Arkadaşlarla Sohbetler serisinde hayatlarında kitaplara oldukça önem verdiklerine şahit olduğum arkadaşlarımı misafir edeceğim. Bu misafirliklerinde okudukları ve kendilerinde farklı noktalara değindiğini hissettikleri kitapları seçmelerini ve hazırladığım kalıp sorulara seçtikleri her bir kitap için cevap vermelerini isteyeceğim. Kitap tavsiye etmenin yanı sıra tavsiye edenlerin hayatlarında sızlayan noktaları da öğrenmiş olmanın değerini biliyor ve bunu çoğaltmak için Arkadaşlarla Sohbetler serisini başlatıyorum.
Umarım en az benim kadar keyif alırsınız. İyi okumalar. 💗
Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk
Yapı Kredi Yayınları, 2013
Konuk Notu: Hayat çok kısa ve bu ömürde aşk, bir kere denk gelir; o da şanslıysanız. Hiç olmayacak bir dönemde hayatınızın içinde çiçek gibi beliriverir. Dünyanın en güzel anlamlarını ona yükleriz ve onu kalbimizin en güzel yerine koyarız. Sonra mutlaka onsuz kalırız. Eğer kalmazsak da dünyanın en şanslı insanıyız demektir. İşte Masumiyet Müzesi tam da bu ikilemi iliklerinize kadar yaşatacak. Okuduğunuzda içinizde bir şeylerin cız edeceği, ben de bunu hissetmiştim diyeceğiniz türden bir aşk hikayesi. Kemal ve Füsun ne zaman sarıldılarsa, ne zaman aşkla birbirlerine baktılarsa o zaman gözyaşlarımı bıraktım sayfalara. Sanırım Kemal’in acısı ve mutluluğu hepimize yakın bir his. O halde okumak için çok da beklemeden kitabın kapağını açın derim.
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Çok tuhaf ama kitabın ilk giriş cümlesiydi beni kalbimin tam orta yerinden etkileyen. “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şeyde bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.” Aslında kitaba daha derin bir tutku ve istekle okumaya devam etmemi sağlayan bu cümle olmuştu. Kitabın kapağını kapattığımda anlamıştım ki aslında bu cümle 495 sayfalık romanın özetiydi. Pişmanlık, acı, aşk, mutluluk, yaşanması mümkünken yaşanılamayan anların acı serzenişi, geçmişte kalsa da yaşanan mutluluğun bıraktığı derin sızı… Tüm bu duyguları bir cümlede vermiş meğer okuyucusuna Orhan Pamuk. Beni çeken işte tam olarak bu cümle oldu. Bir diğer beni meraklandıran ve içine çeken etken ise kitabın somut olarak da gerçekten bir müzesinin olması ve Orhan Pamuk’un bunu planlayarak romanının ilk kelimelerini sayfalara dökmeye başlamış olması. Kısacası “aşk” ve “merak”, kitabın içine çekilip hayretle kapağını kapatıp aylarca etkisinden çıkamamama sebep oldu. İyi ki de oldu. Sonuçta aşk, kendine acı ya da mutlu nasıl bir son bulursa bulsun hep hayatımızda var olmasını isteyeceğimiz nadide şeylerden biri ve ben aşkın, sevginin öyle ya da böyle bir şekilde bizi iyileştireceğine inanıyorum.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Buna net bir cevap vermekte çok zorlanıyorum açıkçası ama uzun uzun düşündükten sonra Kemal’in yanında olmak istediğime karar verdim. Kemal’e tüm kitap boyunca ne kadar kızsam da içinde yaşadığı o derin aşkı etkilemişti beni, sanırım aşktaki sabrını kendime benzettiğim için. Ancak onun yanında olup çoğu yanlış yaptığı şeyi düzeltmesi için çabalardım. Değiştirmeyi başaramayacağımı biliyorum içten içe oysaki. Ama ben bir okur olarak Kemal’e herkesten farklı bir gözle bakıyorum sanırım; başkalarına göre takıntılı, aşkı, kadını kullanan bir adam belki de Kemal. Oysa bana göre yaşamın amacını arayan deli divane bir aşık ve yaşamayı dahi ona kimsenin öğretmediği bir çocuk. Kaldı ki sevgiyi nereye nasıl koyacağını nasıl bilecekti ki? Kitap boyunca onu anlamaya çalıştım, zaman zaman kendimi onun yerine koymaya çalıştım ve çokça kızdım ona. Aşkına kavuşamayan yaralı bir çocuk ve aşkın ne demek olduğunu anladığında birçok kişinin mahvolmasına neden olan rezil bir adam. Aşkın içinde çektiğimiz acı dahi mutluluk verir ya insana hani, işte Kemal o acıyı sevdi. Bu konuda Kemal’in yalnız olduğunu sanmıyorum ve ona doğru yolu göstermek, yaptığı yanlışları düzeltmek için koluna girip “Ben buradayım,” demek isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Kitabın iki ana karakteri olan Kemal ve Füsun’u seçiyorum. Kemal’e içten içe kitabı okurken de hep karşıma alıp sormak istediğim soru: “Neden başkalarının canını yakarak aşkının peşinden gittin? Seni seven masum bir kalbi incitmeden başlayamaz mıydı aşkın?” Füsun’a ise “Gerçekten aşık mıydın Kemal’e yoksa ilk kez gördüğün şefkat miydi senin aşk sandığın? Nolur, cevapsız bırakma beni çünkü eğer aşk değildiyse bu yaşadığın, kendin de dahil çok kişinin canı yandı.” der ve saatlerce sohbet ederdim ikisiyle de…
