Neden kendimize sunduğumuz ile sevdiklerimize gösterdiğimiz ilgi, sevgi ve şefkat arasında çoğumuz için büyük bir fark var? Kendimizle temas etmek neden bu derece zor? Kendi yaralarımızı sarmaktan neden bu derece korkuyoruz?
Didem Ergin’in Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer adlı ilk romanı, bu yıl ocak ayında Nemesis Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Roman hem yapısı hem de genel kurgusu itibariyle yarı otobiyografik roman özelliğini taşıyan zengin bir dokuya sahip. Açıkçası kitabı elime aldığım an biraz çekinmiştim, çünkü daha önce hiç “kişisel gelişim romanı” olarak kategorize edilen bir kurgu eser okumamıştım. İlk yirmi sayfadan sonra yanıldığımı anladım. Didem Ergin, benim bütün tabularımı yıkmış oldu. Her sayfada “Nasıl yani?” diye kendi kendime sorarken zaman zaman da gözlerim doldu. Yazarın kendi çevirdiği şiirlere veya iyi niyet dualarına eşlik ederken buldum kendimi.
Didem Ergin’in romanını diğer kişisel gelişim kitaplarından ya da romanlarından ayıran en önemli özellik, sadece öğütler vermek yerine hem deneyimlerini hem de bildiklerini hikâyeye ustaca işlemesi ve okuyucunun kendi yolunu bulmasına rehberlik etmesi.
Ana karakter Deniz’in yaşadığı yükselişler, düşüşler ve kaygılar, okurun kendinde de aşina bulacağı engeller ve engellemeler… Fakat Deniz, tüm bunlara kendi deneyim yollarından geçerek sabırla ve şefkatle karşı koymayı öğreniyor. Bu şekilde kitap, okuyucusuna kendi yaşam deneyimlerini şefkatle karşılamaya ve içsel dönüşüm için cesur adımlar atmaya teşvik niteliğinde.
Anlatı boyunca, romanın baş kahramanı Deniz’in iç yolculuğuna ve hayatla verdiği mücadelesine tanıklık ediyoruz. Bu tanıklık, sakin sulardan ayrılıp mücadele alanına götürüyor bizleri. Kadın kimliği, aile ilişkileri, taşrada yetişmek, ebeveynlik, göçmenlik ve annelik gibi evrensel temaları etkileyici bir dille anlatıyor.
Hikaye, New York’un kalabalık caddelerinde bir yılbaşı gecesiyle açıyor kendini. Romanın ana kahramanı Deniz, kendi kırılganlığını ve içsel yalnızlığını o anda fark etmeye başlıyor ve bu ilk fark edişle oluyor her ne oluyorsa. İyi bir okulda okumuş olması, iyi bir eş ve iyi bir işe sahip olması, bu içsel yalnızlığın önüne set çekemiyor. Çünkü Deniz’in geçmişine doğru yola çıkması gerek. O yol, çocukluk anılarına ve taşra yaşamına götürüyor Deniz’i. Taşrada iki katlı bir ev. Anne, baba, babaanne, bahçedeki kulübede bir köpek ve yavruları. Deniz, köpeklerle ilgili ne zaman bir tartışma olsa kendini hemen o kulübeye atıyor. Köpek ve onun yavrularının yanına sığınıyor, orada yokluğunun fark edilmesini bekliyor. İlk o evde, sonra o şehirde fark ediyor kadın olmanın bazen “yok sayılmak” anlamına geldiği. Annesi de önündeki en iyi örnek; kendi parasını kazanıyor, şık giyiniyor, kendi ayakları üstünde durmanın bir şekilde bedelini ödüyor.
Deniz’in Ankara’daki zamanları ve burada yaşadığı aşk da hikâyenin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Toprak’a görür görmez âşık oluyor ve Amerika’ya kadar uzanan ilişkilerinin tohumları burada atılıyor ilkin. Ardından Amerika’ya uzanan göçmenlik deneyimi… Bu deneyim Deniz’in kimlik arayışını derinleştirirken, anne olma konusundaki endişeleriyle yüzleşmesine neden oluyor. Durmadan sorguladığı “anne olma meselesi” çöküyor şimdi de omuzlarına. Bir terapistin önerisi üzerine, içindeki anneliği keşfetmeye ve bu süreçte kendi yolunu bulmaya çalışırken, terapi odaları kaçış alanları oluyor. Bu kaçış alanlarında, karnında bebeğiyle bir olmanın yollarını aramaya çıkıyor. Aklındaki, “Ben nasıl annelik yapacağım ve bebeğime yetebilecek miyim?” sorularıyla başa çıkmaya çalışırken, “İÇİMDEKİ ANNENİN TEZAHÜRÜ ATÖLYESİ” ne çıkıyor yolu.
Romana hayat veren önemli karakterlerden biri de Toprak karakteri. Deniz’in hayatında önemli bir destek ve rehber rolü üstleniyor. Toprak’ı, toksik erkeklik örüntülerinden uzak, anlayışlı, şefkatli ve destekleyici bir karakter olarak okuyoruz. Deniz’in yaşadığı zorluklar karşısında sorgusuz sualsiz onun yanında yer alıyor ve ona güç veriyor. Dirsek temasını hiç kesmiyor. Toprak’ın bu tutumu da Deniz’in dönüşüm sürecinde gözden kaçırılmaması gereken, önemli bir etken oluyor.
Bitirirken; Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer sadece bir roman değil, aynı zamanda içe bakış ve cesur adımlarla yol almaya dair ilham veren bir eser. Didem Ergin’in samimi anlatımı, Deniz karakterinin derinliği, Toprak’ın şefkati, şehirler ve ülkeler arasındaki sıkışmışlık kusursuz ve samimi bir şekilde işleniyor. Yaşamı kıyısından değil de tüm engelleriyle kucaklamanın önemi ve cesareti okuyucuya kendi yaşamlarına dair derinlemesine düşünmeye çağırıyor. Tüm bunları yaparken de o büyük soruyu okuruna sormadan edemiyor:
Kendi yaralarımızı sarmaktan neden bu derece korkuyoruz?
- Didem Ergin – Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer
- Nemesis Kitap – Roman
- 240 sayfa