Arkadaşlarla Sohbetler serisinde hayatlarında kitaplara oldukça önem verdiklerine şahit olduğum arkadaşlarımı misafir edeceğim. Bu misafirliklerinde okudukları ve kendilerinde farklı noktalara değindiğini hissettikleri kitapları seçmelerini ve hazırladığım kalıp sorulara seçtikleri her bir kitap için cevap vermelerini isteyeceğim. Kitap tavsiye etmenin yanı sıra tavsiye edenlerin hayatlarında sızlayan noktaları da öğrenmiş olmanın değerini biliyor ve bunu çoğaltmak için Arkadaşlarla Sohbetler serisini başlatıyorum.
Umarım en az benim kadar keyif alırsınız. İyi okumalar. 💙
Naomi: Bir Budalanın Aşkı, Juniçiro Tanizaki
Çeviri: İlker Özünlü
Jaguar Yayınları, 2013
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Naomi, Japonya’nın modernleşmekle geleneksel kalmak arasında gidip geldiği bir dönemde geçiyor. Bir adam, oturduğu bir kafede Naomi adında genç bir kızla karşılaşıyor. Naomi’nin adının Batılı tınılara sahip olması da dahil olmak üzere kızın birçok özelliğinden etkileniyor adam. İşte o gün o kafeye gitmeye karar verdiği an, beni kitaba en çok çeken noktalardan biriydi. Çünkü o karşılaşma, adamın Naomi’ye olan bağımlılığının başladığı andı. Tabii biz bu bağımlılığın o sırada farkında değiliz. Okudukça anlıyoruz, hatta belki de anlamıyoruz. Sonrasında bir bakmışız ki biz de bağımlı olmuşuz Naomi’ye. Bizi çürüttükçe çürütmüş. “Çürütülme” sürecinin başladığı günün çekiciliği beni etkiledi sanırım. Çünkü bu kadar kötü bir sürecin öylesine tatlı, huzurlu ve nazik başlaması ilginç bir ironi barındırıyor içinde. Ben de ironileri çok seviyorum. Bu dünyada, evrende ve hatta alemde birbirleriyle çelişen şeylerin bir arada yaşayabileceğine inanıyorum.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Naomi’ye bağımlı olan adamın yanında olmak isterdim. Onu uyarırdım ve durdurmaya çalışırdım. Durdurmayı başaramayacağımı bildiğim halde… Çünkü bazı hikayeler vardır, sonunu bilir ya da hissedersiniz fakat yine de önlemeye çalışmaktan vazgeçmezsiniz. Bu sadece “Ben üzerime düşeni yaptım, gerisi beni ilgilendirmez.” düşüncesi değil. Bir duruş göstergesi. Nerede durduğunuz kimin umrundadır? Bilemem. Yine de evrende bir yerlerde bunu görebilecek birileri olduğunu düşünüyorum. Sanırım uyarılarıma rağmen adamın Naomi’den vazgeçmediğini, gittikçe çürüdüğünü ama buna rağmen ondan vazgeçemediğini izleyecek olmak bana tuhaf bir heyecan veriyor.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Naomi’yi ve ona bağımlı hale gelen adam Kawai Joji’yi karşıma alırdım. Naomi’ye “Neden bir kere olsun kendine dışarıdan bakmaya çalışmıyorsun?” diye sorardım. Cevap alamayacağımı bildiğim halde… Joji’ye soru sormak yerine şunu söylemek isterdim; “Bir kere bağımlı olan, her zaman bağımlıdır.”
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kitapta tehlikeli bir durgunluk var aslında. Bazen bunu kendimde de hissedebiliyorum. Belki de o an durgun olunmaması gerekiyor fakat sakinlik o kadar çekici ve huzurlu geliyor ki ondan vazgeçemiyorum.
Zaman Haritası, Felix J. Palma
Çeviri: Enver Günsel
Koridor Yayınları, 2012
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitap, bir hayat kadınına aşık olan Andrew’un hikayesiyle başlıyor. İlginç bir aşk görüyoruz burada. Belki masum, belki değil. Orasından emin değilim. Farklı şekillerde yorumlanması mümkün. Bir noktada Andrew’un aşık olduğu kadının öldüğünü görüyoruz. Bundan sonrası, günümüz tabiriyle Andrew için tam bir “depresyon”. Uzun süren puslu günlerin ardından, Andrew’un karşısına bir umut çıkıyor. “Zamanda geriye giderek sevdiğin kadını kurtarabilirsin.” İşte Andrew’un içine birden dolan bu umut beni çekmişti. Çünkü bu umut birden karanlığı defetti, her şeyden vazgeçen adamı birden ne pahasına olursa olsun amacına ulaşmak için çabalayan biri haline getirdi.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Andrew’un yanında zaman yolculuğu yapmak için uğraşan biri olmak isterdim. Belki de tıpkı onun sahip olduğu gibi bir sebebim olabilirdi zamanda geriye gitmek için. Bu, beni daha da hırslı yapardı. Benzer bir amaca sahip olan iki karakter olarak belki de çok daha farklı bir hikaye yazabilirdik. Çünkü küçücük bir umudun, insana neler yaptırabildiğini ve ne ihtimalleri aşmasını sağlayabildiğini çok iyi biliyorum.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Andrew’a sormak istediğim soru “Diyelim ki sevdiğin kadını kurtardın fakat yine öldü. Bir daha zamanda geriye gitmeye çalışır mıydın?” olurdu. Diğer sorumu da Andrew’a “zamanda yolculuk” fikrini sunan kuzeni Charles’a sorardım. “İnsanlara sunduğun umuda, öncelikle kendin gerçekten inanıyor musun?”
