Yazar Bülent Çallı ile geçtiğimiz aylarda Everest Yayınları tarafından yayımlanan yeni romanı İstanbul Posta Treni hakkında konuştuk.
Keyifli okumalar diliyoruz.
İstanbul Posta Treni’nde küresel bir salgının distopik şekilde İstanbul’daki yansımasını okuyoruz. Aslında eserde işlenen konuya çok da uzak değiliz. Geçtiğimiz yıllarda pandemi sürecinde benzer şeyler yaşadık. Sanıyorum her okuyucunun aklına ilk bu soru gelecektir: İstanbul Posta Treni hikâyesinin çıkış noktası koronavirüs salgını mıdır?
Hem öyle hem de değil, desem yanlış bir şey söylemiş olmam. Çünkü aslında, bu romanın ana karakteri Burhan’ın hikâyesinin bir kısmını 2001 yılında kaleme almıştım. O yıllarda da bir pandemi korkusu vardı. Bu konu hakkında, bir yandan kurmaca filmler çekiliyor ama bir yandan da bilimsel makaleler yayınlanıyordu. Ben de National Geographic dergisinde yayınlanan bir salgın dosyasından etkilenip şimdiki Burhan’ın bir salgının pençesindeki İstanbul’daki hikâyesini bir eskiz halinde de olsa kaleme almıştım. Bu hikâyeyi tamamlayıp romana çevirmem ise koronavirüs salgınındaki karantinalarda gerçekleşti.
Böyle macera dolu olayların anlatıldığı, bu distopik eserin yazılma sürecini de okur olarak çok merak ediyoruz. Özellikle olayların akışı, kahramanların karakter değişimleri vs. önceden kurgulanmış bir şey miydi? Romanı yazma sürecinizi biraz
anlatır mısınız?
Ben romanlarımı yazmadan önce, başından sonuna bir iskelet inşa edip bunu bazen kısa metinlerle, bazen kutucuklarla, bazen post-it notlarla bazen bir harita eşliğinde mutlaka görünür hale getiriyorum. Başka türlü yazılabilir mi bilmiyorum. Bu iskelet oluştuktan sonra, giderek gelişen, detaylanan, en az iki, bazen üç taslak yazıyorum. Bu süreçte sevdiğim iki an var. İlk cümleyi ve son cümleyi bulduğum anlar. O zaman bu romanla başa çıkabileceğimi anlıyorum; bir tepeden aşağıya bakar gibi, yol görünür oluyor.
Bir Duman Otel okuyucusu olarak dikkatimi çeken bir diğer husus ise eserlerinizde mekan olarak hep İstanbul’u seçmeniz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Bir nedeni var, ama bu neden o kadar özel olmayabilir; o da şu: İstanbul’da yaşıyorum. Yaşamadığım bir yer hakkında yazamam. Çünkü biraz da şehir size o hikâyeyi veriyor. Diğer romanlarıma ya da İstanbul Posta Treni’ne bakacak olursak, başka şehirlerde geçebilir miydi bu hikâyeler, emin değilim. Her şeyden önce şehrin kendisi beni hikâyeye ikna ediyor. Evet, Samatya’da öyle bir meyhane olabilir, Sultanahmet’te böyle bir otel vardır gibi… Daha önce Paris’te yaşadım ve şimdi ise Ankara’da yaşıyorum. Belki ileride bu şehirler de bana kendi hikâyelerini verirler ve onları da yazarım.
Romanda Dünyanın Sonundaki Radyo adlı aslında olayları ateşleyen, umut unsuru olarak karşımıza çıkan bir radyo var. Peki, Dünyanın Sonundaki Radyo’da dinlediğimiz bu şarkıların hikayeye özel bir katkısı var mı? Yoksa Bülent Çallı’nın müzik zevkinden oluşan bir dinleme listesi mi bu?
Doğrudan benim müzik zevkimi yansıtan bir liste değil bu. Elbette kişisel olarak beğendiğim şarkılar da var orada ya da romana aldıktan sonra sevdiğim şarkılar da var, ama ben, işin en başında bu listeyi de kurgulamaya çalıştım. Kısıtlı kaynakları olan bir radyoyu ve bir DJ’i düşündüm. Romanın temalarına uygun şarkılar seçmeye çalıştım. Özel bir katkısı varsa, budur: Metne tema sağlıyorlar.
Roman Aylak Adam’dan bir alıntı ile başlıyor ve son bölümünde yine Aylak Adam’dan bir alıntı karşımıza çıkıyor. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam eseri ile İstanbul Posta Treni arasında bir ilişki var mıdır?
Yoktur. Sadece, Aylak Adam’ın kendi hikâyesinin gerçekliği ile ilişkili okuru şüpheye düşüren kimi yerleri var. Bu hissiyat bana göre İstanbul Posta Treni’nde de mevcut. Ben, Aylak Adam’daki bu tarz parçaları, iki roman arasında organik bir bağ kurmadan ya da bunu iddia etmeden, kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda epigraflar olarak kullandım.
Romanın her bölümünde yaptığınız alıntılar dikkatimizi çekiyor. Bu alıntılar bölüme merak uyandıran, bölümle uzaktan yakından ilişkili cümleler aslında. Bu alıntılara, eseri yazdıktan sonra planlı bir şekilde seçerek mi eserde yer verdiniz? Yoksa alıntı yaptığınız bu eserler için Bülent Çallı’nın okuduğu, sevdiği ve aklında kalan geniş bir okuma listesi diyebilir miyiz?
Evet, alıntılarımı her bölüm için özel olarak seçtim. Ve açılışını yaptıkları bölümlerle uzaktan yakından değil, doğrudan ilişkileri var. Ama elbette, açıkça kendilerini ele vermiyorlar. Bana sorarsanız bu epigraf işleri yazarın şahsi meselesidir. Metniyle kurduğu ilişkiyi temsil ediyorlar ve okurun bu ilişkinin tüm şifrelerini çözmesine de gerek yok. Ben her şeyi altını çizerek, not alarak okuyorum. Bu nedenle de evet, bir yandan da bu epigraflar elle seçtiğim, özenle topladığım alıntılar.
Okurlarınıza İstanbul Posta Treni’nden hareketle bir mesaj vermenizi istesem, onlara ne derdiniz?
Ara, bulacaksın!