrelerini, son çevirisi Lina Meruane’nin Bir Sinir Sistemi Romanı romanını, romanın içerisinde yer alan baş karakter Ella’nın hayatına okurdan daha çok dahil olmanın yarattığı hisler hakkında konuştuk.
Sonunda bir araya geldiğimiz o an. Sizinle şu zorlu hayatı yaşarken destek aldığımız o dalı, kitapları, konuşacağımız için çok mutluyum. Adınızı ve çevirilerinizi José Eduardo Agualusa’nın Timaş Yayınları etiketiyle yayımlanan Yaşayanlar ve Diğerleri ile Bukalemunlar Kitabı adlı kitaplarında görmüş, okumuştum. Ama tabii yalnızca bunlarla sınırlı değil çevirileriniz. Aynı yayınevinden gidecek olursak oldukça gerçekçi bir yanı olduğunu düşündüğüm için bende özel olan Julian Fulks’un Direniş adlı kitabının, Fernando Pessoa’nın Sia Kitap etiketli Anarşist Banker ve Şeytanın Saati adlı kitabının, yakın zamanda Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün finale kalan dört kitabı içerisinde yer alan Jose Saramago’nun Dul adlı kitabının çevirisi size ait. Çeviri yapmak maharetli bir iş. Hep söylediğim gibi başka bir dille kendi dilimiz arasındaki köprü adeta. Yazarı anlamamız için de en büyük etmenlerden biri çevirisi bence. Nasıl yapıyorsunuz çevirilerinizi? Bir yazarın dünyasına okurundan daha çok dahil olmak nasıl hissettiriyor sizi?
Merhaba sevgili Öyküm! Sizinle edebiyat hakkında sohbet etmek benim için de oldukça eşsiz bir tecrübe. Ben çevirilerimi yapmadan önce yazarı araştırırım, bulabilirsem röportajlarına bir göz atarım. Yazarın hayatını, tecrübelerini az da olsa öğrenmeden çeviriye başlamak tehlikeli geliyor bana. Kullandığı dili kendi dilimize aktarabilmem için önce yazarın üslubuna, niyetine hakim olmalıyım. Kısacası, yazara sadık kalmalıyım, onunla duygusal bir bağ kurmalıyım. Çeviride bu yolu izleme nedenim ise yazarlar aracılığıyla tarihi, felsefi, toplumsal konulara farklı bir gözle bakabilmek, hayata karşı daha derin bir kavrayış geliştirebilmek… Bu, işin zorluğuyla başa çıkma yolum diyebilirim. Yoksa ekran ve klavye başında saatler geçirmek hem zihnen hem de bedenen yorucu olabiliyor. Yazarın dünyasına okurundan daha çok dahil olabildiğim için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum.
Ülke gündemini meşgul eden bir haber yayıldı biliyorsunuz; yayınevlerinin çoğu çeviride yapay zekayı ve insansız çeviriyi kullandığını kabul etmesi üzerine. Ben bu konu da dahil belli başlı birkaç konuda oldukça ilkel düşüncelere sahibim. Elbette teknolojinin hayatımıza bir şekilde girmesi gerekiyordu. Fakat çevirmenin ince işçiliğini zedelediğini düşünüyorum yapay zekanın çevirmen olarak tercih edildiği bu çalışmalarda. Siz bu konu hakkında bir çevirmen olarak ne düşünüyorsunuz? Sizce yapay zekanın çeviri yapabilmesi ile bir çevirmenin çeviri yapması aynı kulvarlarda sayılmalı mıdır?
Bu oldukça karmaşık bir konu. Yapay zeka, çeviri sürecine katkıda bulunabilir, tıkandığınız yerlerde size yeni bir bakış açısı sunabilir, yardımcı olabilir fakat asla ama asla başlı başına bir kaynak olarak kullanılamaz, çevirmenin yerini alamaz. Bizler, duygusal ve kültürel bilgi ve birikimlerimiz sayesinde tutarlı çeviriler üretebiliyoruz. Metinde esnek davranabilmek ve yaratıcılık insanlara özgü bir yetenek. Bana göre, böylesine “insani” kabiliyetleri yapay zekadan, en azından şu an için, beklemek söz konusu bile olamaz.

