“Fitizis, erime, harap olma demektir, biliyor muydunuz? Zerfall, sözcüğünü ‘r’ harfinin üzerine basarak belirgin bir hoşnutlukla söylemişti. “Ama biz burada harap olmayla baş edebiliyoruz.” (sayfa 33)
2018 Nobel Edebiyat Ödülü kazananı olduğunda ismini ülkemizde daha çok duyurmuş olan Olga Tokarzcuk, her kitabıyla aslında benim gönlümdeki daimi yerini bana kanıtlamış nadir yazarlardan da biri. Benim gibi düşünenleri görebildiğim kadar benim aksime Olga Tokarzcuk’un zihninde geçen hikâyenin okura ulaşma yolundaki evrimini kaldıramayan ya da henüz kaldıramayan okurlarını da görebiliyorum. Gönlümdeki yerine çok yakın bir yerden hissettiğim bir duygu var o da eninde sonunda onun bir cümlesi ile bu sevgi bağı yerini bulacaktır. O cümle henüz yazılmadı bile demiyorum, o cümleyi henüz bulamadıklarını söylüyorum. Yani yazıldığından adım gibi eminim.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün ardından yazmış olduğu ilk kitap olan Empusyon – Görbersdorf Tedavisine İlişkin Bir Gerilim Romanı, Timaş Yayınları’nın nisan ayı seçkisi içerisinde Neşe Taluy Yüce çevirisiyle ışıl ışıl parlıyor. Barış Şehri’nin inanılmaz bir kapak tasarımı olmuş bu defa, diğerlerine oranla oldukça korkunç – gerilimin hakkını veriyor- ve farklılığını ortaya koyacak cinsten.
Bu kitabı bitirdiğimde aklıma pandemi dönemi içerisinde K24’e çevrilen yazısı geldi. “Sonuçta virüs bize şiddetle yadsıdığımız şeyleri hatırlatıyor: En kırılgan malzemeden müteşekkil hassas yaratıklar olduğumuzu. Öldüğümüzü – ölümlü olduğumuzu. “İnsanlığımızla”, ayrıcalığımızla dünyanın geri kalanından kopuk olmadığımız, ama dünyanın bizim içinde yer aldığımız, bağımlılığın ve etkinin görülmez iplikleriyle diğer varlıklarla bağlantılı kaldığımız büyük bir ağ olduğunu. Geldiğimiz ülkelerin birbirinden ne kadar uzak olduğuna veya hangi dilleri konuştuğumuza ya da derimizin rengine bakmadan, aynı hastalıkla alaşağı olduğumuzu, aynı korkuları paylaştığımızı, aynı şekilde öldüğümüzü.” Sanki Empusyon’un özetini yazıyor gibi kaleme alınmış bu cümleler. Tüberküloz hastalığına yakalanan kişilerin iyileşeceklerine inandıkları, doğa ile iç içe oldukları Görbersdorf’un dağlarının eteklerinde bulunan “Beyler için Konukevi”nin hastalıklı misafirlerini ağırlıyor Olga Tokarzcuk Empusyon kitabında. Bu konukevinin sahibi olan Wilhelm Opitz’in de bir zamanlar tüberküloza yakalanıp daha sonra kendisine iyi gelmesi için geldiği bu sağlıklı doğa havasını alıp iyileşmesi sonucu hayata geçirilen sağlık yuvası. Sadece böyle olduğunu düşünüyorsanız henüz Olga Tokarzcuk ile tanışmamışsınız demektir. Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler kitabı çıktığında orman yangınlarının içinde ciğerleri sönmeyen alevler ile baş etmeye çalışan ülkeydik. Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler’de Olga Tokarzcuk da böyle bir yangın ile dünyanın sonunu getiriyordu. Kendisinin doğa ile adını henüz koyamadığım bu ilişkisinin gücünü kuvvetini o zaman fark etmiştim. Empusyon da hastalıkların dur durak bilmeden devam ettiği bir dönemin, 1913 yılı Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlık rüzgarlarının estiği, hikâyesini anlatırken; savaşa, kadın düşmanlığına, yönetim şeklinin cahillikle harmanlanan yeni haline, siyasete ince işçilikle en doğru eleştirilerini sunuyor. Kendisinin yazım şeklini anlatırken kullandığım tabirin hâlâ arkasındayım: Bunu yaparken söverek, ağır kelimeler kullanarak değil tam tersine haksızın başını okşayıp adeta ona hak veriyormuş gibi gözükerek yapıyor. Öyle ki insan bir düşünüyor, bu kadar mı desteklenir bir cümle, burada bir problem olmalı. Problem insanın kendisi.
