Paul Strathern, bir kitabında “Çağımız asıl eleştiri çağıdır, ki, her şey eleştiriye tabii tutmalıdır kendisini.” der. Fakat çağımız eleştirinin oldukça uzağında durmayı tercih ediyor. Halbuki Azra Erhat’ın da dediği gibi “Eleştiri, yerin dibine batırmak değildir, olamaz.” İşte bu sebeple insanların bir kitap için hissettiği bütün duyguları ve ürettiği bütün düşünceleri özgürce söyleyebileceği bir seri oluşturmak istedik.
“Ne Okuyoruz?” Kitap Kulübü, olumlu eleştiriyi severek paylaşan fakat olumsuz eleştiriyi görmezden gelen yazarların aksine tam da gerektiği şekilde eleştirmeyi amaç edinen bir oluşum olma hayaliyle yoluna başlıyor.
İkinci bölümünde Marian Engel’in 1976 yılında çıkan ve oldukça eleştiri alan kitabı Ayı’yı (Harfa Kitap, 2023) konuk ediyor.
Umarız bizde olduğu gibi sizde de yıkılacak putlar bulur, iyi okumalar dileriz.
*
Cansu: Ayı’yı ben ne olup biteceğine dair hiçbir bilgim olmadan okumaya başladım. Hakkında ilginç bir şekilde bir şey duymamıştım. Yani aslında bu şekilde kitabı elime almam müthiş oldu bence. Çünkü önyargılarıma teslim olma olasılığını direkt olarak ekarte etmiş oldum fikirsiz bir şekilde okumaya başlayarak. Aslında en sonda söyleyeceğim şeyi en başta söylemem yerinde olacak gibi hissediyorum, kitabı okumaya niyetlenen insanların bütün önyargılarını bir kenara koymaları ve yola o şekilde çıkmaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü kitabı okumadan basit bir şekilde konusunu duyduğunda çoğu insanda bir yargıya sebebiyet verebilir.
Öyküm: Benim söylediğim tabirle “putlarımızı yıkıyor.” Bu anlamda evet putları olan kapının eşiğinde bıraksın. Ben senden farklı olarak biliyordum içeriğinde ne olduğunu. Uzun süredir de bekliyordum. Hatta Duygu Hanım’ın haberi vermesinin üzerine birinin Ayı kitap kapaklarını paylaşıp “Bu zamana kadarki bütün kapaklar şahaneydi. Bakalım bizimkiler nasıl bir kapak çıkaracak” yorumunu yazdığını da görmüştüm. Yani çıkmadan takipçisiydim, zaten çıkınca da ön siparişteki sırada yerimi almıştım :)
Ama ters köşe oldum mu? Kesinlikle oldum. Bu kadarını bekliyor muydum? Kesinlikle beklemiyordum. Pişman mıyım? Bir saniye dahi pişman olduğumu söyleyemem.
Cansu: Sen bayağı beklemedeydin yani. Benim yazardan haberim dahi yoktu. Ayrıca ben de ters köşe oldum hem de hiç beklemediğim bir yerden.
Öyküm: Sanırım önce Lou’dan bahsetmemiz gerekecek. Baş karakterimiz ve bize tüm bu duyguları umarsızca yaşatan insan o. Hayatı, standartları, seçimleri, duygusal yapısı aslında apaçık ortada. Ne düşünüyorsun Lou hakkında?