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
İkinci sorunun cevabında az da olsa bahsettiğim üzere, umudun insana neler yaptırabildiğini çok iyi biliyorum. Zamanında bilimsel olarak verilen %1 olumlu ihtimalin bile sorunsuzca gerçekleştiğine şahit oldum. Bu yüzden umudu ve umuda sahip olmayı önemsiyorum. Bunun sonunda uydurma bir şeyle karşılaşacak olmam da önemli değil. Benim için mühim olan, umudun kendisi. Ucunda ne olduğu daha sonrasının konusu.
İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai
Çeviri: Peren Ercan
İthaki Yayınları, 2022
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
İnsanlar genelde bu kitabın depresif ve umutsuzlukla dolu olduğunu söyler. İçinde intiharla ilgili kısımlar da olduğu için bu şekilde yorumlanıyor sık sık. Ben böyle olduğunu düşünmüyorum. Çünkü “insanlığın yitirilmesinden” önce bir insanlık arayışı var kitapta. Bu da aslında bir umudun göstergesi. Bunu fark ettiğim zaman kitap beni kendine çekti diyebilirim.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Tuhaf gelebilir ama hikâyenin merkezinde olan bir karakter olmak istemezdim. Yan, hatta oldukça yan karakter olmak ve Yozo’yu uzaktan izlemek isterdim. Çünkü bu kitapta hayat öyle bir akıyor ki o melankoliye isteseniz de uzakta olsanız da kapılıp gidiyorsunuz. Ben tuhaf ve karmaşık insan ilişkilerinden, intihar girişimlerinden uzakta durmayı ve sadece o melankolinin içinde olup biteni izlemek isterdim. Bazen müdahale etmemek, aslında doğrudan müdahale etmek demektir aslında.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Kitabın ana karakteri Yozo ve onun “arkadaşı” Horiki’yi seçerdim. Yozo sürekli çevresinde insanlık arıyor, hatta kendi içinde de arıyor. Fakat “kendi insanlığını” kaybettiğini iddia ediyor. Bu yüzden ona “Neden insanlığını kaybedenin çevrendekiler değil de sen olduğunu düşünüyorsun?” diye sorardım. Diğer okurlar bana katılır mı bilemem ama ben Horiki’yi bazı açılardan umursamaz buluyorum. Bu sebeple, ona “Biraz daha umursasaydın, arkadaşını kurtarabilir miydin?” diye sorabilirdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Ben genel olarak melankolik bir insanım. Dolayısıyla kitabın atmosferi de melankoli üzerine kurulu olduğu için ortak bulduğum en büyük nokta bu. Bu kitabın içinde bir karakter olsaydım, o evrende bir kafede oturup bütün günü düşüncelere dalmış halde geçirmek isterdim.
Ben Bir Kediyim, Natsume Soseki
Çeviri: Emre Alagöz
Panama Yayınları, 2021
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Adına bakınca çocuk kitabı ya da bir boyama kitabı gibi hissettirebilir. Orijinal adı 「吾輩は猫である」, yani tam çevirisiyle “Bendeniz Kedi”. Orijinal adından bahsetmemin sebebi, aslında kitabın ana karakterinin bir kedi olmasının yanı sıra, bu kedinin son derece özgüven sahibi olduğunu belirtmek. Çünkü hikayeye öyle bir kaptırıyorsunuz ki birçok noktada bir kediden “öğreti” tokadı yiyorsunuz. Evet, gerçekten de öyle. Tamamen bir kedinin ağzından anlatılan bu kitapta kedi, biz insanlara “biz insanları” öğretiyor. Kitapta beni en çok çeken şey de bu oldu.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Kitabın ana karakterinin adı Kedi. Daha doğrusu, bu kediye bir isim konmamış. Dolayısıyla “Kedi” şeklinde geçiyor. Ben de Kedi’nin yanında bir “kedi” arkadaş olmak isterdim. Fakat benim yemek aramak için sokakta ava çıkmak, insanlar yaranmaya çalışmak gibi bir derdim olmazdı. Ben sadece huzurlu bir köşeye kıvrılıp dünyayı izlemek istiyorum. İnsanlar ya da başka hayvanlar umurumda değil. Binlerce yıl önce, farklı medeniyetlerde bana tapılmış olması da umurumda değil. Göz önünde olmak istemiyorum. Beni sevmek için kucağınıza almayın. Bırakın, kendi köşemde takılayım. Sadece yemeğimi getirin ve uzaktan göz kamaştırıcı tüylerimi övün.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Öncelikle Kedi’ye “İnsan olsaydın ne yapmak isterdin?” diye sorardım çünkü kitapta Kedi’nin, insanları bazı kısımda küçük gördüğüne şahit oluyoruz. Bu kadar küçük gördüğü bir türün bedenine girdiğinde neler yapacağını öğrenmek isterdim. Bir de Kedi’nin sahibiyle konuşmak isterdim. Bu kişi, aslında döneminin varlıklı ve belki de seçkin sayılabilecek bir ev sahibi. Fakat biraz şaşkın ve aslında yapmasa da olacağı şeyleri yapmaya çalışıyor. Bu yüzden Kedi tarafından küçük görülüyor. Sahibe “Beslediğin kedinin, senin hakkında ne düşündüğünden haberi var mı?” diye sorardım.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kedi gibi ben de sık sık geriye çekilip insanları gözlemlerken, eleştirirken ve bazen de küçük görürken buluyorum. Galiba benim işim gözlemlemek. Bazen bunu yapmamaya çalışsam da kendime engel olamıyorum. Bütün gün hiç konuşmadan oturup sadece inceleyebilirim. İçimde bir kedi mi var? Bilmiyorum. Ama bazen pek de insan gibi hissetmediğim oluyor.