Aslında José Eduardo Agualusa’nın kitapları Türkçe yayımlandığında tanışmıştık sizinle. Fakat bugün burada konuşuyor olmamızın sebebi Lina Meruane’in Bir Sinir Sistemi Romanı adlı kitabı. Çevirisini üstlendiğiniz bu kitabı konuşacak olmamızdan dolayı ayrı bir heyecan duyuyorum. Çünkü biz iki kadın, karşımızda bir kadın yazar ve kitabın içerisinde bizi etrafında döndürüp duran o karakter de bir kadın. Kitabın ayrıntılarında kendimi kaybettiğim kadar sizi de kaybetme yoluna itmeden önce sormak istiyorum. Bir Sinir Sistemi Romanı’nı okudunuz, çevirdiniz. Neler hissediyorsunuz? Bu kitabı elinize aldığınızda zihninizi meşgul eden düşünceler neler oluyor?
Nereden başlasam bu kitabı anlatmaya… Lina Meruane’in anlatımı ve şahsına münhasır dili beni gerçekten zorladı. Kitabı okurken, sürekli olarak insanların hayal güçlerinin ne kadar farklı ve zengin olduğunu, zamanın aslında doğrusal olmadığını düşünürken buldum kendimi. Araya tatlı bir bilgi sıkıştırayım, aslında kitaptaki ana karakterlerin isimleri yok… İspanyolca’da “El” (erkek) ve “Ella” (kadın) terimleri hem cinsiyet belirtir, hem de üçüncü tekil şahıs zamiri (O) olarak kullanılır. Türkçe gramatik yapısı gereği İspanyolca’dan oldukça farklı bir dil. Bu farkı en aza indirgemek ve sürekli “o” yazarak kafaları karıştırmamak adına, “El” ve “Ella”yı özel isim olarak kullanmaya karar verdim, sevgili editörümüz de mantıklı buldu ve ortaya farklı, güzel bir iş çıktı. Kadın deneyimine odaklanan ve bir tür kimlik arayışının ele alındığı bu romanın çok katmanlı ve derin bir okuma deneyimi sunduğu görüşündeyim. Kolay bir roman değil, okura çok iş düşüyor. Akılda kalan, kalbinize saplanan cümleler kullanılarak kaleme alınmış, konuşmadığımız şeyler hakkında söyleyecek çok şeyi olan ama bunu kısa ve öz bir şekilde dile getirmeyi başaran, huzursuz bir eser.
Kitap içerisinde astrofizikçi Ella’nın doktora tezini yazması için gerekli boş vakti bulabilmek için hasta olmayı ölmüş annesine dua ederek temenni etmesi ve gerçekten de yaşadığı omurga ağrısından dolayı ciddi bir hastalığa sahip olması ile başlayan büyük bir sarmalın bir ucunu bize veriyor aslında. Ella’yı ilk düşündüğüm ana gidiyorum, açıkçası ilk başlarda kendisinden hiç hazzetmemiştim. Bu bencillik bünyeye fazla değil mi, diye söyleniyordum. Kitabın sonunda haksızlık ettiğimi fark ettim. Kanserden dolayı kaybettiği aile üyelerinden sonra deli gibi korktuğu kanserin uçurumuna bu kadar yaklaşıp fakat yine de o tezi yazamıyor ya… Muazzam bir korku tüneli. Yüreğim ağzımda okudum kitabı. Fakat daha çok sizin Ella ile ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. Çevirmenin gözünden Ella nasıl biri? Sevebileceğiniz bir karakter miydi yoksa çevirirken böyle içten içe sıkıldınız mı kendisinden?
Ella, sevmesi zor, biraz da sıra dışı, dağınık, güven vermeyen, kaotik bir karakter, ben kendisiyle arkadaş olmazdım mesela! Beni yorsa da, zamanla ben de kendisiyle bir bağ kurmayı başardım çünkü kitabın sonlarına doğru, bunca sızlanmanın, aforizmanın nedenini anladım. Geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasındaki mesafenin, sandığımız kadar uzun olmadığını gösterdiği için teşekkür ediyorum Ella’ya.
“Yanmak istemek. İki eli havada asılı halde, bir yudum aldığı küçük parafin kutusunu tutmuştu. Beş yaşındaki bedeni, büyükannesinin şöminedeki turuncu ve mavi alevleri körüklemek için kullandığı yakıtın tadını alamamıştı.” Ella’nın en büyük dileği yanmak istemekmiş. Tezi yazmak için dileyebileceği en korkunç dilek ne ise onu dilediği gibi beş yaşında da aynı büyüklüğü göstermiş. Şans o ki, ne kadar saçma olursa olsun gerçekleşmesinin bir yolunu buluyor. Sizin Bengi olarak en büyük dileğiniz neydi, şöyle bir dönüp geçmişinize de bakın. Gerçekleşti mi Ella’nın dilekleri gibi?
