Yazın iyiden iyiye kendini hissettirdiği günlerde, “Ne okusam?” sorunuza yanıt olacak aylık seçkilerimiz devam ediyor.
Ağustos ayı itibariyle raflardaki yerini almış farklı türlerdeki 24 kitabı bir araya getirdik; sizlere bol alternatifli bir okuma listesi oluşturduk.
İşte, 24 kitaptan oluşan Ağustos ayı önerilerimiz:
1. Davanın Reddine – Claudio Magris
“Bir insan, bir gölgenin düşüdür.”
Saplantılı bir koleksiyoncu olan tarih profesörünün beklenmedik ölümüyle kurmayı düşündüğü Savaş Müzesi yarım kalır. Ondan geriye kalan karmakarışık malzemeyi nasıl bir kurgu içinde sergileyeceğini düşünen, siyahi bir baba ile beyaz bir Yahudi annenin kızı olan Luisa sadece müze kurgusuyla değil, kendi aile geçmişinin de kurgusuyla baş başa kalır. Ne de olsa, yazarın dediği gibi “tarih kurumuş kandır”, aynı zamanda “tarih bir tapu sicilidir”, “birbirini öldüren kardeşlerle doludur”, “bir çöplüktür” ve en nihayetinde “tarih bir elektroşoktur”.
Leyla Tonguç Basmacı’nın çevirdiği Davanın Reddine romanı, yayımlandığı 2015 yılında Corriere della sera gazetesi tarafından yılın en iyi kitabı, Claudio Magris yılın en iyi yazarı ilan edildi.
“Claudio Magris çağımızın en büyük yazarlarından biri.”
Mario Vargas Llosa
“Tarihin bu barbar döneminde, Claudio Magris’in yapıtları ve varlığı vazgeçilmezdir.”
George Stirner
2. Müteveffa İvan Belkin’in Hikayeleri – Puşkin
Yıllar önce, hemen bütün ortamlar için belleğinden bir Puşkin şiiri, alıntısı çıkarıp neredeyse huşu içinde okuyan bir dostuma sormuştum: “Nedir sizin Puşkin’de bulduğunuz, neden adeta kendinizden geçiyorsunuz Puşkin okuduğunuzda?” “Her şey,” demişti bana, “aşk, dostlar, güz, bahar, hürriyet, kar, anne, esaret, zulüm, çocuklar… Bütün duygulara, her ortama uygun şiirleri var Puşkin’in, üstelik öyle içten, öyle naif ki…” Sanırım kilit kelime budur: “naif.” Belki tam da bu yüzden, bütün halkların ruhunda yatan o saf, bozulmamış, çocuksu yanı bulup çıkardığı için büyük bir edebiyatçıdır o. Puşkin, Müteveffa İvan Belkin’in Hikâyeleri’ni 1830’da, Nijni Novgorod’da aile mülkü olan Boldino Köyü’nde yazdı. İlk kaleme alınan hikâye, “Cenaze Levazımatçısı” 9 Eylül tarihini taşır; “İstasyon Şefi” 14 Eylül, “Köylü Küçük Hanım” 20 Eylül, “Atış” 14 Ekim, “Tipi” ise 20 Ekim tarihlidir. Dostu şair Pyotr Aleksandroviç Pletnov’a 9 Aralık’ta “Baratınski’nin gülmekten öldüğü beş hikâye kaleme aldım,” diye yazar. Sonra da bunları imzasını koymadan “Müteveffa İvan Petroviç Belkin’in, A. P. tarafından Yayınlanan Hikâyeleri” başlığıyla yayınlatır. Hikâyeler Puşkin’in imzasını taşıyarak ilk kez 1834’te yayınlanmıştır.
