Yirminci yüzyılın muhteşem keşfi “görelilik” birçok konuyu açıklamada imdada yetişiyor; düşünceyi sakinleştirip zihni rahatlatıyor. Fakat göreliliği her konuya genellemek de tutarsızlığın kapısını aralayıp tam tersi bir etkiye neden olabiliyor. Bu defa düşüncenin insicamı bozuluyor ve zihinde huzursuzluk başgösteriyor. Zihin ontolojik olarak dikotomik eğilimlidir ve tutarlılık üzerinden işler. Meselelerle ilgili açıklama, atıf ya da kıyaslamalarda mantıki bir düzlem arar ve neden-sonuç ilişkisi kurmaya çalışır. Beklenen işleyiş olmayınca ve o düzen bulunamayınca sadece huzur değil anlam da insicam da kaybolur. Emil Michel Cioran’ın (1911-1995) Gözyaşı ve Azizler adlı eserini okurken bahsettiğim anlam kaybını ve zihin huzursuzluğunu yaşadım diyebilirim. Yalnız, aynı sayfada bile çelişen görüşlere inat okumayı kestirip atmadım. “Cioran farklı bir metodoloji deniyor olabilir mi?” diyerek devam ettim. Belki de tutarlılık mevhumu zihnin bizlere oynadığı bir oyundu! Çözümü yine zihnim kendiliğinden üretti: Kitaba dönük bütünlükçü bakış açısını bir kenara bıraktım ve paradoksları görmeden okumayı denedim. Tutarlılık arayışı ortadan kalkınca aforizma tarzı birbirinden bağımsız pasajlardan oluşan bir metinle karşılaştım. Yeterli tatmini sağlamasa hoş bir okuma deneyimiydi.
Jaguar Kitap tarafından neşredilen yüz on iki sayfalık eseri İsmail Yerguz çevirmiş. Kitap genel olarak üç bölümden oluşuyor. Aslen Rumen olan E. M. Cioran gençliğinde Rumence yazdığı eseri sonraki yıllarda Sonda Stolajan ile birlikte Fransızca’ya çevirmiş. İlk bölümde eserin Fransızca çevirisinde bulunan ve Sonda Stolajan tarafından kaleme alınmış Önsöz yer alıyor. İkinci bölümde Gözyaşları ve Azizler’in Fransızca’ya çevrilen hâli bulunuyor. Üçüncü bölüme ise eserin Fransızca’ya çevrilmesi sırasında Cioran’ın Rumence metinden “budadığı” kısımlar eklenmiş. Yayımcı üçüncü bölümü ekleyerek okuyucunun eserin ilk hâlini görmesini sağlıyor ve metnin daha doğru değerlendirilmesine imkân tanıyor.
Gözyaşları ve Azizler her şeyden önce psikolojik eşiği yüksek bir metin. Bunalım ve terapinin iç içe geçtiği görülüyor. Psikolojik yönünün etkisinden olsa gerek metnin tansiyonu da her daim yüksek. Cioran sanki birisine ya da birilerine kızmış da aklına geleni söylüyormuş gibi bir üslup oluşturmuş. Bu bağlamda, adeta yazarın iç sayıklamalarıyla karşı karşıya kalıyor okuyucu. Kitapta sembolizm olabildiğince fazla kullanılmış. Özellikle ağlamak ve gözyaşı üzerine oluşturulan mistik ve analojik kurgu okuyucuyu metafiziksel bir mecraya taşıyor. Her şeyin anlamsızlığından, genel geçerliliğinden, varlığın hiçlik üzere oluşundan bahsedilerek metne nihilist bir form verildiği görülüyor fakat Cioran’ın ‘duyguların sekreteri’ olma çabası bildiğimiz manadaki nihilizmin dışına çıkmasına yol açıyor. Çelişkili gibi görense de yazarın metafiziksel bir nihilizmin ve/veya mistik bir agnostizmin peşinden gittiğini söyleyebiliriz. Eserdeki çelişkili durumlar bununla sınırlı değil. Örneğin yazılanlardan inançlı bir septik karakter çıkıyor ortaya. Hatta Cioran ateizm, deizm, agnostizm ve teizmin iç içe geçtiği bir yolda yürüyor.
Kitabın içeriği felsefi ve teolojik tiratlardan oluşuyor diyebiliriz. Felsefe ile din, filozof ile de aziz karşılaştırılıyor. Cioran’a göre (bilgide) kesinlik yavanlık, kuşkuculuk ve bilinmezlik ise derinlik içerir. Azizlerle ilgili ezoterik ve mistik değiniler tüm inançlardaki gizemli oluşumlarda görülen benzerlikler olarak göze çarpıyor. Kopuk kopuk ve aforizma şeklinde ilerleyen metnin çerçeveleyeci bir akışı bulunmuyor. Bunun dışında çok fazla kavramsal değiniye yer verilmiş. Genellikle anlatılanlar insan ve inanç temellinde şekilleniyor. Tanrı, Hıristiyanlık, teoloji, iman, azizlik, ölüm, cennet, cehennem, günah bunlardan bazıları. Bunun yanında sanat, müzik, kadın, dünya, zenginlik, yoksulluk, kahramanlık, zaman gibi kavramlar da bol bol kullanılmış. Genel olarak yazar mevcut dini ve dünyevi anlayışları sorguluyor ve anlamlı sonuçlar çıkarıyor diyebiliriz. Fakat metinde barizce görülen çelişkiler yapılan analizlerin isabetini pasifleştiriyor.
Gözyaşları ve Azizler’de çok fazla mistik, metafizik detay yer alıyor. İnsana indirgenen Tanrı küçümsenirken insan tanrılaştırılarak yüceltiliyor. Azizler kimi yerde aşağılanırken kimi yerde üstün tutuluyor. Bir yerde doğru denilenler başka yerde yanlışlanıyor. Övülen bir şey hemen arkasından yeriliyor. Bu kadar tutarsızlığı bir arada görünce insan şaşırıyor ve Cioran gibi bir yazarın böyle bir yöntem izlemesinin bir nedeni olmalı diyor. Yazar bu yöntemle mevcut insanın/insanlığın ‘basit’ bir modelini ortaya koymaya çalışıyor diye düşündürdü bana. Şöyle ki, teorik açıdan bir retorikten ibaret olan ‘güzel hasletler yumağı insan’ pratikte tam tersi bir portre çiziyor. Dinler tarafından idealize edilen insan figürü ile dindar olsun veya olmasın gerçekte var olan insan formu arasında uçurum var. Bu bağlamda Cioran’ın, kökleri oldukça derinlere uzanan bir hesaplaşmaya giriştiği görülüyor. Tanrı’yla ve yaratılış amacı ve/veya sebebiyle çetin bir mücadele bu. İnsanın Tanrı eliyle cennetten kovulmasıyla başlıyor bu süreç ve gelinen aşamada kaybedilen sadece insanın anlamsal değeri olmuyor. Başta insan olmak üzere yaşam, inanç, saflık, ahlâk, hakikat kaybedilmiştir ve en nihayetinde asıl kaybolan ve kaybeden Tanrı’dır.