Cansu: Lou kendi tabiriyle köstebek gibi yaşayan bir arşivci. Bu güzel bir deyim olmuş çünkü tam olarak böyle, evet. Ve bir yolculuğa çıkıyor; Ontorio’ da bir eve, izbe bir eve. Aslında başına değişik bir şeyler geleceğini tahmin etmek zor değil fakat ben böylesini hiç beklemiyordum. Sanırım ben bu yolculuktan şu minvalde bir şey bekliyordum: kadın kent yaşamına alışmış, köy diyebileceğimiz nitelikte ıssız bir yere gidecek, orada bocalayacak ve hikâye bu şekilde sürecek. Ama gel gör ki böyle olmadı. Bu arada Lou ile bir yakınlık kuramadığımı söylemem lazım. Aramızda hep bir mesafe vardı sanki. Hatta ilginç bir şey söyleyeyim bu noktada ayıyla daha rahat bağ kurdum ben. :) Lou’nun soğukluğunu hep hissettim nedense. Sende nasıldı durum merak ettim?
Öyküm: Ben mesela ilk okuduğumda Lou’nun bir arşivci olduğunu bile anlamadım. Her seferinde Enstitü ve uzak bir adada Enstitü’ye bağışlanan bir evi ziyarete gideceği anlatılırken araya o ne idüğü belirsiz müdürün cümlesi, tavrı ya da bir şekilde gölgesi düşüyordu. Benim aklımı hep o karıştırdı. Sanki Lou’nun başka bir görevi yok yalnızca onu müdür ayakta tutuyormuş gibi bir his… Erkeklerin kadınlar üzerinde bu kadar etkili olmaya çalışmasına en güzel örnekti belki de.
Ben senin aksine -hiç şaşırmayacağımız gibi yine ters düştük- Lou’ya karşı olabildiğim en samimi halimle yaklaştım. Lou’da hissettiğin soğukluk çok normal değil mi ama? Düşünsene evinde kedi köpek bakanı gördük, kertenkele veya örümcek de. Yılan bile oldu, şahidiz. Ama ayıyı bir zincirle bağlayıp sahipleneni ilk defa görüyorum. Biri bana “Hehe, ayısı da var evin arkasında. Ona da bakıver.” dese, her ne kadar usturuplu da davranıyor olsa bir korku, bir uzaklık hissederim. Lou olduğundan daha çabuk ısındı. Fazlasıyla da yakınlaştılar zaten:)
Ayrıca şunu da söylemek istiyorum. Adaya geldiği vakit kalacağı evi, adada gördüklerini öyle bir tasvir etmiş ki zihnimde canlandırdığım mekândan çok keyif aldım.
Cansu: Aaa! Evet bak bu ayrıntılar sessizce, bence kör göze parmak sokmadan, müthiş yedirilmiş. Adada Lou’ya yardımcı olan Homer isimli adam da aynı şekilde.
Of evet değil mi ama! Ben bayağı bir Ontorio’yu araştırdım sonrasında ve Kanada görmeyi hiç istediğim bir yerken bu kitaptaki tasvirlerle birlikte ziyaret isteği uyandırdı bende. Müthiş biçimde anlattığını düşünüyorum minik ayrıntılarla, sade biçimde.
Evet… Şaşırtmayan bir karşıtlık oldu yine hatta böyle hissetmiş olacağını tahmin etmiştim desem ne dersin? :) Ben içini biraz daha açsın istedim. Ne yaşadı geçmişte, neden bu denli yalnızlığı bana geçti ayrıntı ayrıntı bilmek istedim sanırım. Aslında fazla ayrıntı vermemesinden geliyor bu güzelliği. Bunun farkında olmama rağmen böyle istedim.
Öyküm: Homer denen adamdan bahsetmek istemiyorum beni çok sinir etti. Evli, çocuklu ve viral olan cümle gibi “Madem sevişmeyecektik neden selam verdin?” minvalinde bir algıya sahip erkek… Marian Engel, neden yaptın bunu bize?
