Tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu Merve Dizdar’la kendi serüvenine ve geçmişten günümüze oyunculuk sektörüne dair sohbet ettik.
Keyifli okumalar.
Fotoğraf: Can Büyükkalkan /Elele
-Türkiye’de tiyatro olsun sinema olsun yerli metin/hikâye yazımı için düşünceleriniz nelerdir?
İnsanlar hikâyelerini anlatmak istiyorlar ve yazıyorlar. Bence çok güzel, özgün yazarlarımız ve hikâyelerimiz var. Evet, biraz azınlıkta kalıyor ama her geçen yıl iyiye gidiyor. Daha da özgün hikâyelerimizin olacağını düşünüyorum. Türk insanında hikâyeler bitmez. Bu hikâyeleri çok iyi anlatanlar da var. Zamanla daha da ileriye gidecek diye düşünüyorum.
–Peki bu sektörlerde (tiyatro/sinema /dizi) zaman içinde yaşanan evrilme ve teknolojik gelişmeler için neler söylersiniz?
Ben rekabet olarak görmek istemiyorum bu evrilmeyi. Üretim olarak görüyorum, dayanışma olarak görüyorum. Kendi içinde yarış yapma yerine yardımlaşma olarak görüyorum. Ya da görmek istiyorum. Gerçi kendilerinin hep en iyi olduklarını düşünenler de vardır elbet ama hangi sektörde yok ki!.. İşte ben rekabet etmediğimize inanmak istiyorum buna inandığım içinde durumumuzu iyi görüyorum. Dizi, sinema, tiyatro başka kulvarlar. Oyuncu için ortak noktası oynamak. Benim gördüğüm özel tiyatroların, yeni deneysel tiyatroların ya da sinemadaki insanların birbirlerine destek olduğu.
Sanki bazen teknoloji sayesinde biraz tembelleşiyormuşuz gibi hissediyorum. Çok yararı var kesinlikle ama kolaylık sağlaması adı altında düşünmeyi, ezberlemeyi, yaratıcılığı yavaşlattığı gerçeği de varmış gibi geliyor bana. Düşünüp, farklı fikirler bulmaktansa hemen teknolojinin nimetlerinden faydalanıyoruz; mesela dekorda. Işıkta. Projeksiyonla oyun olmasa nasıl olurdu. Anlatmak istenilen şey nasıl gösterilirdi daha başka. Ama dediğim gibi kişisel bir şey bu. Asla yanlış değil. Sadece bazen teknolojinin beynimizi uyuşturduğunu ve tembelleştirdiğini düşünüyorum, hepsi o. Faydaları tabi ki saymakla bitmez. Hayatımızın büyük bir parçası artık. Ne kadar iyi bilemiyorum ama gerçek bu.
–Sahne üzerinde ya da kamera karşısında oynarken olaya nasıl, ne gibi bir açıdan bakıyorsunuz?
İşin özü oynamakta. Sahnede ister şahane bir dekor yap, ister minicik bir aksesuar koy sahneye, işin özü oynamakta. Muhteşem bir dekorun içinde seyirciyi anlattığın hikâyeye inandıramıyorsan hiçbir şeyin önemi kalmaz. Minicik bir dekorla veya aksesuar parçasıyla sahnedesin ve seyirci sana yine inanmıyorsa bunun da zerre önemi yok. Önemli olan seyirciye yaşattığın duygular. Yönetmen için dekor, reji çok önemli ya da çok önemsiz olabilir bilemiyorum ama asıl sır, gizem hikâyeyi iyi anlatabilmekte. Seyirciyi büyülemekte. Seyirci seninle beraber o yolculuğa çıkıyorsa o zaman sahne tam istenilen gibidir. Sihirlidir. Bu sinema için de geçerlidir. Yaşadığın, yansıttığın, yaşattığın duygular ve diğerleri.
–Yeni nesil/kuşak yetişen öğrencilerin tiyatroda, sinemada, dizilerde rol almadan önce eğitim, beklenti, yetişme, hazırlık vb. durumları üzerine fikirlerinizi sorsak, neler söylersiniz?