3. Viva – Patrick Deville
1937’de, sürgündeki kaçaklar Troçki ve karısı, Meksika’nın küçük liman kenti Tampico’ya ayak bastıklarında, Cuernavaca da Yanardağın Altında romanıyla edebiyat dünyasını sarsacak Malcolm Lowry’yi ağırlamaktadır. Emiliano Zapata, Pancho Villa gibi isimlerin önderliğinde devrimini Rusya’dan on yıl önce gerçekleştiren Meksika’da, gizemli B. Traven’den Arthur Cravan’a, André Breton’dan Antonin Artaud’ya, Tina Modotti’den Octavio Paz’a birçok sanatçı ve aydının yolları kesişir. Meksika’daki ilk günlerinde Frida Kahlo ve Diego Rivera’da evlerinde kalan Troçki, IV. Enternasyonal için çalışmalara da burada başlayacaktır.
Aynı yanardağın altında bir devrimciyi ve bir edebiyat dehasını buluşturan yazar Deville, yolu Meksika’dan geçmiş birçok ünlü karakterin karşılaşmaları, hayalleri, mücadeleleriyle Meksika’nın şehirlerini, devrimcilerini, sanatçılarını, katillerini bir araya getirerek müthiş bir tarihsel tablo çiziyor. Merkezinde, birbirine çok yakın ve çok uzak iki dehanın yer aldığı roman, siyasi idealizmin ve edebiyat kültünün kol kola gezindiği bir devrin kalbine baş döndürücü bir yolculuk niteliğinde.
4. İkinci Bir Yaşam – Sevim Burak’ın Edebiyat Dünyası
“Yazdıklarımın konusu kendi kendisi olan bir edebiyat benimki…”
Edebiyatımızın en karakteristik seslerinden Sevim Burak, yarattığı farklı gerçeklik algısı, dili ve tipografiyi zorlayan üslubuyla yazdığı dönemde okuruna ulaşmada zorluklar yaşamıştır. Oluşturduğu özgün tarzı sayesinde zamanını aşmayı başarmış, günümüzde de gizemini koruyan yazar, okurda anlaşılma ve keşfedilme arzularını uyandırmıştır. Burak’ın sanat anlayışı farklı akademik disiplinlerden gelen araştırmacılar ve eleştirmenler tarafından titizlikle incelendi ve ortaya İkinci Bir Yaşam çıktı.
Metinleri hem yazılma hem de okunma aşamalarında yepyeni anlamlar kazanan Burak’ın daha iyi anlaşılması amacıyla hazırlanan bu kitap sizi yazarın özgün yazım evrenine taşıyacak.
5. Edebiyat Anılarda Yaşar – Refik Durbaş
Refik Durbaş Edebiyat Anılarda Yaşar’da edebiyatın hazine sandığını açıyor. İnce Memed’den Bekçi Murtaza’ya roman kahramanları; Ahmet Mithat’tan Yaşar Kemal’e, Tevfik Fikret’ten Can Yücel’e yazarlar, şairler Cağaloğlu kaldırımlarında arz-ı endam edip aşk, tütün, alkol, yoksulluk, hüzün ve her şeye rağmen yaşama sevinci kokan hikâyelerini anlatıyorlar.
“Can Yücel, BBC’nin Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spikerlik yapacaktır. Spikerlik, Nâzım Hikmet’in ölümüne kadar sürer.3 Haziran 1963’te Nâzım’ın ölümünü BBC’de okumak ona nasip olacaktır. Ve Nâzım’dan ayrılmanın acısını sunturlu bir küfürle süslediğinden o an işine son verilecektir BBC’de.”
6. John Delahunt – Bir Cinayetin Hikâyesi – Andrew Hughes
Dublin, 1841. Aralık ayında soğuk bir sabah. Küçük bir oğlan çocuğu tatlı sözlerle kandırılıp annesinin yanından alınıyor ve vahşice katledilmiş olarak bulunuyor. Yoksulluk, eşitsizlik ve siyasal istikrarsızlığın egemen olduğu kentte işlenen onlarca elim cinayetten biri, ama diğerlerinden farklı olarak halkı galeyana sürüklüyor. Çünkü John Delahunt adında sorumsuz bir öğrenci olan katil, aynı zamanda Dublin Kalesi’ndeki istihbaratçıların ücretli muhbiri. İşin tuhafı, katil ne işlediği cinayetten pişmanlık duyuyor ne de alacağı cezadan korkuyor. Hücresinde idam gününü beklerken serinkanlılıkla hikâyesini kaleme almayı seçiyor.
