Arkadaşlarla Sohbetler serisinde hayatlarında kitaplara oldukça önem verdiklerine şahit olduğum arkadaşlarımı misafir edeceğim. Bu misafirliklerinde okudukları ve kendilerinde farklı noktalara değindiğini hissettikleri kitapları seçmelerini ve hazırladığım kalıp sorulara seçtikleri her bir kitap için cevap vermelerini isteyeceğim. Kitap tavsiye etmenin yanı sıra tavsiye edenlerin hayatlarında sızlayan noktaları da öğrenmiş olmanın değerini biliyor ve bunu çoğaltmak için Arkadaşlarla Sohbetler serisini başlatıyorum.
Umarım en az benim kadar keyif alırsınız. İyi okumalar. 🖤
Bağlar, Domenico Starnone
Çeviri: Meryem Mine Çilingiroğlu
Yüz Kitap, 2018
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Arka kapak yazısını okuduğunuzda elinizde romantik ilişkilere dair bir kitap tuttuğunuzu sansanız da sayfaları çevirdikçe merkezdeki romantik ilişkilerden etkilenen, sarsılan birçok bağ olduğunu kavrıyorsunuz. Bir ilişkinin, sonuçlarını yalnızca sayılı kişiler arasında doğurmadığı çok güzel ve gerçekçi şekilde anlatılıyor Bağlar’da. Hayatta herkes ve her şey birbirine öyle sıkı sıkıya bağlanmıştır ki ne kadar farklı görünseler de çoğu zaman onları ayrıştırabilmek mümkün değildir, yeterince iyi çözümlendiğinde ise her şey bizi zaaflarımıza götürür, der gibidir Starnone. İnsanın belki yıllarını alan bu haklı özetin daha ilk sayfalarda okura sunulması beni çeken o “şey” oldu, diyebilirim.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Aldo ve Vanda’nın evin kayıp kedisi Labes hakkında konuştukları sahnede olmak isterdim. Vanda’nın çok sevdiği kedisine Aldo’nun verdiği Labes isminin Latincedeki anlamlarını Vanda ile birlikte öğreniyoruz bu kısımda. Vanda’nın Aldo’yla ve kendisiyle -bir bölümünü aşağıda naklettiğim- yüzleşmesine şahit olmak isterdim.
“Ben kediyi sevgiyle çağırıyordum, sen de benim anlamını bilmediğim o ismin olumsuzluğunun ev boyunca nasıl yankılandığını duyup eğleniyordun: Felaket, talihsizlik, kir, yüz karası, utanç.Bana utanç dedirtiyordun.” (s. 110)
“Labes, evet, haklısın. Bu oyunu yıllarca, on yıllarca oynadık ve bunu bir alışkanlık haline getirdik: Yıkım içinde yaşamak, utançtan keyif almak, bizi birbirimize yapışık tutan bu oldu. Neden peki? Belki çocuklar için. Ancak bu sabah bundan artık eskisi gibi emin değilim, kendimi onlara karşı da kayıtsız hissediyorum. Seksenime yaklaştığım bu zamanda, hayatımdaki neredeyse hiçbir şeyi beğenmediğimi söyleyebilirim. Seni beğenmiyorum, onları beğenmiyorum, kendimi beğenmiyorum. Senin gitmenin o kadar gücüme gitmesinin nedeni belki de buydu. Kendimi salak gibi hissettim, senden önce gitmeyi başaramamıştım.” (s. 111-112)
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Kitapta karşılıklı konuşmayan iki isim Vanda ve Lidia. Onları bir araya getirmek ve dinlemek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
İnsanın neredeyse her sözünün, hareketinin hatta eylemsizliğinin de altında zaaflarının yattığını biliyorum. Münferit olayları, hayatı da böyle algılıyoruz. Kitaptaki bu tespiti ben de haklı buluyorum, diyebilirim.
Bağımlılık, Tove Ditlevsen
Çeviri: Leyla Tamer
Monokl Yayınları, 2022
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Bağımlılık, otobiyografik Kopenhag Üçlemesi serisinin üçüncü kitabı. Serinin ilk kitapları Çocukluk ve Gençlik’te Ditlevsen’in ailesini, içinde büyüdüğü sosyal çevreyi, ondan ne beklendiğini ve bu beklentiyi karşılayabilmesi için ona -her ailede olduğu gibi- nasıl bir yolda yürümesi gerektiğinin de aşılandığını okumuşken başlıyoruz Bağımlılık’a.
“Belki dünyada yol alabilmem için Viggo F. ile evlenmeme gerek yoktu. Belki bunu sadece annem ölesiye istediği için yaptım.” (s. 7)
Ditlevsen bu kitapta, geçmişten getirdiği yüklerden arınıp kendi hayatına istediği şekilde yön vermek isteyen ancak bunu nasıl yapacağını bilemeyen genç bir kadını anlatıyor bizlere. Bir süre sonra yetenekli bir yazar olduğunu anlıyor, çok okunuyor ancak yine de birçoğunun “hediye” olarak nitelendirmekte gecikmeyeceği bu yeteneğiyle bile ne yapabileceğini bilmiyor. Elindekilerle ne yapacağını bir türlü bilemeyen insanın dupduru anlatımı kitapta beni çeken o “şey” oldu, diyebilirim.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Ditlevsen hastaneye yatırıldığında Jabbe ile birlikte çocukların yanında kalmak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Tove ve Ebbe’yi karşıma almak isterdim. Bir ilişkiyi, evliliği sürdürebileceklerine inanmasam da elimden geleni yapıp bir arada kalmalarını sağlayarak Tove’nin Carl ile evlenmesine engel olmaya çalışırdım. Böylelikle Tove bir bağımlıya dönüşmez ve yıllar sonra da intihar etmez diye umarak…
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Burada okuduğum sorunlu ilişkiler, başka birkaç romanla birlikte, ikinci kitabımı yazarken bana ilham oldu. Aşina olmadığım duygular bir kitaba dönüştü. Bunu sayabiliriz bence.
