Absürd kavramını ilk kez Soren Kierkegaard ortaya atmış. Absürd dilimizde usa aykırı, abes, saçma anlamına geliyor. Kierkegaard dünyanın absürdlüğü üzerine yazılar kaleme almış. “Ben rasyonel bir varlık olarak mantığım ve amacım doğrultusunda hareket etmeliyim. Bunun aksi hareket etmeye kalkarsam yine de aklım ve mantığımla hareket etmiş olurum. Kısacası başka türlü hareket edemem .” şeklinde tanımlamıştır günlüklerinde absürd kavramını.
Albert Camus, Sisifos Söyleni’nde “absürd”ün sınırlarını çizmiş, ne olduğu hakkında daha fazla ayrıntıya girmiştir. Tabi ki kesin bir tanımla hangi koşullar altında, hangi şekle bürüneceği ile ilgili bir bilgiler yumağı değildir bu. Camus, bunu kitabında “Bir kez daha söyleyeyim, birer ahlak önermiyor bu imgeler, birer yargı getirmiyor; birer çizgi bunlar. Bir yaşama yordamını gösteriyorlar sadece,” (Sisifos Söyleni sayfa 107) şeklinde dile getirir. Zaten felsefi bir düşüncenin bir yargı içermesi düşünülemez. Bu sebeple Camus, bulmacanın parçalarının temel kısımlarını yerine yerleştirir. Bizim kafamızda tamamının oluşmasını bekler. Yine doğaldır ki, birbirine yakın olsa da herkesin kafasında bulmacanın tam şekli farklı oluşur.
Absürd kelimesi Türkçeye yerleştiği anlamıyla bizde uyandırdığı duygudan çok farklıdır Sisifos Söyleni’nde. Tahsin Yücel “absurde” sözcüğünün insan ve düşünce kelimelerinin sıfatı olarak kullanıldığında insan açısından evrenin mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış, her şeyi olduğu gibi gören bilinçli insan ya da düşünceyi belirttiğini söyler. Yani absürd insan bir tür üstinsandır.

Can Yayınları – Deneme
Çeviri: Tahsin Yücel
Tahsin Yücel’den bahis açılmışken Can Yayınları’ndan çıkan Sisifos Söyleni kitabının çevirmeni olduğunu hatırlatmakta fayda var. Üstat, absürd kelimesini uyumsuz olarak dilimize çevirmiş ve yine bu kitapla “durasızlık” kelimesini de lügatımıza eklemiş.
Tanrılar işlediği bir suçtan dolayı Sisifos’a bir ceza verirler. Bir kayayı hiç durmadan yuvarlayarak dağın tepesine kadar çıkaracaktır. Sisifos kayayı dağın tepesine kadar getirdiğinde kaya kendi ağırlığı ile yeniden aşağı düşecektir. Bu fasit daire sonsuza kadar sürecektir. Sisifos cezasını bilinçli olarak kabul eder. Yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. İşte bu noktada Camus absürd kavramını tanımlar. Beyhude olmasına rağmen direnen insan. Yenilgi sürekli tekrarlanacak bile olsa kötülüğe direnmek.
Camus için üzerinde en çok düşünülmesi gereken konu ise absürd-intihar ilişkisidir. Bu fasit dairenin farkına varan insan intihar etmeli midir? Sonucun değişmeyeceğini bilerek mücadele etmek doğru mudur? Bu sorun Sisifos Söyleni’nde büyük bir yer kaplar.
Daha önce dediğimiz gibi felsefede doğru veya yanlışlar yoktur. Ancak fikirler üst üste konularak durum değerlendirmeleri yapılabilir. “Yaşamanın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir,”(Sisifos Söyleni sayfa 21) diyecek kadar önemser konuyu. “Kendini öldürmek, bir anlamda melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir…. Yalnızca ‘çabalamaya değmez’ demektir,” (Sisifos Söyleni sayfa 23) diyerek konuya her iki bakış açısıyla yaklaşır.
