Müzeleri severim. Konsepti dahilinde anlattığı hikâyeleri görmeye, izlemeye, duymaya, duyumsamaya, anlamaya çalışırım. Bence müze gezmek yalnızca fiziki olarak gerçekleştirilen bir eylem değildir. İyi tasarlanmış ve hikâyesini ziyaretçisine cömertçe sunmayı başarmış müzeleri bir daha gezmek benim için zaman kaybı değildir. Görüp geçilecek, bakıp geçilecek, okuyup geçilecek, izleyip geçilecek, anlayıp geçilecek gibi görünürler ancak bundan daha fazlasıdır. Ne zaman yolum Sultanahmet’e düşse fırsat yaratıp Arkeoloji Müzesi’ni gezmeye çalışırım örneğin. Binlerce yıllık insanlık tarihinin kısa bir özetidir ancak yalnızca bir günde tüketilebilecek bir hazine değildir. Keşfetmek isteyenler için çok fazla şey anlatır.
Gittiğim şehirlerde müze görmeyi de çok severim. Mesela Urla’da çok büyük bir zeytinyağı müzesi vardır, çoğu insan bilmez. Şehrin dışındadır ve binlerce yıllık bir hikâye anlatır. Her dönemiyle ve kanıtlarıyla. Müze, biraz da kanıtlamak demektir çünkü. Size bir şeyi, bir hikâyeyi kanıtlarıyla anlatacağız demektir. Bence kanıtlanabildiği müddetçe her şeyin müzesi yapılabilir. Biraz polisiye tadı da alırsınız. Kendinizi acemi bir hafiye gibi hissedebilirsiniz. Ama bir yandan da bilirsiniz ki, olay çoğunlukla çözülmüştür. Siz izlerin üzerinden yürürsünüz. Müze, kanıtlanmış yaşamların izdüşümüdür. Siz yeniden keşfedersiniz.
Duyduğum en enteresan müze fikri Eskişehir’de Dünya Müzeleri Müzesi’ydi. Tüm dünyadaki müzelere kurulmuş bir müze. Sanırım kapandı. Bir de kurmaca olarak kurulan ve sonradan gerçeğe dönüşen bir müze var, muhtemelen hepimiz onu duyduk. Orhan Pamuk’a ait olan Masumiyet Müzesi. Kitaptaki karakterlerin ve o karakterlere ait nesnelerin sergilendiği yer. Ziyarete açık. Kurgu ve gerçeğin birbirine geçtiği bir proje.
Masumiyet Müzesi’ne benzer bir kurmaca müze hikâyesini anlatmak istiyorum size: Sıradan İnsanlar Müzesi’ni. İngiliz yazar Mike Gayle’ın kaleme aldığı ve ülkemizde Düşbaz Kitap tarafından yayımlanan bu kitap, sıra dışı bir müzenin kurulma hikâyesini genç bir kadının annesini kaybetmesinin ardından yaşadığı yas süreciyle birleştirip anlatıyor.
Kitabımızın ana karakteri, anlatıcısı ve müzemizin küratörü Jess, çok sevdiği annesini beklemediği bir zamanda kaybeder. Yalnız yaşayan annesinin evini boşaltma ve elden çıkartma süreciyle baş etmesi gerekir. Çünkü o eve girdiğinde, eşyalar başbaşa kaldığında, çocukluğunda ve gençliğinde olduğu kişiyle arasında dağlar kadar fark olduğunu, hayatın onu istemediği bir insana dönüştürdüğünü fark eder. Jess, hayal ettiği mesleği yapmamaktadır. Müze küratörü olmak için eğitim almıştır ancak hayat gailesi onu bir plazanın resepsiyonuna oturtmuştur. Hiçbir ortak noktası olmayan, anlayışsız ve bencil bir adama âşık olmuştur. Farkında olmadan ondan psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Annesinin evinin satışını yapmaya karar verdiğinde, Guy onu zorla istemediği büyüklükte bir ev almaya ve ortak bir gelecek kurmaya zorlamaktadır.