Empusyon’da buram buram hissettiğim en büyük eleştiri kadın düşmanlığı oldu. Kitabın sonuna eklediği listede açıkladığı gibi Olga Tokarzcuk; Ezra Pound, Shakespeare, Arthur Schopenhauer gibi adını çok iyi bildiğimiz insanların cümlelerini Empusyon içerisindeki karakterlerine söyletiyor. Belki bu insanların düşüncelerini hiç bu pencereden bakmamış insanlar görünce şaşırabilir ama ben örneğin Schopenhauer’ın bu düşüncelerine aşina olduğum için yadırgamıyorum. Gerçekten böyle cümleler kurduğuna inanırım. Bu insanlar kadınları erkekler kadar yer verilmemesi gereken bir olgu olarak görmüştür. Erkeklerin kendilerine sahip olduklarını, kadınların ise doğuran ve çiftleşen biri olarak devlete ait olduklarını savunmuşlardır. Olga Tokarzcuk, Empusyon içerisinde tüberküloz hastası olan Lukas, Frommer ve kitabın ana karakteri Wojnicz de aralarında bulunduğu erkek ortamında bu düşünceyi destekleyici cümleler kurmuştur. Yakın zamanda Margit Schreiner’ın bir kitabını okuduğumda da tam böyle hissetmiştim. “Bir kadın, zehirli bir erkek düşüncesini nasıl bu kadar iyi aktarabilir?” İnanılmaz bir deneyim olduğunu söylemeliyim. Bu da demektir ki, çözmüşüz. Bu zehirli aklın da formülünü çözmüşüz.
“Bir kadının da beyni vardır, bu inkâr edilmez, çünkü nesnel araştırmalar bunu kanıtlamıştır, yalnızca boyutları daha küçüktür,” diyerek onu otoriter biçimde kesti Gri Aslan, konuşurken ağzı yemek doluydu.
“Bazen kadınlarla konuşurken,” diye devam etti, boğazına kadar düğmelerini iliklemiş Walter Frommer, “mantıklı yanıtlar veriyor ve bizim gibi düşünüyorlarmış gibi bir izlenim edinilebilir. Ama bu bir aldatmacadır. Taklit ederler.” Taklit sözcüğünü özellikle vurguladı. “Yani bizim iletişim yollarımızı taklit ederler ki itiraf etmek lazım, bunda gerçekten iyiler.” (sayfa 56)
Kanalizyon ve tesisatı mühendisliği öğrencisi olan fakat hastalığı dolayısıyla eğitim hayatını yarıda bırakarak konukevinde kalmaya gelen Wojnicz, derinde bir yerlerde hissettiğim baba öfkesiyle ve onun oğlu olmaktan duyduğu pişmanlıkla yaşıyor. Genellikle hastalıkların bu gibi psikolojik birikimlerin dönüşümleri olduğunu düşünen bir hayalperest olabilirim ama haksız da sayılmam bence. Wojnicz’i hasta eden bu baba problemidir. Olga Tokarzcuk, karakterini devamlı babasıyla olan şiddet dolu ya da ötekileştirildiği anılarına dönüş yaptırarak bu tezimi kuvvetlendiriyor. Wojnicz bu konukevinde misafirliği esnasında Katolik olduğu için doktorun karşısında soyunmayı reddeder, erkeklerle kadın düşmanlığı üzerine sohbet eder hatta bu sohbet esnasında ölerek babasıyla kendisini baş başa bırakan annesini düşünür, konukevinin tek kadın misafiri Thilo ile özel bir arkadaşlık kurar, konukevinin sahibi Bay Opitz’in eşinin yemek yedikleri masanın üzerinde boylu boyunca uzanmış ölüsüne şahit olur ve bu durum yakındaki mezarlıkta bulunan mezar üzerinde yazılan bütün tarihlerin kasım ayını göstermesi gerçeğini de ortaya çıkarır.