Ahaha! Bu araştırmayı ben de yaptım inanır mısın? :) Bazen bazı yerler söylendiği gibi olmaz. Hatta tamamen kurgu olanları da vardır. Kitaplar bizi o kadar ters köşe yapmış ki inanmak için araştırıyoruz. Ama her ne kadar böyle bir yer vardıysa da eminim bizim okuduğumuz gibi değildir. Bu Marian Engel’in başarısı ve Ontorio’su bence. :)
İnanırım Cansu. Zaten aynı fikirde olsaydık bu kulüp pek tatsız olurdu. Ben de şu geçmiş ilişkisini anlatsın istedim. Sonra adadaki o adamla sevişme umarsızlığını yaşadığında neler hissetmediğini de anlatsın istedim. Ama o sussa ve sen anlat yaşadıklarımı dese onu da anlatacak kadar anladığımı da hissettim. Ne acayip bir şey değil mi? Kadın olmanın bir getirisi mi bu -kader ortaklığı gibi- yoksa Marian Engel’in başarısı mı bilemiyorum. Karar vermek güç.
Cansu: Beni de inanılmaz sinir etti ve maalesef tipik erkek modeli diyebiliriz sanırım- erkekleri alındırmak istemem lakin böyle bir durum var- Bence yazar bu ayrıntıyı çok isabetli bir şekilde vermiş. Üstelik bu muhabbetin ayıyla yaşadığı yakınlaşma sonrasında gerçekleşmesi müthiş bir detay.
Öyküm: Erkeklerden hayır gelmedi biz de ayılara şans verdik diyen bir Lou mu yaratıldı dersin?
Cansu: Aslında bir yönüyle böyle demekte bir beis görmüyorum. :) Çünkü metaforik olarak bakarsak olaya ayı, toplumu ya da erkeği temsil ediyor bu konu çerçevesinde. Ve büyük tutkuyu, bütün vahşiliğine rağmen hazzın büyüklüğünü öyle derinden hissediyoruz ki bir noktadan sonra bu ilişkinin gerçekten yaşanıyor olduğuna inanıyoruz. Hatta bir adım fazlası, bu ilişkinin gerçekliğini sorgulamıyoruz bile ve bu hazzın ulaştığı nokta çok şey anlatıyor okura: kadın gücünü doğayla iç içe geçtiğinde keşfediyor.
Evet özellikle 70 yıllarda kaleme aldığını düşünürsek kesinlikle Marian Engel’in başarısı. O yıllarda böyle bir kitap yazmış olma cesaretine değinmek istiyorum. Bu gerçekten delilik değilse nedir?
Öyküm: Hâlâ düşününce inanılmaz geliyor. Bir ayı ve insan ilişkisini üstelik cinselliğin de hat safhada yaşandığı bir şekilde böylesine anlatabilmek…
Delirmek belirmektir, derler ya. Delirmiş ama bir yandan da başka şeylerin belirmesinde öncülük etmiş Marian Engel. Herkes çok kolay söyler “Aşk, bir kişiye karşı duyulmak zorunda değildir,” diye ama herkes bunu söylediği şekilde kabullenmez. Bunu söyleyen herkese Ayı hediye edip “Hadi bakalım, söyle şimdi bu aşk değilse ne?” diyebilmek gerek. Milli Eğitim Bakanı olsam sınav sistemini düzeltirmişim hissi ahah :)
Cansu: Çok ilginç geliyor bana. Çünkü dediğim gibi ben belli bir yerden sonra sanırım akışa öyle bir aldandım ki ayı-insan olarak bakamaz oldum olaya. Bu gerçekten yazarın büyük başarısı.
Ahah! Çok üzgünüm ama Türkiye’de mi milli eğitim bakanı olmaktan söz ediyorsun? :) “Delirmek belirmektir.” Şahane oldu, cuk oturdu bence. Zaten öyle bir belirmiş ki aldığı tepkiler bunun en güzel kanıtı. Bir de bu ilişkiye aşk diyebilir miyiz? Onu düşünüp duruyorum açıkçası.
Öyküm: İşte tam bu noktada Marian Engel ile röportaj yapıp şu soruyu sormak isterdim: Bizim putlarımızı sen yıktın kabul ama senin putlarını kim yıktı böyle güzel?
