Erdem Yayınları’nın kültür edebiyat bölümü nasıl kuruldu, nasıl bir düşünce nihayetinde ortaya çıktı, bize biraz bahseder misiniz?
Çocuk edebiyatı alanında köklü bir yayınevi Erdem Yayın Grubu. Ebubekir Erdem’in “Öyle kitaplar yapmalıyım ki çocuklarım okusun, içime sinsin.” diyerek başladığı bir oluşum. Yayınevi kurulduğundan beri okuma yolculuğuna bizimle birlikte devam eden o çocuklar büyüdü ve kendilerine “Şimdi ne okuyalım?” sorusunu sorduklarında onlara sunabileceğimiz kitaplar olsun düşüncesiyle de kültür edebiyat yayıncılığımız başladı. Yine aynı okuyucuya aynı kitleye yetişkin kısmına yönelik kitaplar üretmeye başladık. Bu alanda da okunabilecek kitaplar, diziler üretilmeye başlandı. Artık gençlik ve yetişkin de var.
Aşağı yukarı iki üç senelik bir hareket olduğunu biliyorum.
Evet, iki yılı doldurduk. Üçüncü yıla başladık.
İlk kitabınızdan bu yana neler yayınlandı?
Daha çok edebiyat yayımlıyoruz. Yurt içinden ve yurt dışından… Yurt dışını önemsiyoruz. Yurt dışı çevirilerde de ödül almış kitaplar, Türkçeye kazandırılmamış eserler, kurgusal olarak iyi olan ama yine aynı çizgide devam edebilen, lise sondan itibaren normal yetişkin bireylere kadar okunabilecek kitaplar seçiyoruz.
Kitapları nasıl seçiyorsunuz? Belirli bir kriteriniz var mı? Yayın politikasını nasıl belirliyorsunuz? Dışarıdan dosya alıyor musunuz?
Dışarıdan gelen dosyaları değerlendiriyoruz, kocaman bir havuzumuz var. Eğer kurgu arıyorsak, edebiyat arıyorsak önce onun düzgün bir sinopsisinin yazılıp yazılmadığına bakıyoruz. Sinopsisi yazılmamışsa kafamızda soru işareti oluyor. Acaba dosya nasıl diye? Biz üslup arıyoruz. Kurguda birbirinin aynı, taklidi, benzeri olan eserleri istemiyoruz. “Bunun niye basayım?” diye düşünüyorsunuz böyle eserlerde. Aynı şeyi çok farklı şekillerde, farklı dille, kurguyla anlatmıyorsa, yenilik getirmiyorsa, tekrar basmanın bir manası da olmuyor.
Şu zaman kadar yaptığınız diziler neler? Yakın dönemde bu tarz diziler planlıyor musunuz?
Yakın dönemde sinema kuramından başlayacağız. Her yaş grubuna hitap edecek bir formatta diziler planlıyoruz. Daha kuramsal olandan başlayıp, başlangıç okurlarına hitap edecek şekilde planlamalar yapıyoruz. Antolojiler yapıyoruz, bunu önemsiyoruz yayınevi olarak. İran, Balkan, İngiliz, Arap edebiyatı, Mısır, Suriye antolojileri… Daha önce buraya getirilmeyen, çevrilmemiş ya da çok eskiden gelmiş fakat unutulmuş eserler… Günümüz edebiyatında hiç basılmamış eserleri tercih ediyoruz. O edebiyatların ince damarlarını bulmaya çalışıyoruz, bizim okur kitlemize hitap edecek işler arıyoruz.
Aslında zor bir iş, o edebiyata tamamen yabancı olunan bir ülkenin yazarlarından kitap bulmak.
Bu tamamen yazarı deşmek demek. Diğer eserlerini de araştırmak demek. Yorucu ve zahmetli bir iş. Bu nedenle yolumuz uzun.
Kolaya kaçmaktan ziyade, nitelikli bir iş arayışı…
Tabii, doğal olarak nitelik arıyoruz. Şu an bastığımız kitap sayısının iki katı kadar reddetmek durumunda kaldığımız dosya olmuş . Her kitaba olumlu yaklaşamıyoruz.
Peki şu an masanızda neler var? Yakın dönemde neler yayımlamayı planlıyorsunuz?
Sadık Yemini var, zaten Sadık Yemni bir Erdem yazarı. Bu kitaplarla son gençliğe hitap edecek kitaplar basmaya çalışıyoruz. İran ve İngiliz antolojisi var masamızda. Yakın dönemde biraz önce de dediğimiz gibi sinema kitapları var.
Yayımlanmış kitaplarınız arasında eminim hepsini sahipleniyorsunuzdur ama sizi çok etkileyen kitaplar olur ya, bu çok iyi bir işti, dediğiniz kitaplardan bahsetseniz. Bundan sonraki süreçte bu tarz kitaplar gelecek mi?