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kendim ve kitapta ortak gördüğüm şey, aşka ve sevgiye bağlılık. Sanırım ben de aşkımın peşinden seneler de sürse giderdim. Kitap, aşkın her halini anlatıyor aslına bakarsanız; sevincini, acısını, çabasını… Sevdiğin ortadan kaybolur; son kez olduğunu bilmeden sarılırsın, öpersin vs. Severken ayrılmak kavramını iliklerine kadar yaşatıyor kitabın sayfaları. Âşık olduğum insanı sadece görebilmek için dahi senelerce çabalayabilirim Kemal gibi ama asla Kemal’in yaptığı yanlışları yapacak kadar vicdansız olamam. Kitap ve benim tek ortak noktamız “sonsuz sevgi ve bağlılık” Canınızı da yakacağını bilseniz, eviniz bildiğiniz yerden gidemezsiniz. Aksine o acıyı yaşatan eve sığınırsınız yine. O ev, sevdiğiniz insandır bu denli büyük bir aşkta ve ben evimi, evimin yolunu kaybetmemek için elimden gelenin fazlasını yapmaya her zaman hazır bir aşığım sanırım.
Tutunamayanlar, Oğuz Atay
İletişim Yayınları, 1984
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Ben çok büyük bir Oğuz Atay hayranı olduğum için ve defalarca kitabı okuduğum için çok başka yerlerden, daha detaylı şekilde bakabildim sanırım kitaba. İlk okuduğumda anlamadığım ama sonraki her okuyuşumda beni delice etkileyen bir kitaptır Tutunamayanlar. Beni kitapta çeken şey ise kitabın Oğuz Atay’ın hayatından izler taşıması. Hem de öyle bir iki yerde değil, tüm kitabın içine sanki ilmek ilmek işlenmiş şekilde. Bir Edebiyat mezunu olarak pek çok tekniğin kullanılmış olması da beni çeken bir diğer etken oldu tabi.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Kesinlikle Turgut’un yanında olmak isterdim. Turgut’un hikayesi, arkadaşının intihar mektubuyla başlıyor. Daha sonra da arkadaşı Selim’in tüm yakınlarıyla iletişime geçip onun intiharının nedenini aramaya başlıyor. Bulabilecek mi? Kendi de emin değildir aslında. Turgut, artık hayatının temeline Selim’in intiharını koyar. Bir süre Selim’in hayalini görür ve beraber onun biyografisini yazmaya çalışırlar. Romana bir süre sonra Olric dahil olur. Bu, Turgut’un iç sesine verdiği isimdir. İç konuşmanın dışavurumdur bu. İşte tam bu noktalarda yanında olmayı ve iç sesine ortak olmayı çok isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Turgut ve Selim’i seçerdim. Öncelikle Turgut’a soracağım soru için kitabın sonuna dair bir şeyler söylemem gerekecek. Romanın sonu da aslında okuru belirsizliğe sürükleyecek şekildedir. Turgut, bir bankadan tüm parasını çeker ve trene binerek ortadan kaybolur. Bu her okurun farklı yorumlayabileceği bir sondur. Bence Turgut, Selim’in intiharını araştırırken kendi benliğine ulaşır. Bulunduğu ortamdan ve çevresinden kurtulmak için de trene biner ve uzaklaşmak ister. İşte bu noktada Turgut’a “Nereye gittin be Turgut? Neler yaşadın, gel sessizce susalım ve dök içini.” demek isterdim. Selim ise hayata tutunamayan biriydi. Selim’in hayatı, çatlak bir bardağa doldurulmaya çalışılan su gibiydi. Yaşasa da yaşamasa da hayatı tükenmişti çünkü tutunamadı bu hayata. Selime “Tutunman için gerekli olan neydi de hayatında eksik kaldı? Tam olarak kalbinin ya da vücudunun neresinde hissettin o denli acıyı da intihar ettin hem de sessizce? Hayatta kalıp Turgut’un da tutunmasına yardım etmen için ne gerekliydi? Gittiğin yerde tutunabildin mi?” diye başlayarak sorularımı sıralardım…
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Selim, insanlara ve kendine karşı güvensiz bir karakter. Bu da onu içine kapanık biri haline dönüştürmüş zamanla. Bu noktada çok benziyoruz onunla. Zaman zaman hepimiz insanlardan kaçıp tek kalmak isteriz ancak Selim ve ben gibi güvensizlik kendi içinizde de varsa sizi bir noktada eksiye çekmeye başlıyor. Bende de var olan bu durum Selimde kendini daha fazla göstermiş ve acı sonla bitmiştir. Kitapla en büyük ortak noktamız ise (bence hepimizin) iç sesimizin hiç susmuyor oluşu. Tek fark, Turgut ona bir isim verdi ve asıl ben’i olarak onu kabul etti. İyi mi yaptı kötü mü? Bu da her okuyucunun kendi yorumuna bırakılmış bir detay.