Empusyon, henüz yeni başlanıldığında olay örgüsüne ağırlık veren fakat daha sonra düşünsel anlamda altını geriye dönüşlerle, bu dönüşler esnasında söylenen cümlelerin şimdiki zamanda sahip olduğu yeni anlamlarla, anlattığı ile anlatmak istediği arasında yarattığı uçurumlarla dolduran ve gerilimi de burada kazanan eşsiz bir roman. Empusyon bence sağlığı etkileyecek boyuttaki hastalıklı din inancıyla, kadının üzerinde ezici bir üstünlük kazanmaya çalışan ve devletin bir kabı olarak görülen kadını dolduracak tek kavramın erkek olduğunu, anıların ve geride bırakılan eşyaların yaşattığı hikâyeleri anlatmasıyla adeta bir başkaldırı. Kurulu olan ve sağlamlığına inanılan bütün düzene karşı hem de…
“Ne vardı orada?” diye sordu korkmuş Wojnicz.
“Vardı değil. Hâlâ orada. Bu bir yanılsama, korkma.”
“Ama resim… Hangisi gerçek?”
“İkisi de gerçek, o da, gözlerini kısarak bakışını değiştirdiğinde içinde gördüğün de.” (sayfa 213)
İntihal son zamanlarda edebiyat gündemini en çok meşgul eden kavram olsa gerek. Olga Tokarzcuk, Thomas Mann’ın Büyülü Dağ romanını okuduğunda oldukça etkilendiğini defalarca söylemiş bir yazar. Empusyon’un çıkışı da Büyülü Dağ’ın hikâyesiyle olan ortaklığına dayanıyor. Açık açık karakterlerin benzediğini söylüyor Olga Tokarzcuk, olay da genel hatlarıyla birbirine benziyor. Özgünlüğü savunan ve bu benzetmeleri ilhamdan değil de hırsızlıktan sayan kişileri epey sinirlendirecektir Empusyon. Fakat Olga Tokarzcuk için bu yeni bir şey değil. Son Hikâyeler adlı romanı da Carl Jung’dan ilham alınarak ortaya çıkan bir eseri. Ki Olga Tokarzcuk, Carl Jung üzerine tez yazmış biri eğitim dönemi içerisinde. Bu sebeple Olga Tokarzcuk’un yaptıklarını hırsızlık değil de ilham olarak tanımlamayı çok seviyorum. Büyülü Dağ’ı da okumadım fakat kendisinin desteğiyle meraklandığımı da söylemeden edemeyeceğim. İntihal gibi keskin bir kelime böyle güzellikleri ayaklandıracak ölçüde güçlü müdür bilemem ama Olga Tokarzcuk gibi eleştirdiklerimizi başını okşayarak göstereceksek intihali destekliyor ve bu denli yetenekli yazarları her daim beslemesini temenni ediyorum.
Empusyon, hikâyesinin sonunda karakterlerine ne olduğunu da söylüyor. Tokarzcuk’un beni gülümseten son cümlesiyle sonlandırmak istiyorum yazımı. Bu denli eşsiz romanın yazısı da aynı sihri taşısın okuruna: “Biz hanımları merak mı ettiniz? Biz her zaman buradayız.”
- Olga Tokarzcuk – Empusyon
- Timaş Yayınları – Dünya Edebiyatı / Roman
- Çeviri: Neşe Taluy Yüce
- 352 sayfa