Tarih 11 Kasım 1821, yer Moskova. Moskova denilince hem de Kasım denilince resmi hemen çizebiliriz. Dize kadar karlar içindeki, soğuk, gri, amansız Moskova’da sıradan bir gün. Bir hastanede bir çocuk doğuyor, vaka-i adiye. Oysaki dünyaya gözlerini açan bu bebek dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kalemlerinden biri – belki de birincisi – oluyor: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski. Kendisi bugün 195. yaşını kutluyor.
Dostoyevski’nin babası doğduğu hastanede çalışan bir doktordu. Dostoyevski de arada babasının çalıştığı hastaneye gidiyor, oradaki hastaların anlattığı hikâyeleri dinliyordu. Söylenenlere göre babası alkolikti ve çok sert bir adamdı. Bu durumun baba oğul arasında hiç aşılamamış bir duvar oluşturduğunu tahmin etmek zor değil. Babasından beklediği yakınlığı, desteği, onayı ve sevgiyi alamamış bir Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’de yarattığı cümle alemle meselesi olan, en çok da kendi çocuklarıyla anlaşamayan ve en sonunda onlardan biri tarafından öldürülen baba karakteri anlaşılabilir hale gelir. İhtimal ki bazen kendisi de babasına onu öldürmek isteyecek kadar sinirleniyordu. Zaten babasının ölümünden sonra bu sebeple depresyona girecekti. Yine ihtimaldir ki babasıyla arasındaki derin boşluğu aşmak için teşebbüslerde de bulunuyordu. Ve son tahminimce bu teşebbüsleri her zaman babasının sert duvarlarına çarpıp dağılıyordu. Bu gel-gitli duygulardan kaynaklanan enerjinin Dostoyevski’nin yaratıcılığını oluşturan kaynaklardan biri olduğunu varsayabiliriz.
Dostoyevski annesini kaybettikten bir süre sonra 18 yaşındayken babasını da kaybetti. Babasının ölümünü istediği için bu ölüm gerçekleşince depresyona girdi. Ortalama bir insan babasının ölümüne üzülürdü, ama Dostoyevski belki de sevinmişti. Bu suçluluk duygusunun babasıyla yaşadığı nefret sevgi ilişkisinin üstüne tuz biber ektiğini düşünebiliriz.
Bu arada Petersburg’da Mühendislik Okulunu bitirip orduya girdi. Ancak askerliği sevemedi ve istifa etti. Yazarlığa başladı. İyi ki de başladı. 1846’da ilk romanı İnsancıklar yayınlandı. Biz onun tuğla gibi kitaplarına alışkınız ya, bu ilk romanı yüz sayfaydı. Eleştirmenler kitaba bayıldı. Onun için “Yeni bir Gogol doğdu” dediler. Ancak peşi sıra yazdığı birkaç roman beğenilmeyince yine ruhsal bunalım yaşadı. Yazarlıktan uzaklaştı ve politikaya yaklaştı.
Politika işleriyle uğraşırken devlet aleyhine bir komploya karıştığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırıldı. Tam kurşuna dizilecekken af çıktı. Yıl 1849’du. Bu da demek oluyor ki sevgili Dostoyevski amiyane tabirle direkten dönmeseydi dünya bugün Budalasız, Karamazov Kardeşlersiz, Ecinnilersiz, Kumarbazsız, Yer Altından Notlarsız, Suç ve Cezasız olacaktı. Ölüm cezası kürek cezasına çevrildi. Cezasını tamamlayınca Petersburg’a ve yazarlığa geri döndü. Tüm dünyada tanınan romanlarını ardı ardına yazmaya başladı. Bu romanlardan aldığı paralarla kumar borçlarını ödüyordu. Bu arada evlendi ve bir kızı oldu ancak kızı ölünce Dostoyevski yine ruhsal bir sarsıntı geçirdi. Sara nöbetleri bütün hayatı boyunca ona zaten eşlik etmişti. 1881’de ciğerinden rahatsızlandı ve hayatını kaybetti. Bize okunacak pek çok roman bıraktı.
İyi ki doğmuşsun Dostoyevski! İyi ki yazmışsın!