Tarihî bir araştırma yaparken tesadüfen bu olayın belgelerini bulan Andrew Hughes, 1841’de geçen hikâyeyi Dickens’vari bir atmosferde ve gotik edebiyata yaraşır bir dilde aktarmayı ustalıkla başarmış.
7. Bozlak – Emirhan Dağkan G.
“Zaman zaman, karanlığın içinde karşıma birden biri çıkar diye tedirgin oluyor ve sağımı solum etraflıca süzerken, kıstığım gözlerimin saklanmama yardım edeceğini düşünüyordum. Bunun üstüne bir de, mezarlık yoluna yaklaştığım her dakikada anlatılan cin hikâyelerini hatırlıyor ve garip bir şekilde, bunları unutabilmek için zorladığım zihnime hükmedemiyordum. Hem içimde biriken korkudan hem de bedenimi çepeçevre sarmalayan soğuktan kaçabilecekmişim gibi adımlarımı hızlandırmış ve değil sağa sola bakmak, kimi zaman gözlerimi dahi kapatır olmuştum.” Çamurlu yollar, yabancıları sevmeyen köylüler, kaynayan bir kahvehane… Namus bekçileri, haset ve husumetler… Sırtından “zopası” eksik edilmeyen çocuklar, erkekler ve erkeklikler… Karanlık evler, ışığı pır pır eden odalar. Muammalı bir ölüm ve çiçeği burnunda bir öğretmen…
Bozlak, polisiyenin kıyılarında gezinen bir novella, bir köy hikâyesi. Konup konup havalanan kuşlar. Emirhan Dağkan G., bir ölüyle doğrulanan parçalanmışlığın hikâyesini, cayır cayır süren bir sessizliği anlatıyor.
8. Asker Daha Fazla Elliot Smith Dinlemek İstemiyor – Utku Yıldırım
“İnsanın geçmişini tek başına inşa etmesi gerek, haliyle acısını da.”
Asker Daha Fazla Elliott Smith Dinlemek İstemiyor’da Utku Yıldırım zihninden, kendi gerçekliğinden fragmanlar sunuyor. Bu öykülerde eşyaların gizli tarihini, hayatın anlamını, kitapların sırlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yazarın dili iç sesi ile bütünleşiyor. Metinlerde bilinç akışını benzersiz bir biçimde kullanıyor. Hep bir arayışla, denemeyle geçen yaşamdaki “kez”lere ortak ediyor bizi. Acının ve yenilginin karşısında her seferinde “belki bu kez başarabilirim” hissini güçlü tutmaya çalışıyor.
Utku Yıldırım bu ilk kitabıyla güçlü, üslup sahibi bir yazar olacağının sinyalini veriyor.
Elden ele dolaştıralım lütfen.
9. Yeni Atlantis – Francis Bacon
Francis Bacon’ın Yeni Atlantis’i, halkın bilimle birlikte mutlu bir şekilde yaşadığı Bensalem adı verilen hayali bir ülkede geçen ütopyacı bir hikâyedir. Bacon’ın ölümünün ardından, ilk defa 1627’de yayımlanmıştır. Bacon Yeni Atlantis’te özellikle, devletin bilimi desteklemesine ve bunun önemine odaklanır. Tıpta, cerrahide, meteorolojide ve mekanikteki pek çok gelişmeyi öngörmüştür. Yeni Atlantis bir ideal devlet ve toplum modeli olmasının yanında Bacon’ın ideolojisini de temsil eder. Bensalem halkı, deneyimli bir politikacı olan Bacon’ın ideal niteliklere sahip yurttaş kavramını örnekler: cömert, aydınlanmış, haysiyetli ve dindar. Bunlar Bacon’ın 17. yüzyılda İngiltere’de görmek istediği niteliklerdir.