Ben yeni nesil öğrencilerin meraklı, araştırmacı, heyecanlı olduklarını düşünüyorum. Tabi ki amacı ünlü olmak ve çok para kazanmak olan oyuncular da var. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de var. Bazen hak da veriyorum. Özel tiyatrodan para kazanamıyorsunuz. Belki de o yüzden dizilerde oynamak istiyorlardır. Kimi ünlü olduktan sonra tiyatro nasılsa yaparım diye düşünüyordur. Yani gerçekten çok bilemiyorum. Bildiğim tek şey niyetin iyi olmasıyla ilgili. Tiyatro gözbebeği, vazgeçilemez. Ben tiyatrodan tanınmış biriyim. İnsanlar beni tiyatroyla bildi. Bunun mutluluğunu, hazzını tarif bile edemem. Ama işte dediğim gibi herkese göre farklılık gösteriyor. Ben şimdiki öğrencilerin öğrenmeye hevesli olanlarını gördüm. Çabalayan, çalışan öğrenciler… Tabi ki kendi dönemimle pek kıyaslamıyorum çünkü biz gerçekten çok çalışıyorduk. Bizden önceki dönemlerde de çok çalışılıyordu eminim. Ama yeni nesli de hafife almak istemem. Çok yetenekli, zeki, çalışkan insanlar geliyor bence.
-Peki okuldan sonra sizin süreciniz nasıl olmuştu?
İlk mezun olduğum yıllarda sürekli tiyatro yapmak istedim. Ama nasıl! Bir oyuna gireyim o bitsin sonra hemen diğerine gireyim oradan çıkıyım çocuk oyununa gidiyim… Şahaneydi benim için. Ve çok uzun yıllar böyle olması için de çok çalıştım. Oldu da. Diyeceğim o ki yeni mezunsanız, istediğiniz tiyatroya da girebildiyseniz böyle bir açlığınız oluyor. Oyun oynamak. Sürekli. Çok güzel bir his. Fakat bir süre sonra para kazanamayınca işler değişiyor. Yine söylüyorum herkeste bu durum farklılaşıyor. Yıllar geçtikçe, şu anki fikrim; tek sezon tek oyun. Bendeki durum bu artık. Daha doğrusu tek oyunum varsa o oyun bitinceye kadar başka bir oyunda oynamama kararı. Zihnen ve bedenen kendinizi sahneye vermeniz gerektiği için, bir sezonda üç beş farklı oyun oynamak tercihim değil. Ayrıca sinema veya dizi yapmak istiyorsanız da tek oyun en doğrusu. Çünkü şahsen ben dizi de oynamayı da sinemada oynamayı da çok seviyorum. Evet, tiyatro bambaşka bir yerde ama sinema başka bir yolculuk. Odaktan şaşmamak anlamına geliyor benim için hepsi. Odak; oynamak. İstediğin, sevdiğin işlerde, içine sinerek oynamak. Kendine, oyununa, sinemana ya da dizine vakit ayırmak ve bu şekilde ilerlemek benim için en güzeli.
–Bir tiyatro oyunu (ve de) oyuncusu/oyuncuları başarıyı ne ölçülerde, nasıl yakalayabiliyor?
Oyun bir ekip işi. Bir oyunun üç veya beş sezon oynaması güzel bir his. Seyirci sevmesi, benimsemesi, kendi hayatından hikâyeler bulması… Ama bu sadece, tekstle sadece oyuncuyla ya da yönetmenle değil, bütün bunların iyi birleşiminden ötürü oluşur. Bazen çok iyi bir tekst yazarsın ama oyuncularla anlaşamazsın. Çok iyi oyuncular bulursun ama tekstle anlaşamazsın. Fevkalâde tekst, oyuncu bulursun yönetmenle olmaz. Hepsi oldu diyelim tiyatronun koşulları el vermez istenilen şeylere. Bu da seyirciye yansır. Sahnede olan biten her şey gibi bu da seyirciye yansır. Seyirci de oyunu bırakır. Her şeyi tüketme üzerine bir hayat yaşıyoruz ama bir yandan oyun yazıyoruz, üretiyoruz. Tüketim var ama üretim de var. Yeni oyun yazmak, sezonluk oyun oynamak bence iyi bir şey. Hep üretme halindesin ve hep dinamiksin. Bir sezon oyun bitiyor, seneye başka bir oyun. Daha güzel ne olabilir ki. Çok beğenilirse bir sezon daha oynuyorsun ama arkadan yeni oyun da yazıyor ya da yönetiyorsun. Bence bu döngü çok keyifli ve öğretici. Seyirci de seninle beraber öğreniyor; çok sevdiği iki sezonluk oyunu izliyor bir yandan da yeni oyun ne gelecek diye merak ediyor. Bence buradaki en önemli şey iyi ekip olmak. Öylesine para ya da ego için değil de gerçekten iyi oynamak, iyi yönetmek, iyi yazmak.
-Tiyatro sektörü özelinde soracak olursak, -bu sektörde pek çok zorluk var- ki bunlar için neler söylersiniz, değiştirmek dönüştürmek istediğiniz bir durum olur muydu?