Benden Öte isimli bir kitabımız var. Kitaba çalışırken de anlatırken de çok etkilendiğimiz bir kitaptı. Pakistanlı bir yazarın romanı. Batının birinci, ikinci, üçüncü dünya olarak ayırdığı ve kendi modernlik düşüncesini bu ülkelerin insanları üzerine yaymasını eleştiren, aynı zamanda kapitalist bir sistem eleştirisi… O ülkelerdeki insanların kendi kültürlerini yaşarken sizin düşündüğünüz gibi ikinci sınıf ya da üçüncü sınıf bir ülke olmadığını anlatıyor. Çünkü medeniyet ya da kültür dediğimiz şey biriciktir ve herkese özeldir. Bunu kurgu içerisinde veren, derdi olan, bakış açısı belli olan bir kitap. Bunu çok etkili bir şekilde anlatıyor. Bu tarz derdi olan kitapları seçmeyi tercih ediyoruz. Sadece edebiyat yapmıyor. Bir şeyler anlatıyor. Bugün sadece yaprağa bakarak da edebiyat yapabilirsiniz ama bize bir şeyler söylemeniz lazım. Topluma bir şeyler söylemesi önemli.
Peki öyküleriniz…
Öykü kitaplarımızdan Zeki Bulduk’un kitapları çok farklı ve etkileyici kitaplar. Zeki Bulduk’un öyküleri yaşadığımız siyasi ve sosyal olaylara dokunduğu için önemli. Bizim yaşadığımız, sizin yaşadığınız, komşunuzun yaşadığı olaylara dokunuyor. İllaki dokunuyor. Bunun yanında gerçekten güzel kelimeler seçiyor ve kurguyu sağlam yapıyor. “Nitelikli edebiyat” dediğimiz şey de biraz bu zaten. Bu yüzden de bir Zeki Bulduk kitlesi var, görülmeyen sessizce onun kitaplarını okuyan bir kitle. Yekpare Demokrasi isimli derleme kitabımız da çok etkileyici bir kitaptı. Darbe deyince ülkemizdeki darbe döneminde yaşanılanları anlatmayı, aktarmayı planlamıştık. Yalnızca 15 Temmuz değil, önceki darbe dönemlerinde yaşanılanlar da anlatıldı. Bu açıdan etkili bir çalışma oldu.
Kültür edebiyatta kaç kitap yayımladınız?
Şu anda 32 kitaptayız.
Bu kadar yoğun çalışma ve seçicilik içerisinde iyi bir rakam.
Evet, çalışıyoruz.
Yayıncılıkta karşılaştığınız sorunlar, problemler neler, biraz bahseder misiniz?
Yayıncılıkta belirli trendler oluyor ve o trendleri takip etmek zorunda bırakılıyorsunuz. Türkiye’de kitleye göre yolunuzu çizmeniz gerekiyor.
Çok çabuk değişiyor talepler.
Evet, değişim çok hızlı. Piyasa tarafında işler genelde satış odaklı oluyor. Öyle olduğu zaman da siz kitaplarınızı ikiye ayırmak zorunda kalıyorsunuz. Biri çok satacak olanlar, diğeri de basılacak olanlar. Bu tüm yayıncılık dünyasını içine alan yapısal bir sorun. Onun dışında artık internetten okuyan, internetten bir şeyler bulan bir kitle var. Dolayısıyla artık satışlar sizin kitaplarınızın internette görünürlüğüyle ilişkili olmaya başlıyor. Bazı kitaplar var ki internette çok popüler ama edebi açıdan hakikaten nitelik problemi var. Bunu ayıramıyor olmak sorunu doğdu. Piyasada her şey çok kremşanti. Anında, çarçabuk bitiyor ve karnınız doymuyor.
Uzaktan çok hoş gösteriliyor ama edebiyat değil…
Edebiyat değil, okuma kültürünü beslemiyor. X bir yazarın uzun imza kuyruğunu görünce içim cız ediyor. O yaşa bakıyorum, 14-15-16 yaşında çocuklar… Edebiyat adına nitelikli işler değil. Biraz önceki benzetmem gibi işte. Çok güzel görünüyor ama ne karın doyuruyor ne eğlenceli… Siz iyiyi göstermeden, kötüyle iyinin ayrıştırmasını isteyemezsiniz. İyiyi bilmek zorunda, ona devam etsin ya da etmesin, mukayese etmek zorunda okuyan kişi. İyiyi görmeyince, kötü iyi zannediliyor.