“Her şeyi bir yana atıp dosdoğru gerçek soruna yönelmek gerek. Yaşam yaşamaya değmediği için insan kendini öldürür, işte bir gerçek kuşkusuz, ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık.”( Sisifos Söyleni Sayfa 26) diye fikrini beyan etse de intihar düşüncesine son noktayı şu cümlelerle koyar.
“Uyumsuz deneyimin intihardan ne denli uzaklaştığı burada görülüyor. İntiharın başkaldırıdan sonra geldiği sanılabilir. Ama yanlış olarak. Çünkü intihar başkaldırının mantıksal sonucu değildir. İçerdiği boyun eğiş dolayısıyla onun tam tersidir. İntihar sıçrama gibi en son noktasına götürülmüş kabullenmedir,” (Sisifos Söyleni Sayfa 68)
“İntihar bir yanılmadır. Uyumsuz insanın tüm yapabileceği, her şeyi tüketmektir, kendi kendini de tüketmektir.” (Sisifos Söyleni Sayfa 69)
İntihar konusu Sisifos Söyleni’nin “Uyumsuz Bir Uslamlama” kısmında yer alır. Bunun üzerine “Uyumsuz İnsan” örnekleri verir Camus. Bu bölümde uyumsuz insanın ahlakından bahseder.
“Ahlak üzerinde mantık yürütmek söz konusu olamaz. İnsanların çok ahlakla kötü davrandıklarını gördüm, dürüstlüğün kurallara gereksinimi olmadığını da her gün görüyorum. Uyumsuz insanın kabul edebileceği bir tek ahlak var. Tanrı’dan ayrılmayan ahlak: Buyurucu Ahlak. Ne var ki, kendisi bu Tanrı’nın dışında yaşar.”
Uyumsuz sınırlarını çizmeye devam etmek için üç çeşit insanla uyumsuzu gözler önüne sermeye çalışır. Don Juancılık (kendi karakterine ve yaşam biçimine uygun olduğu için otobiyografik yönleri olduğunu düşünüyorum,) oyuncular ve fetihlerde bulunan insanlar.
Kitabın son kısmı olan “Uyumsuz Yaratım” kısmında Felsefe ve Roman’dan bahseder. “Dünya apaçık olsaydı, sanat olmazdı,” (Sisifos Söyleni Sayfa 116) der bu kısımda Camus. Sanata güzellemeler yapar. Nietzsche’nin “Sanat ve yalnız sanat” “Gerçeğin elinden ölmemizi önleyecek bir şey varsa o da sanattır,” mottosunu hatırlatır. Üzerine ekler. “Yaratmak iki kez yaşamaktır.” Uyumsuz insan için açıklamanın değil, betimlemenin öneminden bahseder. Büyük romancıların filozof olduğunu söyler.
Bir sonraki bölümde Dostoyevski’nin Cinler romanının uyumsuz kahramanı Kirilov’u büyüteç altına alır. “Yarınsız Yaratım” bölümüyle kitabı sonlandırır.
Benim elimde bulunan Can Yayınları’nın kırkıncı baskısında son bölüm olarak “Franz Kafka’nın Yapıtında Umut ve Uyumsuz” bölümü eklenmiş. Camus’nun 1943’te yazdığı bir yazıdan oluşan bu bölüm Kafka’nın özellikle “Dava”, “Dönüşüm” ve “Şato” romanlarındaki karakterlerin çözümlenmesi ve anlaşılması açısından önemli. Özellikle Kafka’nın eserlerini anlamlandırmakla ilgili “Öte yandan simgesel bir yapıtı anlamak kadar güç bir şey yoktur. Bir simge kendisini kullananı her zaman aşar, belirttiğini sandığından daha fazlasını söyletir ona. Bu bakımdan kavramanın en sağlam yolu onu zorlamamak, yapıtı önceden belirlenmiş bir anlayışla ele almak ve gizli akımları aramamaktır.” yorumu bile Kafka severleri heyecanlandıracak bir giriştir.
Sisifos Söyleni bağlamında Camus’nun bütün kitaplarını ama özellikle Mersault (Yabancı) ve Jean-Baptiste Clamence (Düşüş) karakterlerini “absurde” bakış açısıyla incelemek bu yazı açısından çok doyurucu olurdu. O da artık başka yazıya.