Özel tiyatroların ödenek almasını çok isterdim. Tiyatro binaları çok zor oluşuyor. Kolay değil ki. Elektriği, suyu, sahnesi, ışığı, dekoru, çalışanları saymakla bitmez. Ve ödenek almadan ayakta kalmak gerçekten çok zor olabiliyor. Evet, birçok sahne var ve bu benim hoşuma gidiyor. Tabii ki büyük sahneler yok, müthiş rahat seyirci koltukları yok ama oyun oynayabilecekleri bir tiyatroları var. Seyircilerini ağırlayabilecekleri, oyunlarını gösterebilecekleri bir yer. Ortam olarak elverişli bulup bulmamam bu konuyla beraber değişiyor. Zaten yeterince zor kısmıyla uğraşıyor tiyatro sahipleri. Bir tiyatroyu kurmak kadar devam ettirebilmek, ayakta tutabilmekte çok önemli. Neticede tiyatro dediğin; iki kalas bir heves. Gönül ister ki her şey dört dörtlük olsun ama olmuyor ve ben buna saygı duyuyorum. Reklam yapabilmek konusu ise biraz maddi biraz da teknolojiyi iyi kullanabilmek sanırım. Parası olan zaten güzel reklam yapabiliyor. Ama az parası olup çok iyi reklam yapan tiyatrolarda biliyorum. Teknolojiyi iyi kullanan, iyi çevresi olan insanlar. Bu şekilde de tiyatrosunu tanıtan insanlar var. Bence her şeyin özünde yeterince istemek yatıyor. Elbet bir yol bulunur o zaman.
Tiyatro için bir ukde diyelim. Özel tiyatrodan maaşım olsun isterdim. Yani tiyatrodan geçinebilmeyi, kiramı ödeyebilmeyi, sigortamın olmasını… Ne bileyim, iş işte. İşimden yeterli miktarda para kazanabilmeyi çok isterdim.
–Kadın oyuncuların sahnedeki durumları ve başarıları… Bu çok önemli, değil mi?
Bence kadın olmak her yerde çok zor. Bu kadar önemli bir varlığın hayatta bu kadar zorlanması garip geliyor bana. Ama işte güçlü olmak böyle bir şey. Kadın olmak. Tabii ki sahneye de çıkacağız, oyunlarımızı da oynayacağız. Görüşlerim bunun tersi olamaz. Sadece kadın oyunları üzerine metinleri az buluyordum şimdi onlarda çoğalmaya başladı daha ne isterim ki.
–Sansür, içinde bulunduğumuz sektörleri ne ölçüde etkiler?
Hikâyeni istediğin gibi anlatabilmelisin, yazabilmelisin. Derdini anlatabildiğin sürece güzel ama anlatamamak, kendini ifade edememek mutsuz eder. İnsan özgür olmalıdır.
–Kendinizi sürekli geliştirmek ve diri/hazır tutmak için neler yapıyorsunuz? Ya da neler yapılmalı?
Bu konu çok derin benim için. Öğrenmek hiç bitmiyor. Sürekli çalışmak gerekiyor. Çalışmak dediğim illa oyun yapmak değil. Merak etmek, gezmek, okumak, yaratıcı olmak, soru sormak. Kendinde neyi eksik buluyorsan onu tamamlamaya çalışmak. Ben bunun için uğraşıyorum. Bir sürü meslektaşım da bunun için uğraşıyordur eminim. Araştırmanın, öğrenmenin sonu yok çünkü. Sadece entelektüel veya kültürlü olman da yetmez. İyi de bir tekniğin olmalı. İyi bir bedenin olmalı. Bunlar bir bütün. O yüzden bence genel anlamda kendimizi geliştirmeliyiz ve bunun sonu yok.
–Son olarak şöyle bir sorumuz var: İçinde bulunduğunuz bir projenin üzerinden seneler geçtikten sonra sizinle ya da siz olmadan tekrar yapılması size ne gibi duygular yaşatır ?
Çok heyecanlanırım herhalde. Oynadığım rolü bir başkasının nasıl yorumladığını merak ederim. Bu hoşuma gider. Bence çok tuhaf bir şey zaten. Nasıl bir aynı karakter çıkardı görmeyi çok isterdim. Görebilirim de bir süre sonra. Bu çok keyif verici ve bir yandan da öğretici bir şey. Aynı rolü yıllar geçtikten sonra yine ben oynarsam farklı bir deneyim olur herhalde. Daha da başka oynayacağım kesin. Yaşanmışlıklarım artacak, hayata bakış açım dönüşecek. Bilemiyorum. İzlemek keyifli, tekrar oynamak değişik bir deneyim olurdu.