Bacon Yeni Atlantis’te Platon, Aristoteles ve diğer ilkçağ filozoflarının insanların arzularının peşinde daha az koşması gerektiği yönündeki görüşlerine katılmaz; çünkü ona göre, bilimdeki muazzam ilerlemeler sağladıkları şeylerle bedensel arzuları yatıştıracak ve insanın açgözlülüğünü tatmin edecektir. Bacon’a göre, insanı ahlaki olarak daha yüksek bir duruma getirmeye çalışmak enerji ve zaman kaybıdır. Sonuç olarak, Bacon bilimin ilerlemesini, insanlığın doğa üzerindeki kontrolünü artırmanın ve tüm insanların rahatını ve huzurunu sağlamanın en iyi yolu olarak görmekte ve bilimsel ilerlemeye adanmış İngiltere Kraliyet Topluluğu gibi kurumlar da Bacon’ın ütopyacı vizyonunun cisimleştiği kurumlar olarak kabul edilmektedir. Yeni Atlantis ütopyası, bilimin dünyadaki kötülüklere bir çözüm olduğu düşüncesinin altını çizmektedir.
10. Viking Masalları – Jennie Hall
Sakin, sessiz ve soğuk kış aylarında İzlanda insanlarının ellerinde hep bir uğraş olurdu. Bu uğraşlar sayesinde düşünür, konuşur, çocuklarına savaşçı atalarının masallarını anlatırlardı. Buz denizinin üstünde ve kuzey ışıklarının altında…
Buz ülke, yeşil ülke, üzüm ülkesi… İzlanda’da, Norveç’te, o toprakları yuva haline getiren kahraman Vikingler, hâlâ minnetle ve hayranlıkla anılıyor. Bir zamanlar ozanların arp çalarak anlattığı, okuryazarlığın artmasıyla parşömen yüzü görmüş masallar, Valhalla’ya kavuşmak için görkemli yaralar almaya çalışan o kahramanlardan bahsediyor.
Burada da Viking gemileri, Norveç’ten Batı denizinin ötesine doğru buz dağlarının arasından geçerek yüzüyor. Thor aşkına!
11. Korku – Dirk Kurbjuweit
Silah düşkünü, sert ve sevgisini gösteremeyen bir babanın üç çocuğundan biri olarak sorunlu bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş olan Randolph, iş ve özel yaşamında babasının tam tersi bir yol izlemeyi kendine hedef edinmiş, barışçıl, hukuk devletine güvenen ve her türlü şiddetten uzak yaşayan, başarılı bir mimar ve sevecen bir babadır. Karısı Rebecca ve iki çocuğuyla güzel bir apartman dairesinde yaşamaya başladıktan sonra tüm hayatları değişir, kâbus dolu günler başlar.
Alt katında oturan yaşlı komşusunun, ailesine uyguladığı psikolojik işkence Randolph’un o güne kadar inandığı bütün değerleri sorgulamasına neden olacaktır. Korku, “Ailenizi korumak için ne kadar ileri gidersiniz?” sorusunun cevabını ahlaki ve felsefi açıdan bir kez daha düşünmenize neden olacak, elinizden bırakamayacağınız bir roman.
12. Renkrasi – Jasper Fforde
Kimse Renk Uzmanı’nı aldatamaz, renk testinde hile yapamazdı. Sonucun ne çıkarsa sonsuza dek oydun. Hayatın, kariyerin ve sosyal statün oracıkta, birkaç dakika içinde belirleniyordu ve yaşamın kaygı verici tüm belirsizlikleri ebediyete kadar yok oluyordu. Hayatının haritası orada çiziliyordu. Görebildiğiniz renklerin hiyerarşideki seviyenizi belirlediği bir dünya. Bej borsanın en revaçta malı üretimi yasak olan kaşıklar. Kamu hizmetine ayrılan Ford T’ler yollarda geziyor. Yüce Munsell’ın manifestosu, medeniyetin tek kutsal kitabı. Görünürde her şey huzur içinde… Oysa ülke için için kaynıyor. Peki ya renkler bir gün ayaklanmaya karar verirse? Jasper Fforde günümüzden yüzyıllar sonrasını renklerin gölgesinde, ustalıkla kaleme alıyor. Renkrasi, ilkelleştirmeye, diktatör gölgesinde özgürleşme savaşına, hayatı en baştan bir kez daha kurmaya dair bir distopya.