Bu biraz da popüler kültür sorunu…
Evet maalesef böyle… Ne kadar göz önünde bulunursa o kadar iyi olarak algılanıyor. Ülkede şöyle bir sorun var: Herkes yazma derdinde, kaliteli bir okuyucu yok. Bu oluşmalı. Yazarlık atölyeleri var, bence “okuma” atölyeleri olmalı. Nasıl okunacağına, ne okunacağına dair yönlendirmeler yapmalı. Okumadan yazmak zaten imkânsız. Olmuyor, o kadar çok dosya geliyor ki okumadan yazılmış… “Ben kitap yazdım.” diyor.
Ne kadar dosya geliyor?
Çok.
Hepsini okuyor musunuz?
Evet. Okuyoruz. Baştan sona. Sonra raporlamasını yapıyoruz ve dönüşler yapıyoruz.
Kültür edebiyat yayınlarınızdan okuyucularımıza kitap önerileri rica etsek…
En son çıkan Dönüş kitabımızı önerebiliriz. Bir hac yolculuğunu anlatıyor. Yazarı Bosnalı bir bürokrat ve akademisyen, Enes Kariç. Burada anlattığı ibadetini nasıl yapılacağı değil. Bu ibadetin felsefesini anlatıyor. Ali Şeriati nasıl Doğu felsefesine yaslanarak hac yolculuğunu anlatmışsa bu da Batı felsefesine yaslanarak anlatıyor. Düşünsel bir kitap. Kendi eğitimi içerisinde, hangi felsefeciye yaslandıysa, hangi düşünürle tanıştıysa hepsini o ibadetin içerisinde anlatıyor. Doğu ve Batı karşılaştırması yapıyor. Bu açıdan benzer kitaplardan farklı. Arno Greiger’ın kitabı var, Yaşlı Kralın Sürgünü. Babasının Alzheimer olması nedeniyle, yavaş yavaş zihnini kaybetmesini, hafızasını, anılarını kaybetmesini anlatıyor. Anıların bir hayat olduğundan bahsediyor. Bunun şununla da ilgisi olduğunu düşünüyorum: Şu an milyonlarca, yaklaşık sekiz milyon bu hastalığı yaşayan insan var.
Modern zamanların modern hastalıklarından birisi.
Herkese dokunabilecek bir hastalık. Önemli olan hastalık sırasında hastanın yaşadıkları kadar yanındakilerin neler yaşadığı ve o anılar kaybolurken aslında sizin de kendinizden bir şeylerin nasıl gittiği. Ödül de almış ve Avusturya edebiyatının önemli bir yazarı. Bu konu üzerine yazılmış en içten kitaplardan birisi. Sansürlemeden yaşadıklarını anlatıyor.
Bir de Züleyha’yı görmüştüm.
Evet, Zeki Bulduk’un “Züleyha” isimli kitabı. Züleyha bütün kutsal kitaplarda geçen bir kıssanın kahramanı. Ama ilk defa biri Züleyha’nın bakış açısından, bir kadın bakış açısından anlatılıyor. Zeki Bulduk, bu anlatıda Kur’an’daki kıssayı baz alıyor. Burada asıl olarak dini anlatıdan ziyade bütün bir hikâye içerisinde kadının konu alınıyor olması önemli. Dışarıda onun adına konuşursunuz ama onun bakış açısından bakmıyorsunuz, bir de onun tarafından bakın, gibi bir bakış açısı ele alıyor. Bu yüzden önemli.
Edebiyat kuram veya eleştiri alanındaki tavsiyeleriniz neler?
Edebiyat atölyelerinde anlatılan şeylerin derlemesi olan iki kitabımız var: “Çıkmazdaki Edebiyat” ve “Kendine Bakan Edebiyat.” Bu kitapları atölyeye benzetiyorum. Atölyenin kitaplaşmış halleri gibiler. Bu anlamda çok verim alınacak birçok şey öğrenilebilecek kitaplar. Farklı bir bakış açısı getiriyorlar. Her ikisi de edebiyattaki pek çok kitap ve yazar hakkında konuşuyorlar. Bunu konuşurken klasik incelemeler gibi yaklaşmıyorlar. Metinlerin çözümlenmesi yoluyla anlatımlar yapılıyor. Edebiyat öğrencileri başta olmak üzere, yazıyla ilgilenen, eleştiriyle ilgilenen herkesin başucu olabilecek kitaplar. Roman nedir, bir metin nasıl okunur, nasıl çözümleyeceksiniz, nereden başlayacaksınız, hangi açıdan bakacaksınız, örnek metinlerle inceliyorlar. Bunun haricinde Bülent Ata’nın kitapları var. “Rüya Dedektifi” ve “Asuman.”
Asuman kitabının bir kitlesi var. Mizahi bir dille yazılmış bir kitap. Yurdum kızlarının iç seslerini dış ses olarak dile getiriyor Asuman ve bu sebeple çok sevildi. İkincisini bekliyoruz.