Sen de hemfikirsin değil mi benimle Ayı çoğu kişi tarafından oldukça yanlış anlaşılacak ve ağır eleştirilecek bence. Bu noktada önyargıların etkisi büyük. Zaten zamanında da en çok eleştirilen ve konuşulan kitap olmuş. Şimdi de bu unvanını bırakmayacak gibime geliyor. Henüz olumsuz yorum görmemiş olmam da beni şaşırtıyor aslında.
Biz kalıpların ülkesiyiz. Buna en rahat aşk denir. Ama benim zihnimde ondan da fazlası. Düşününce bu his zihnimde dalları göklere kadar uzanan bir ağacı anımsatıyor. Her yerde bir dalım var. Ama hiçbir yere dokunmuyorum. :)
Cansu: Elbette öyle olacak. Çünkü kitap kabul edelim ki derin okumayı gerektiriyor, okudum bitti türünde bir kitap değil. Üzerine ciddi anlamda eğilmeyi gerektiren felsefi bir alt yapısı var. Ben kaçırdığım çok fazla ayrıntı olabileceğini düşünüp hayıflanıyorum mesela. Ama diğer yandan dümdüz okuyan okur ayıyla ilişki yaşayan bir kadın olarak bakar olaya ve bunun üzerinden tepki gösterir. Oysa ayı orada ayıdan çok daha fazlasını temsil ediyor.
Müthiş tasvir… Ben ise aşk olduğuna inansam bile bunun toksikliği de beraberinde içerdiğine inanıyorum. Bir yanıyla bu sanki bir bağımlılık içeren bir ilişki ki başından beri konuştuğumuz çerçevede böyle olması da çok normal.
Öyküm: Ayıya biçtiğimiz soyut kıyafet konusunda ortağız. Bence de somut bir şekilde cüsseli bir hayvan olarak var orada Ayı. Ama paralel evrende kalıplarımızın dışında bir anlamı barındırıyor.
Bundan bahsetmeden de geçmek istemiyorum. Mimarlar bunu da açıklasın: köşeli bir inşa etmek kaçıncı boyut? Her bir köşenin ya da birkaç köşenin evin bir odasını temsil edecek gibi tasarlanmış olması… Aklımda bunu canlandırırken çok heyecanlandım. Gerçekten var mıdır böyle bir şey, Marian Engel neler düşünüyor böyle?
Eh yani… Ayı’nın kadının her cinsel açlığına cevap vermiyor olması, hiç olmadık bir zamanda böyle bir anın yaşanması, Ayı’nın başta bunu minnet için yaptığı ama sonrasında Ayı hakkında tüm bunları bağışlayan Albay Cary’nin notlarıyla paralel olarak yaşayarak deneyimlediği bir tanışma hali… Bu tamamen erotik ve hastalıklı bir kitap olsaydı Ayı ve Lou ilk sayfada cinsel birliktelik ile konuya başlardı. Fakat onlar başka bir şeyi anlatıyor. Biri hayvan biri insan ama arada kararlar var, saygı var, yeri geldiğinde mesafe var, çokça empati kurma çabası var… Biz ayrı dünyaların canlısıyız ama ortak bir nokta yarattık diyor gibi sanki Lou.
Cansu: Ben şöyle düşündüm bu konuda: Vahşi doğanın içinde ne yapacağını kestiremeyen bir insan ve vahşi diyebileceğimiz bir türün -Ayı’nın yani- karşı karşıya geldiğinde oluşan çıkmazlar. Ve sanırım en güzeli de şu: Lou Ayı’yı, Ayı da Lou’yu özgürleştiriyor en nihayetinde. İkisi de zincirlerinden birbirleri sayesinde kurtuluyor günün sonunda. Yazarın varmak istediği noktanın bu olduğunu ve bunu çok iyi biçimde aktardığını düşünüyorum.