Renkrasi zekice fikirlerden çok daha fazlası. Lezzetli bir kurgu ve Dickens’ın, Pratchett’ın kaleminden çıkmış gibi görünen zengin detaylar taşıyor.
– Independent –
Renkrasi’nin dünyasını, ince esprilerini, karmaşıklığını, beklenmedik olaylarını, kurgusunu ve özgünlüğünü özetlemek imkansız, okuyun!
– The Times –
Fforde’nin yarattığı renkli dünya, canlı bir yaratıcılık ve ince esprilerle örülmüş.
– Daily Mail –
13. Bostandaki Pırlağuç – İlker Şaguj
Doğal frekansların dışında – gaipten gelen şiirler. Sözcükle çalışan bir ‘infrasound’ düzeneği. Anlamı dalgalar halinde yayıyor Şaguj’un “pırlağuç”u, ses korkuluğu.
“bu kanı anemi
simsarlardan tazeleyerek aldım. kan insan gibi değildir.
yerine birinin geçtiği hemen anlaşılmaz.”
14. Einstein – Aforizmalar
“Yaşamanın iki şekli vardır: Hiçbir şey mucize değilmiş gibi ya da her şey mucizeymiş gibi yaşamak.”
Tüm hayatın bir mucize olduğuna inanan ve buradan ilham alarak hayatı ve evreni açıklamaya koyulan bir fizikçi… Einstein’ın düşünceleri ve çalışmaları bugün bile bilim dünyasını etkilemeye devam ediyor. Zor bir çocukluk ve eğitim hayatının ardından hayallerinin peşinden giderek büyük şeyler başarmış bir biliminsanı olsa da, Einstein insani değerlerin önemini asla göz ardı etmemiştir. Einstein’a göre, dünyayı ve insanlığı kurtarmak için tek gereken şey yeni bir düşünce biçimidir; evren dediğimiz bütünün bir parçası olan insanın, her canlıyı ve evrenin tüm güzelliklerini kucaklaması gerekmektedir.
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir,” diyor Einstein. Bu kitap hayal gücünü zekâdan daha üstün tutan bir dehânın dünyaya bakışını ve düşünce dünyasını apaçık gözler önüne seriyor. Şimdi bize düşen ise, hayal gücünün sonsuzluğuna dalıp gitmek.
15. Solmaz Hanım’la Bir Ömür – İlhan Berktay
Üç ayrı şehirde geçen çocukluk…
1949’da, İTÜ’de, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’ne üyelikle adım atılan siyasi mücadele
yılları… 1951 tevkifatı… Harbiye, Sultanahmet cezaevleri…
6-7 Eylül… Mücadeleyle kazanılanlar, kazanırken verilen kayıplar, izler, geriye kalanlar… Dostlar… İnşaat mühendisliği alanında profesör olmaya varan akademik bir kariyer…
İnşaat Mühendisleri Kongreleri, 12 Eylül öncesinin siyasi cinayetleri…
1974’ten bugüne eksilmeyen Bodrum zamanları…
16. Hannah Arendt – Yaşam Bir Anlatıdır – Julia Kristeva
“Düşünce, irade gösterme ve muhakeme onu felsefi gibi görünen tefekkürlere, tıpkı politikanın kendisine yaptığı gibi felsefeyi parçalarına ayıran tefekkürlere yöneltir ve bunlar, özgürlüğe bakmak için yeni bir yol, bilhassa Arendtçi olan yeni bir yol tasarlamaya devam eder.” “Bağışlama eyleme değil, kişiye hitap eder. Birisi cinayeti ya da hırsızlığı bağışlayamaz, sadece katili ya da hırsızı bağışlayabilir. Bağışlama, bir şeyi değil de birisini amaçlayarak, kendisini bir sevgi eylemi olarak açığa vurur; fakat sevgi olsun ya da olmasın, bağışladığımız kişiyi dikkate alır.”