Kireç Ocağı, Thomas Bernhard
Çeviri: Esen Tezel
Yapı Kredi Yayınları, 2020
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitapta, tekerlekli sandalyeye mahkûm eşiyle birlikte yaşadığı metruk bir kireç ocağında işitme deneyleri yapan Konrad’ın “İşitme” başlıklı başyapıtını yazmaya hazırlanması, eşini öldürmesi ve sonrası anlatılıyor.
Doğru ile yanlış, iyi ile kötü, akıl ve delilik gibi sınırları kesin olarak çizilemeyen, geçişken kavramlar ustalıkla sorgulanıyor Kireç Ocağı’nda. İnsanlarca dışlanan deliliğe kucak açılması ve aklın getirdiği yüklerden azat olmanın, delirmenin/deli olmanın içten içe arzulanması, bu isteğin okura da aşılanması kitapta beni çeken o “şey” oldu, diyebilirim.
“Hiçbir şey, bir anda zırdeli olup böyle korkunç bir yükten kurtulmaktan daha kolay olmazdı. Pat diye zırdeli olmak, önce deli olmadan, doğrudan zırdeli olmak.” (s. 55)
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Konrad’ın, eşi Bayan Konrad’ı öldürdüğü bölümde olup cinayeti engellemeye çalışmak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Kitapta Konrad ile eşi Bayan Konrad’ın diyaloglarına ilişkin bölümleri çok severek okudum. Onları karşıma almayı, aşağıda naklettiğim kısım konuşulurken orada olup dinlemeyi isterdim.
“İnceleme üzerindeki çalışmasından bahsettiğinde karısı genellikle pat diye diyormuş ki, Sen kesin tanınmış bir doğa bilimci olurdun, Konrad politik bir şey söylediğinde diyormuş ki, Sen kesin tanınmış bir politikacı olurdun, Konrad ona Francis Bacon’ın sanatının değerini açıklamaya çalıştığında diyormuş ki, Sen kesin büyük bir sanatçı olurdun. Fakat böylece, ki bunu söylemiyormuş ama Konrad anlıyormuş, Konrad’ın hiçbir şey olamadığını kastediyormuş, bir deli, ama bir deli neymiş ki…” (s. 122)
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Karmaşık görünen şeylerin sandığımızdan hatta “karmaşık değil” diye nitelendirdiklerimizden çok daha basit olduğunu, hayatın bir aşamasında ben de kavradım. Kitaptaki bu tespiti ben de haklı buluyorum, diyebilirim.
“Fakat aslında her şey çok daha karmaşıkmış, çünkü temelde insanın düşündüğünden daha basitmiş, bu nedenle insan hiçbir şeyi netleştiremiyormuş.” (s. 51)
Olay, Annie Ernaux
Çeviri: Siren İdemen
Can Yayınları, 2023
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Otobiyografik romanlar yazan Annie Ernaux’nun kitaplarının bana göre en vurucu özelliği, son derece natüralist şekilde okuru rahatsız etmesi. Olay’da istenmeyen bir gebelik, yasa dışı kürtaj ve bunun hiçbir zaman yalnızca kadını ilgilendiren bireysel bir mesele olarak algılanamayışı anlatılıyor.
İstenilmeyen bebek hakkında Ernaux’nun aklından geçen alelade bir şeyden bahsediyormuş gibi hissiz, çoğu zaman katı ve gerçek sözleri, ömrünü dolduran mücadeleleri boyunca insanın tek başına olduğu ve hayatın kim ne yaşarsa yaşasın akmaya devam ettiği gerçeği beni çeken o “şey” oldu, diyebilirim.
“Hafif ağrılar. Bu ceninin ölmesi ve dışarı atılması ne kadar sürecek merak ediyorum. Bir mızıka ‘La Marseillaise’ çalıyor, üst katta gülüşmeler. Hayat bu işte, bütün bunlar…” (s. 60) ♥
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Üç aylık ceninin doğduğu o gece yarısı, üniversite yurdunda Ernaux’nun yanında olmak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Annie Ernaux ve yasa dışı kürtajı yapan Bayan P.-R.’yi karşıma alıp kitapta anlatılan kürtaj bölümünü onlardan dinlemek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Hayatın her koşulda devam edebilmesine hep çok şaşırmışımdır. Aynı sabaha uyananlar, aynı yolu yürüyenler, aynı havayı soluyanlar hatta aynı ailede büyüyenler bile asla aynı günü yaşamıyor ve dünyanın sonunun geldiğine hükmettiğimiz zamanlarda bile bizim küçük hayatlarımız bu düzeni biraz olsun aksatamıyor. Ernaux’nun her satır arasında okura duyurduğu bu gerçeği ve onu kabullenmiş olmayı ben de çok seviyorum.