Bu mimari konusunda o kadar ilgili değilim ki okuyup geçtim bu ayrıntıyı üzerine düşünmeden. Dedim ya es geçtiğim çok ayrıntı vardır diye üzülüyorum diye al işte bir tanesi çıktı bile ortaya. :)
Öyküm: Ya da bir laf vardır ya: Yaşamın anlamını hiç beklemediğin bir yerde bulacaksın. İşte tam da o anlam arayışını tamamlamanın, en uç noktasına varmanın, dayanılmaz hissini yaşatmak istemiş olabilir Engel.
Benim kafama takıldı çünkü Lou kapıdan içeri girdiği anda hiç duvar olmamasından, bir stüdyo daire gibi her şeyin bir arada ama birbirinden farklı alanlarda kendilerini var ettiğinden bahsediyor. Her alana kaç köşe dahil olmuş bunu söylüyor. Yani resmen Lou evin tahlilini yapıp bırakıyor.
Böyle bir incelemenin de bir şey anlattığını şimdi fark ettim. Evin duvarları yok sahiden. Lou’nun da duvarları olmuyor buraya geldikten sonra. Okur da bitirince duvarlarını kaldırıyor. Duvarlara meydan okuduk durduk yere.
Cansu: Evet bu kesinlikle böyle ararsan bulamazsın beklemediğin anda gelir. Hoş, Lou bir anlam arıyor muydu bilemedim. O kadar alışmış ki tek düzeliğine bilemiyorum tam olarak neler yaşadığını içinde. Ayıdan öncesinde yani…
Bu işi iyi ki yapıyoruz dediğim bir noktadayım. Evet bu şahane bir çıkarım, yazar bunu özellikle yapmış olmalı bence. Bu müthiş bir mesaj çünkü. Tam olarak böyle: Lou bu evden sonra değişiyor, dönüşüyor, kendini açıyor; içini açıyor, özgürlüğünü keşfediyor, içindeki gücün farkına varıyor. Yani dediğin gibi duvarları tam olarak bu duvarsız evde bertaraf ediyor.
Öyküm: O belirsizliği ben de fark ettim. Yani Ayı’dan öncesinin olmaması ve hiçbir şekilde ayrıntı vermemesi. Acaba sadece ana odaklanmak için mi dönülmedi geçmişe?
Cansu: Yani eski bir ilişkisini dinler gibi olduk o kadar ama bu noktada bir alıntı paylaşmak istiyorum. Bu alıntı beni çok düşündürdü, kendi hayatımı sorgulamaya, didik didik etmeye başladım ve sanırım beni huzursuz etti bu cümle:
“Bugün baktığınızda hiç yokmuş gibi değerlendireceğiniz bir hayat, gerçekten bir hayat mıdır?”
Öyküm: Bu alıntıyı ben de işaretlemiştim. Ayı, Lou’yu tam olarak oralardan çekti aldı bence.
Biraz da Duygu Akın çevirisi övmek isterim izninle. Böylesine zor bir kitabın dilimize aktarılmasında hiçbir pürüz olmamasına büyük hayranlık duydum. Her şeyden önce kelime seçimleri hassasiyetin en büyük göstergesi. Düşünsene bir kitap çeviriyorsun, zamanının en çok eleştirilen kitabı… Şimdi çevirince de sonuç değişmeyecek. Ama okurların çoğu kitabı, dilini anlamadığı için eleştirecek. Büyük bir riskti bana göre Duygu Akın’ın üstlendiği. Buna rağmen ben dilde hiçbir sıkıntı yaşamadım. Aksine anlamamı kolaylaştıran bir desteği vardı üzerimde. Zaten engellerle dolu bir parkur gibi Ayı, bir de dilde düşseydim gerçekten canım yanardı.