Arendt’in insani etkinliği, düşünüşü, muhakemeyi ve eylemi odağa alan felsefesi üzerine değerlendirmelerin, günümüzün otoriter, hatta kimilerine göre totaliter atmosferinde tekrar hararetlenmesi basit bir tesadüften ibaret değildir. Kamusal insanın, dahası bir bütün olarak “kamusal olan”ın erozyona uğradığı bu günlerde, Kristeva’nın eseri bir çağrıda bulunuyor. Hannah Arendt: Yaşam Bir Anlatıdır, eylemin “anlatı” ile olan bağını anlamada bizlere bir izlek sunarken, olan bitenin berisindekini kavramamızı sağlayacak estetik ve felsefe ilişkisi
üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor. “Anlatı derhal paylaşılan eylemdir ve dolayısıyla ilk politik eylemdir.”
17. Dinamik Ahlak – Tahir M. Ceylan
Bütün bir çember yalan da olsa her şeydir, kırık bir çemberse doğru da olsa hiçbir şey. Yeryüzündeki en yüksek davranış bütünlük sağlayıcı davranıştır. İnsan için bütünlük sağlayıcı davranış da şüphesiz ortaklık yaratan davranıştır. Çünkü bütünlüğe hizmet etmek iddiasındaki tekil bir davranış, ortaklık sağlamadan tekyönlü bağlar oluşturarak bu iddiasını gerçek kılamaz. Örneğin halkının iyiliğini düşünen ama bu iyiliği karşılıklı ve eşit ilişkiler üzerinden değil de sadece başkaları için kendi yaptıkları üzerinden gerçekleştirme tutkusu taşıyan ve ortaklık yaratmadan tebaasını pasif alıcılar olarak bırakan bir kralın yönettiği ülke, sahici bütün oluşturamadığı için dayanıklı olmaktan uzak kalır.
Buna karşılık örgütlü ve aktif yurttaşlara sahip, demokrat bir liderin yönetimindeki her ülke, ortak üyelere sahip sahici bir bütün olduğu için uzun süre ayakta kalır. Dolayısıyla içinde ortaklık taşıyan bütünlükler insanın sığınabileceği yüksek, sahici ve nispeten kalıcı yapılardır.
İnsan için ortaklık kurmada başvurabileceği hangi araçlar vardır diye soracak olursak şunu söyleyebiliriz: En sahici ortaklık araçları duygu ve sonrasında dildir. Dil duygunun bir üst hâli, duygu da duyunun bir üst hâlidir.
Ahlak son kertede bir bütünlük içinde yer alacak olan en geniş ortaklığa izin veren davranışlar toplamıdır; o yüzden şöyle denilmesi uygundur: Öyle davran ki kendi içindeki bütünlük bozulmadan bütün bir yeryüzü ortak olsun. “Kendi içindeki bütünlük bozulmadan” demek ihtiyacı duyuyoruz, çünkü bazen insan kendi dışındaki ortaklıkları beslemek için kendi içindeki bütünlüğü helak eder…
18. Söyle Hayalet Şarkını Söyle – Jesmyn Ward
“Kayla şarkı söylüyor ve hayaletler öne eğilip başlarını sallıyorlar. Rahatlamış gibi, bir şeyler hatırlamış gibi gülüyorlar, sanki rahatlıyorlar.”