22.11.63, Stephen King
Çeviri: Zeynep Heyzen Ateş
Altın Kitaplar, 2012
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Ana karakter Jake, bir öğretmen ve öğrencilerinden onların hayatını değiştiren bir hikaye yazmalarını istiyor. Nefesini kesen bir ödevle karşı karşıya kalacağından habersizdi tabi. Öğrencisi Harry Dunning’in babasının elli yıl önce eline çekici alıp ailesini katlettiği gecenin tüyler ürpertici hikayesi, Jake için bir dönüm noktası. Açıkçası benim için de hem kitabın hem de dizinin en can alıcı noktası olmuştu. Tüm kitap boyunca geçmişte bu durumu değiştirebilir mi, değiştirirse gelecek de değişir mi diye düşünmekten kendimi hiç alamamıştım.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Kesinlikle Jake’in yanında olmak isterdim. Bu noktada çok kısaca kitaptan biraz bahsetmeliyim sanırım. Kasabadaki lokantanın sahibi ve Jake’in arkadaşı olan Al, ona bir sır veriyor: Deposu, aslında geçmişe, 1958’deki belirli bir güne açılan bir geçit. Ve Al, Jake’ten saplantı haline getirdiği görevi devralmasını, Kennedy suikastını engellemesini istiyor. Böylece Jake, George Amberson olarak Amerika’da yeni bir hayata başlıyor. Romanda; geçmiş, geçmiş olmaktan çıkıp gerilim ve heyecan dozu yüksek bir maceraya dönüşüyor. İşte o geçitten Jake ile beraber geçip o heyecan ve aksiyon dolu maceraya atılmak isterdim. Onun aşkına şahit olmak isterdim. Başaracak mıyız diye endişeler duyar ama yine de heyecanımı kaybetmezdim. En sonunda da sevginin, başarının dahi anahtarı olduğunu ona söyler ve Sadie’yi hatırlatarak başardık derdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Öncelikle Al karakterine sorular yağdırırdım sanırım. O geçitten geçmek için neden Jake’i seçmişti? Kendi başaramadığı bir durumu, onun başaracağından neden bu kadar emindi? Bu zorlu ve tehlikeli görevi neden kendi başaramamışken ona inandı? En önemli sorum ise “Tavşan deliğinden geçmişte yaşayan biri geçse ne olurdu?” Çünkü kitap boyunca Sadie’nin de Jake ile beraber geleceğe gelse neler olabileceğini düşünmüştüm. Yaşlanır mıydı, hala yaşıyor olur muydu, olduğu gibi genç mi kalırdı? Soru sormak istediğim diğer kişi ise Sadie olurdu. “Güvenini kıran, seni hiçe sayan, kalbini yok eden birinden sonra insanlara, aşka tekrar nasıl güvendin; hiç mi içinde acabalar olmadı?” diye sorar ve onunla dertleşmek isterdim. Bir de ona “Sevdiğin insana güvenmenin, onun bir şeyleri başaracağına inanmanın, onun yanında olabilmenin ne denli önemli bir şey olduğunu bana tekrar gösterdiğin için teşekkür ederim Sadie.” der ve onu kucaklamak isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Kendimle ortak gördüğüm Jake’in hırsı ve umutsuzluğa kapıldığında sevdiklerinden güç alıyor olması. Benim hayatımda olmayıp, kitapta var olan ise geçmişe gidilebiliyor olması. Bu durum için keşke demeli miyim, emin değilim ama sanırım olduğu gibi her şeyi kabul etmek ve değiştirmemek daha az zarar verir insana.
