İkisi de alanında uzman Prof. Dr. Van Deurzen ve Dr. Claire Arnold-Baker’ın yazdığı “Varoluşçu Terapi”, hayatımızda karşılaştığımız zorlukları ve sınırları kabullenerek onlardan bir şeyler çıkartıp yola devam etmenin yollarını gösteren, bu yolda da insanın varoluşuyla alakalı zorlu şartlardan nasıl sıyrılabileceğini anlatan bir kitap.
“Günümüzde adeta küresel bir köye dönüşen dünya, görsel medya sayesinde birbirimize yakınlaşmamızla daha da küçülüyormuş gibi görünüyor. Böyle bir çağın bireyleri olarak karşılaştığımız paradoks, özellikle online olmak üzere bu bağlantı kurma artışının, bize kendimizi giderek izole ve içedönük hissettirmesidir. Anlam, değerler ve inançlara odaklanan varoluşçu yaklaşım, teknolojinin yaratabileceği varoluşçu boşluğa (Frankl, 1967), güçlü bir panzehir oluşturabilir. Danışanlar ve diğer yöntemlerin uygulayıcısı olanlar, varoluşçu yaklaşıma gittikçe daha çok yöneliyor. Varoluşçu fikirler, bize etrafımızdaki dünyayla, diğer insanlarla ve kendimizle daha anlamlı ve belli bir amaca yönelik bağlantılar kurmanın yolunu gösteriyor.”
Aslında yazının sonuna eklemem gereken bu alıntıyı başa koymamın sebebi, ikisi de varoluşçu terapi konusunda uzman Prof. Dr. Emmy Van Deurzen ve Dr. Claire Arnold-Baker’ın, Beyaz Baykuş Yayınları’ndan Müge Özçelik çevirisiyle yayımlanan “Varoluşçu Terapi” kitabında, öncelikli olarak günümüzün “varoluşçuluğuna” doğru bir yerden bakmasıyla ilintili. Zira geçtiğimiz yüzyılın varoluşçularıyla 21. yüzyılın varoluşçularının ele aldığı sorunlar, insana ve etrafına yaklaşım biçimleri ve hatta azıcık daha derine inersek merkezinde bile farklılıklar olduğunu tespit edebiliriz. İşte giderek genişleyen bu makasın açısı, tam da Van Deurzen ve Arnold-Baker’ın kitabında açıklamaya çalıştıkları biçimde su yüzüne çıkıyor. Bu yüzden de yaşamı anlamlandırmak, ona değer katmak için yeni bir reçeteye ihtiyacımız var. “Varoluşçu Terapi” kitabı da bunları ziyadesiyle içinde barındıran bir kitap.
Varoluşçu terapi her şeyden önce felsefi bir dayanağa sahip olduğu için bireyi düşünmeye daha fazla sevk etmesiyle bir adım öne geçiyor. Burada kast ettiğim düşünceye yönelim, kişinin yaşamında karşılaştıklarını bir hastalık olarak görmesinden ziyade daha çok onu anlamlandırmaya, anlamaya, şekillendirmeye çalışmasına neden oluyor. Yani resmi biraz daha büyüttüğünü ve bu çerçevenin içine yaşantıları, hayatları, hayalleri, deneyimleri soktuğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla yine bu büyük çerçeve, bireyin sadece psişik haline ve kişiliğine odaklanan klasik psikolojik yaklaşımın dışında, o bireyin sosyal, kültürel, politik, belki ekonomik ortamını da devreye sokar ve dış etkenlerin yansımalarının etkilerini de incelemeye tabi tutar.
Varoluşçu terapi tüm bu yönleriyle diğer terapi yöntemlerinden ayrılır ve başladığı noktaya geri dönerek felsefi tarafıyla öne çıkar. Dünyayla ilgili akla gelen her sorunun muhatabı olan varoluşçu terapi, soyut bir izlenim bıraksa da totale dönüp baktığımızda bunların yine kişisel olduğu gerçeğini önümüze koyar. Ayrıca ilgilendiği konuyla alakalı olarak onun altında yatan nedenleri yukarıda saydığım maddeler (ve daha fazlasıyla) ilgilenerek gerçeği arama peşine düştüğü için şüphecidir. Bu nedenle de katman katman açılarak ilerler ve hakikati bulana kadar da sorgulamaya devam eder. Böylece birey çevresindekiler etrafında dönerken aynı zamanda kendi etrafında da döner ve esas olarak insanı zorlayan bu şartlarla yüzleşerek kendini keşfeder.
“Varoluşçu Terapi”, hayatımızda karşılaştığımız zorlukları ve sınırları kabullenerek onlardan bir şeyler çıkartıp yola devam etmenin yollarını gösteren, bu yolda da insanın varoluşuyla alakalı zorlu şartlardan nasıl sıyrılabileceğini anlatan bir kitap.
- Varoluşçu Terapi – Emmy Van Deurzen / Claire Arnold-Baker
- Beyaz Baykuş Yayınları – Psikoloji
- Çeviri: Müge Özçelik