Jesmyn Ward’ın çok ödüllü romanı Söyle Hayalet, Şarkını Söyle Güney Amerika’da siyahi bir ailenin yoksulluk, ırkçılık, çaresizlikle yoğrulmuş öyküsünü şiirsel bir dille anlatıyor. Beyaz babasının yokluğunda ergenliğin, yoksulluğun ve hiç olmayan bir annenin acısını yaşayan 13 yaşındaki Jojo; beyaz kocasına duyduğu tutkulu aşk ve uyuşturucu arasında gidip gelen anne Leonie; ve şarkı söyledikçe hem bu yoksul ailenin hem de Amerika’nın tarihini aralayan hayaletler.
Söyle Hayalet, Şarkını Söyle, ırkçılık, aşk, hayat, dostluk ve ergenlik üzerine olağanüstü bir roman.
19. Toz Gibi Yıldızlar – Isaac Asimov
1950’li yılların başında, daha sonra en şöhretli serileri Vakıf ve Robot’a öncülük edecek Gelecek Tarihi öykülerini yazdıktan hemen sonra Isaac Asimov ilk romanlarını kaleme aldı. Artık hem okurlara hem de yayıncılık dünyasına kendini kabul ettirmiş büyük ustanın neredeyse tüm külliyatına egemen olan Galaktik İmparatorluk evreninin ilk uzun kurguları da böylece ortaya çıktı. Nükleer felaketin Dünya’yı yerle bir etmesinden binlerce yıl sonrasını anlatan Galaktik İmparatorluk Serisi insanlığın, galaktik medeniyet ve ilk Galaktik İmparatorluk’un doğuşuna uzanan yolculuğunun başlangıcı.
Tyrannlılar, Atbaşı Nebulası’ndaki elli gezegeni kontrolleri altına almışlardı. Gezegenlerin yöneticileri, Tyrann gezegenindeki efsanevi taş sarayında yaşayan Tyrann Hanı’na koşulsuz şekilde boyun eğmişlerdi. Dünya Üniversitesi’ndeki son gününde bir suikasttan son anda kurtulan, Widemos Kâhyası’nın oğlu Biron Farrill, kendisini hiç ummadığı bir durumda, Tyrannlılar’a karşı düzenlenen bir başkaldırının ortasında bulur. Biron, tutuklandığını öğrendiği babasının izini sürmek ve hayatta kalmak için Rhodia’ya doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Gezegenlerin kaderini belirleyecek düşmanlar, komplolar ve dostlar orada kendisini beklemektedir.
20. Bir Zavallı Sarı At- Salâh Birsel
Denemelerine Kaşıkçı Elması gözüyle bakan ve her denemesinde rozası altın değerinde yeni Kaşıkçı’lar türetmeye çalışan Salâh Birsel, sanatı ve sanatçıları yaşamöyküleriyle ele alarak okurlarını merak dolu bir yolculuğa çıkarıyor.
Bir Zavallı Sarı At, caz sanatçısı ve saksofon virtüözü Charlie Parker’dan intiharını anbean kaydeden Beşir Fuat’a; Virginia Woolf’tan James Joyce’a ve Henry Miller’a dek pek çok kişinin hayatından çeşitli kesitleri bir araya getiriyor. Kusursuz üslubuyla müziğin şehirle, sinemanın edebiyatla buluştuğu satırlar kaleme alan Birsel, kimsenin bilmediği bir Beyoğlu defterini de okurlarına açıyor.
“Bu anlattıklarımız çığlık kuşlarıdır.”
21. Belki de Neşe – Jose Saramago
“Hayat, en uzunu, sakalı nehri andıran en uzun ömürlü ihtiyarınki de dâhil olmak üzere, ardında her zaman karanlık suskunluklar, küle dönmeyen harabeler, meçhul adalar bırakır. Altmış yıl değil, akla hayale sığmayacak altı yüz yıl daha geçse bile, bu süre adaları yaşanır kılmaya, harabeleri kül etmeye yetmez; insan karanlıklardan bahsetme mecburiyetinden gene kurtulamaz.”