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, Joanne Greenberg
Çeviri: Nesrin Kasap
Metis Kitap, 2000
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitap 16 yaşındaki Deborah’ın zihninde gerçek ile hayalin çatışmaya başlaması ile birlikte akıl hastanesine düşmesini anlatıyor. Beni çeken kısım ise kitapta yazarın kendi hayatından derin izler taşıyor olması ve karakterin iç dünyasına, düşündüklerine, yansıtamadıklarına tanık oluyor oluşumdu.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Kesinlikle ana karakter Deborah’ın yanında olmak isterdim. Ona yardımcı olabilmek ya da en azından yanında olduğumu hissettirebilmek isterdim. Bence insanın kendi içiyle mücadele vermesi en zor olanıdır ve bu zorlu dönemlerde insan yanında birini/ birilerini mutlaka arıyor. O kişi ben olmayı isterdim, bu kitapta.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İlk olarak Dobarah’ı karşıma alır ve “Kendi içinde kurduğun güvenli dünyada kalmak seni hiç incitmez evet ama hiç incinmezsen, bir kalbin olduğunu hatırlayamazsın. Bu zorlu gerçek dünyaya dön, söz veriyorum ben hep burada olmaya çalışacağım.” Derdim. Sanırım bir de ailesine “Her şeyin üstünü kapamaya çalıştığınızda gerçekten bir şeyler yok oluyor mu?” diye sormak isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Ben de kendi dünyamda fazla yaşayan biriyimdir aslında ama kendi iç dünyamda ayrı bir ülke kurup orada yaşayacak kadar değil. Kitapla hem ortak hem farklı yönümüz bu olsa gerek.
Öğretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları, Mitch Albom
Çeviri: Burcu Gezek Harbert
Boyner Yayınları, 2008
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitap, yazar Mitch Albom’un, öğretmeni Morrie Schwartz ile olan Salı buluşmalarını anlatıyor. Morrie, ALS hastalığına yakalanır ve ölüme yaklaştığı bu süreçte, Mitch Albom’a hayatı ve ölümü hakkında birçok önemli ders verir. Bir öğretmen olarak, genel olarak kitapta beni çeken şey bir öğretmenin öğrencisinin hayatına dokunabiliyor olmasıydı. Öğrencisine sevgiyi, affetmeyi, özgürlüğü, kaybı, ölümü, hayatın getireceği gerçekleri ve onlar karşısında yapabileceklerini anlatıyor. Hayatına dokunduğumuz her kalp aslında bizi yaşatır bence ve onu da öğrencisi bu kitapla beraber yaşatmaya devam ediyor.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Öğretmenin yani Morrie’nin yanında olmak isterdim. Öğretmen olmanın bende yaşattığı duyguları ona anlatmak ve ondan öğretmen olma yolunda dersler almak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İki ana karakterden önce kitabın da yazarı olan Mitch’e “Öğretmeninden böyle dersler almak, hayatında ne gibi değişiklikler yarattı, sende nasıl bir etkisi oldu?” diye sorardım. Öğretmen Morrie’ye ise “Senin gibi harika bir öğretmen olmak için nasıl yollar kat etmem gerek? İçimdeki sevgi, öğrencilere ya da hayatımdaki sevdiğim insanlara yol göstermem için yeterli mi yoksa başka şeyler de öğrenmem gerekli mi senden? Gösterdiğim yolun doğru olduğunu nerden bileceğim ya da gerçekten içimden geldiği gibi davranıp yönlendirmem, bazen kötüyü de onlara göstermem gerekli mi?” diye sorar ve hem insan olarak hem de öğretmen olarak nasıl daha iyi olacağımı öğretmesini isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Ana mesleğimin öğretmen olması, kitapla ortak noktamız. Kimse kendini ne kadar iyi olsa da iyi diye tanımlamaz ama gerçekten Morrie kadar iyi bir öğretmen olabildim mi, bilmiyorum. Tek bildiğim hala öğrencilerimi gördüğümde kalbimin büyük bir heyecanla çarpması ve onlar bana bir şeyler sordukça, benden yön istediklerinde içimde açıklanamayacak, sonsuz bir sevginin beliriyor oluşu. Bu duyguyu hiçbir şeye değişmeyeceğim de bir gerçek. Gerçekten öğretmen olmak sadece isteyerek, severek yapılabilecek bir şey; herkesin yapabileceği bir meslek ve hissedebileceği bir duygu değil. Bense her öğrencimin gözünde ayrı bir ışık görüp onları her defasında kucaklamak istiyorum. İyi ki en başında edebiyata ve öğretmen olmaya adamışım kendimi…