Çocukluğunda annesinin aldığı ve ona çok fazla şey katan ansiklopedilerle beraber çok az eşyayı şimdiki evine getirmiştir Jess. Atmaya kıyamadığı ansiklopediler evin içinde getirdiği gibi dururken, bu ansiklopedileri ihtiyacı olan birilerine bağışlamayı düşünür. Fakat kimse bu devasa kitaplarla ilgilenmez. Artık çöpe atmaktan başka çaresi olmadığını düşündüğü bir zamanda, hatta çöpe atmışken çocukluk arkadaşı onu bir müzeye yönlendirir. Bu müze insanların atmaya kıyamadığı eşyaları alıp saklamaktadır.
Bu fikri sevse de inanmayan Jess, ne kaybedebilirim ki, deyip ansiklopedileri çöpten alır ve bu yere gider. Ev boşaltma ve temizleme işleri yapan bir firmanın yeni sahibi olan Alex’le tanışırız. Yüzü yaralarla dolu, çekingen bir karakterdir Alex, Jess’in bahsettiği şeyden bihaberdir. Sonra firmanın eski çalışanları, vefat etmiş eski sahibinin böyle bir çabası olduğundan bahsederler. Alex’se kendine neden miras kaldığını bilmediği bu işletmeyi ve binayı elden çıkartmak istemektedir. Çünkü eski sahibini hiç tanımamaktadır ve kendisiyle kan bağı olmayan bu adamın neden mirasını tamamen ona bıraktığını bilmemektedir.
Jess ve Alex, bir şekilde kendilerini bilinmez bir hikâyenin ortasında bulurlar. Bir müze vardır. Sahibi esrarengiz bir şekilde her şeyini Alex’e bırakmıştır. Fikre bağlanan, onu seven, kendisi gibi hissedip kopamadığı nesneleri çöpe atmaktansa onu bir müzede sergilemeyi isteyen çok fazla insan olduğuna inanan Jess, Alex’i bu müzeyi işlevsel bir hale getirmeyi ve eski sahibine dair araştırma yapmaya ikna eder. Çünkü hali hazırda ellerinde çok fazla nesne vardır ve hepsi hikâyeleriyle önlerinde duruyordur.
Buradan sonra hikâye umulmadık bir yolculuğa döner. Jess bir yandan sorunlu ilişkisiyle uğraşırken, bir yandan da tam zamanlı işine devam edip müze küratörlüğüne soyunur. Kendini her şeye yetişmek için adeta parçalar. Müzeyi ayağa kaldırmayı başarır ama Guy’la olan ilişkisi yıkılır, tam zamanlı işinden kovulur. Açılışını yaptıkları müzenin de doğru düzgün ziyaretçisi yoktur.
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Neyi yanlış yaptık? Bir sürü cevapsız soru. Ayrıca mental olarak yıkılan bir karakter. Jess, hayatını nasıl yola koyacak, müzeyi nasıl emeklerinin karşılığını alabileceği bir hale dönüştürecektir? Çünkü bu müzede insanların atmaya kıyamadığı, anılarının yüklü olduğu eşyalar vardır. Her biri ayrı ayrı hikâye… İnsanların, sıradan insanların hayatlarına bakmamızı sağlayan pencereler…
Mike Gayle, geçmiş ve günümüz arasında gidip gelen bir örgüyle, bir kız çocuğunun annesiyle vedalaşmasını aktarırken, hikâyenin günümüze bakan diliminde pek çok insanın içinde olduğu bir düğüm hazırlıyor. Bir yandan yas ve toparlanmaya çalışan bir karakter, diğer tarafta toparlanmış bir karakterin yeniden dağılmaya doğru giden yolculuğu.
Kitabın sonsözünde şunu söylüyor yazarımız: Metni bitirdikten sonra gerçekten böyle bir müzenin var olduğunu keşfediyor. Gerçekten, hikâyenin içinde anlatılan konsepte sahip Sıradan İnsanlar Müzesi var ve Londra’da ziyaretçilerini bekliyor. Hem yazar için, hem de benim için büyük bir sürpriz. :)
Sıradan İnsanlar Müzesi, çok hoş bir fikre sahip. Ayrı katmanları olan, karakterleri değişip dönüşen bir roman.
- Sıradan İnsanlar Müzesi – Mike Gayle
- Düşbaz Kitap – Roman
- 352 sayfa
- Çeviri: Yasemin Büte