22. Aşk Aptallığı – Wilhelm Genazino
“Genazino’nun eserlerinde çağdaş Alman edebiyatındaki hüznün, melankolinin ve can sıkıntısının en derin hallerinden biri görülür.”
–Svenja Frank-
Kıyamet hakkında seminerler vererek hayatını zar zor kazanan elli iki yaşında bir adam ve onun birbirlerinden habersiz iki sevgilisi: Sandra ve Judith. Mükemmel bir Genazino romanı için gereken her şey işte bu kadar…
Yıllar önce başarısız bir evlilik yapan kahramanımız bu iki kadından hangisi ile yaşamak istediğini daha sık düşünmeye başlar ve işler iyice sarpa sarmadan bir karar vermek zorundadır. Sandra ve Judith ikilemini neredeyse bir yazı tura atışıyla çözecek kadar çıkmaza giren isimsiz kahramanımız aynı zamanda yaşam, toplum, aşk, geçmiş gibi konular hakkında ilginç gözlemler yapar, tuhaf işlere kalkışır. Böylece Aşk Aptallığı, kafası karışık bir adamın portresinden ziyade, daha derin bir meseleyi sezdiği halde bunu bir türlü çözemeyen zeki ve hüzünlü bir adamın hikâyesine dönüşür.
Özden Özberber’in Almanca aslından çevirdiği Aşk Aptallığı ile Genazino, yine bildiğiniz gibi..
23. Kafes Arkası Günahkârları – Reşad Ekrem Koçu
Reşad Ekrem’in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü…
“Kışın Süleymaniye’deki konağında, yazın İstinye’deki yalısında oturan Silahşör Kızı Rabia Hanım, yaşı altmışı aşmış, biri bey, biri ağa, biri paşa üç koca eskitmiş fakat cennet hurileri misali güzelliğinin kuş gibi uçtuğunu bir türlü kabul edememiş, gözü ve gönlü daima oynaşta bir nazenindi. Oynaşı erkekleri de hep ayaktakımından seçiyordu… Nazenin hanımın pençesinden kurtları, parsları andıran vahşi delikanlılar bile kurtulamamıştı.”
Rabia Hanım ile arzularının arka sokaklarında gezinmekten kaçınmayan başka kadınların tehlikeli maceraları… Reşad Ekrem Koçu’dan gizemli, tutkulu ve başrolde hep kadının olduğu öyküler.
24. Bir Mars Destanı – Stanley G. Weinbaum
Asimov’un deyişiyle bilimkurgunun üç büyük novasından biri olan Stanley G. Weinbaum, bir buçuk yıllık yazarlık kariyerine ve trajik ölümüne rağmen erken dönem Altın Çağ’ın en başarılı yazarlarından biri. Hem ilk hem de en önemli öyküsü “Bir Mars Destanı” da bilimkurguyu kökten değiştiren ve uzaylı algısında devrim yapan gerçek bir klasik.
Yakın gelecekte insanlık Mars’a sefere çıkar ve mürettebatın asi üyesi Dick Jarvis’in başından beklenmedik bir olay geçer: Mars’ta yepyeni bir ırkla tanışır; devekuşu benzeri Tviil’le. Ancak Mars’taki tek hayat formu Tviil değildir. Onun yardımıyla Jarvis, “Bir Mars Destanı” ve devam öyküsü “Hayaller Vadisi”nde Mars’ın diğer mucizeleriyle de karşılaşacaktır.
Bu iki klasik öyküye ek olarak Weinbaum’un yarattığı bir diğer çarpıcı karakter olan Profesör Manderpootz’un yer aldığı “Eğer Dünyaları” ve “İdeal”in yanı sıra ters giden bir bilimsel deneyi anlatan “Uyumun Doruğu”, uzaylı ekolojilerine yoğunlaşan saykedelik öykü “Üşütük Ay” ve sanal gerçekliği işleyen ilk öykülerden “Pygmalion’un Gözlüğü” de bu derlemede kendine yer buluyor.
Bir Mars Destanı, modern bilimkurgunun ilk adımları.