Benim Ella kadar tuhaf dileklerim olmadı hiç. Kendi kıyafetlerini tasarlayan bir rock star olmaktı çocuklum hayalim, sanırım hala değişen bir şey yok! Çocukluk hayalleri bir yana, en büyük dileğim elimi attığım her işte başarılı olmak. Emeklerimin karşılığını almaya başladım ama yol uzun.
Bir Sinir Sistemi Romanı içerisinde en etkilendiğim kısım, Ella’nın ölen annesinin ardından yeniden evlenen babasının ikinci eşi de kansere yakalandıktan sonra doktorunun göğüslerini almak zorunda olduklarını söylediği ve isterse yerine silikon yerleştirebileceklerini söylediği yerde başlıyor. İkiz çocukları da kendisiyle birlikte muayene odasına giriyor ve göğsüne takılabilecek silikon boyutlarına bakıyorlar. Çocuk diyorum ama elbette yaşları bu aptallığı yapmamaları gerektiğini bilecek kadar büyük. Annesini muayene odasında sanki doğum günü kutlaması çekermiş gibi videoya aldıkları o anın acımasızlığını unutamıyorum. Beni etkileyen, kendimi orada kadının yerini koyduğumda hissettiğim acı ile bir okur olarak hissettiğim acının bir karışımı. Dinlediğim ve romanı sık sık anımsadığım bir şarkının da dediği gibi sahiden “Bu çılgınlık öldürür.” Siz en çok kitabın neresinde etkilendiğinizi hatırlıyor musunuz?
Bahsettiğiniz sahne benim de kafamı çok kurcaladı… Beni en çok Ella’nın kendisiyle olan çatışmaları etkiledi aslında. Herkesin sevebileceği bir karakter olmasa da, yazar onun iç dünyasını o kadar güzel anlatmış ki kendinizi akıntıya bırakmamak mümkün değil. Benden farklı düşünceleri, hayatı, geçmişi olan bir karakteri derinlemesine keşfetmek oldukça etkileyiciydi.
Bir Sinir Sistemi Romanı; aile ilişkilerinde iletişimden daha önemli olan şeyin bağlar olduğunu gösterdi bana. Bu bağlar gönülden bağlanmaktan da öte biraz kaderle ilintili bir bağ gibi. Lina Meruane olsaydı belki de “Genetiktir o kader dediğiniz şey.” derdi. Çok acımasız bir kitap orası kabul. Kan, biyoloji, anatomi, çocukken oynadığım hamur gibi parçalanıp parçalanıp atılan ve konuşulan o şeyler insan bedenine ait… Bana kalırsa zor bir kitap çevirmişsiniz. Çeviriyi bitirdiğinizde neler hissettiniz? Mesela birkaç gündür çektiğim baş ağrısı ve uykumu alamamış gibi hissetme halimi kesinlikle Ella’nın ruh halinin bendeki yan etkisi olarak yorumluyorum ben. Bundan sonraki çevirileriniz ne durumda? Bizi yeniden böyle etkileyecek kitapların geleceğini umarak sorularıma son verirken Şilili bir yazarla aramızda kurduğunuz köprü için çok teşekkür ediyorum kendi adıma.
Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Bir Sinir Sistemi Romanı karmaşıklığı, derinliği, ele aldığı konular ve dili nedeniyle zorlu bir deneyimdi ama bana çok şey kattı. Herkesin benimle aynı düşüncelere sahip olmadığını ve bunda bir sorun olmadığını bana bir kez daha hatırlattı.
Bundan sonraki çevirilerim arasında oldukça çeşitli ve farklı konuları işleyen yazarlar var, bir çoğu ilk kez Türk okurlarla buluşacak olan isimler, çok heyecanlıyım. Okurlarla yazarlar arasında köprü görevi görmenin ve farklı kültürlerin edebi değerlerini dilimize aktarmanın ne kadar değerli olduğunu bildiğimi ve bu görevi son derece ciddiye aldığımı da bilmenizi isterim. Hayatınızda iz bırakacak daha nice yazar ve eseri Türkçe’ye kazandırmak dileğiyle…