Cansu: Bence de. Lou’nun ayıyı gördüğü ilk sıralar “cazibesiz bir hayvan” olarak nitelendirmesi, orta yaşlı bir kadın benzetmesi yapması, “Bu ayıyla idare ederim ben,” kanısına varması, günler geçtikten sonra yaşanan olaylar ve kendini hayvan seksi kokan, hiçbir faydası olmayan işlevsiz bir kadına benzetmesi… Bu düşünce gelişimi de çok farklı. Ayı hakikaten tuhaf bir kitap. Düşündükçe bu kanıya varıyorum ve güzelliği de tuhaflığından geliyor.
Buna yüzde yüz katılıyorum. Benim için dil kusursuzdu; hiç teklemedim. Bunun için Duygu Akın’a minnettarım ben de. Sürekli kelime seçimlerini övüp durdum. Bunun yanında Harfa Kitap’a da ayrıca teşekkür etmek isterim, her yayınevinin basmak isteyeceği türden bir kitap değil gibi geliyor bana Ayı. Bugün bile öyle maalesef. Harfa Kitap demişken “Hava Durumu” isminde bastıkları bir kitabı okumuştum o da beni derin sorgulamalara iten bir kitaptı. Sanırım bu yayınevinin kitaplarını daha fazla okumalıyım kendime bir not olarak düşmüş olayım. :)
Öyküm: Yeniden aynı benzetmeyi yapacağım. “Duvarsız bir kitap.” :) Aslında kitaptan alınan çok mesaj ve çok fazla his var ama bittiği anda “Ne oldu şimdi?” hissini duyacağımız bir boşluk da oluşuyor. Bu kitap bir şeyler anlamak isteyenlerin kitabı değil.
Evet Harfa cesaretin yayınevi diyebiliriz. Ben takip ediyor ve her eserine el uzatıyorum. Ama her bir eseri okuduktan sonra uzun molalar verdiğimi de belirtmek istiyorum. İnsanlığımıza ağır gelen bir boşlukları var. Bu bir anlamda çok iyi hissettiriyor.
Cansu: Ve kitabın finali bana kalırsa olabilecek en iyi final. Son paragrafı, son cümlesi özenle yerleştirilmiş oraya ve üzerine epey düşünülmüş bence. Basit görünüyor ilk bakışta ama Lou’nun özgürleşmesi daha iyi sonlanamazdı.
Öyküm: Ben çok etkilendim sondan. Kitabın sonuna yaklaşırken de ister istemez düşünüyordum acaba nasıl bitecek diye. En olası son ile bitirmiş. Böyle kitapları nedensiz daha çok seviyorum. “Anlattım ve gidiyorum daha ne istiyorsun,” diyor sanki :)
Cansu: Evet geride kalan biri olarak ben, Lucy ile ayının iletişimini zihnimde canlandırıyorum mesela.
Öyküm: Ve bence daha fazla ne anlatılacaksa insan kendisi keşfetmeli Ayı’da.
Bitişi şu alıntıyla yapmak istiyorum.
“Kışlardan birinde karmobilliler mutlaka içeri girecekti. Pirinç vidaları için teleskobu alacak, yer ve gök kürelerini kıracaklardı. Ne yapalım, kırılıversin dünya; her şeyin kaderi nihayetinde buydu.”
Cansu: Marian Engel’i, onun olağanüstü cesur sesini, okuru rahatsız eden tavrını, bu tuhaflıkta bir çok mana aramama vesile olan karakterler Lou ve Ayı ile tanıdığım için çok mutlu olduğumu söylemek istiyorum son kez ve başta belirttiğim şeyin tekrar altını çizeyim önyargıları bir kenara bırakalım ve soyut biçimde girişelim bu muazzam kitaba. İyi ki seninle okuduk Öyküm.
Öyküm: Seninle duvarsızlığı konuşmak benim için zevkti. İyi ki kendi içime kapanıp yaşamadım bu hissi. Bana eşlik ettiğin için şanslıyım.
Cansu: Ben de öyle hissediyorum.
*