Haberi iktidar, güç ve ideoloji kavramlarından ayrı düşünemeyiz çünkü haber toplumsal, ekonomik ve siyasal bir yapıya sahiptir. Medyada güce sahip olanların istediği şekilde haberler üretilir, bu yönde bir baskı söz konusudur. Güç, fiziksel ya da pek çok farklı nedenle ortaya çıkan eşitsizliğe boyun eğiştir. Bu noktada iktidarın güçle yakın bir bağı vardır çünkü iktidar, güç kullanma tekeline sahiptir. Bunu yapabilmesini de meşruiyetine borçludur. İktidarın bu meşruiyetini kazanması ve sürekli yenilemesinde de medya büyük öneme sahiptir. Bunların yanında basın sektörü kar getirmeyen ve sermayeye ihtiyaç duyulan bir sektördür. Böyle bir yapıya sahipken havuç – sopa ilişkisi, tekelleşme kaçınılmazdır. Yani medya, kendisine sahip olan sınıfların çıkarlarına uygun söylem üretir diyebiliriz. Kitle iletişim araçları, kim tarafından kontrol edildiğinden, arkasındaki sahiplik yapısı ve tahakküm ilişkilerinden bağımsız değerlendirilemez. Bu bağlamda medya iktidarı pekiştiren bir ideolojik tahakküm aracıdır. Gerçeği yeniden kurgular. Gücü elinde bulunduranların dilediği yönde ideolojik tahakküm aracına dönüşebildiği için medya çalışmalarında ideoloji çok önemli bir yere sahiptir ancak Marx’a göre ideoloji çözümlemesi yapmak için önce iktidar çözümlemesi yapılmalıdır. Çünkü ideoloji havada asılı duran bir şey değildir. İktidar güç kullanma tekelidir, istediğini yaptırabilme gücü ve en üstün iradedir. Siyasal iktidarda hiyerarşik bir üstünlük ve tek yönlü bir düzenleyicilik vardır. İşte bu eşitsiz yapısından dolayı baskı ve yaptırım da kaçınılmaz şekilde ortaya çıkar. İktidarın yukarıda da tanımı yapılan güce sahip olabilmesi ise meşruiyet kazanması ile mümkündür. Meşruiyet ise iktidarın varlık sebebinin yönetilenler için makul bir anlama dönüştürülmesidir. Siyasal iktidar, kendisine güç kullanma olanağı sağlayan meşruiyetini devam ettirebilmek için medyayı etkin bir biçimde kullanır. Medya böyle bir yapı içerisinde ideoloji üretir, iktidarı pekiştirir. Bu bağlamda ideoloji tanımlaması yapmak gerekir.
İdeoloji kavramı çok tartışılan ve tek bir tanımı olmayan bir kavramdır. Dünyayı belli biçimde sunan, yorumlayan, değerlendiren simgesel yüklü inanış ve anlatım örgütleri olarak değerlendirilebilir. İdeolojiler belli bir eylem tarzını biçimlendirerek, diğerlerini uygunsuz kılacak şekilde tasarlanır. Bir anlam kümesi, insanlara yön vermeye yarayan bir haritadır. Söylemin olduğu her alan ideolojiktir diyen düşünürler de vardır. Stuart Hall ise “İdeoloji, sadece ekonomik otorite değil, toplumsal sınıf ayrımlarını biçimlendiren, sürdüren bir kavramdır” der. Diğer yandan Raymond Williams üç farklı ideoloji tanımlaması yapar; 1. belirli bir sınıfa özgü değerler sistemi, 2.bilimsel bilgiyle çelişebilecek her türlü inanç, yanlış bilinç, 3. anlam ve fikir üretiminin genel süreci. Bunların yanında daha yüzlerce ideoloji tanımıyla karşılaşmak mümkündür. İdeoloji tanımlamalarının sonrasında ideoloji ve medya ilişkisini anlamak için özellikle bazı düşünürlerin ideoloji görüşlerini incelemek doğru olacaktır.
Marx’ta İdeoloji Kavramı
İdeoloji, yönetici sınıfın fikirlerinin toplumda doğal ve normal görünmesini sağlayan bir araçtır. İktidarı meşrulaştırma aracıdır ve fikirlerini toplum içinde meşru kılar. Öte yandan marksizmin tüm bilgileri sınıf temellidir. Bu bağlamda ideolojiler ait oldukları sınıfın özelliğini taşırlar ve bu sınıfın çıkarlarına yöneliktir. Bu nedenle Burjuva ideolojisi, işçileri/proletaryayı yanlış bilinç içinde tutmaktadır. Bu noktada yanlış bilinç kavramını açacak olursak yanlış bilinç, yönetilenlerin kendi sınıfsal çıkarlarına ters düşecek edimde bulunmalarına neden olur. İdeoloji maddi koşulların yansıması değil bu koşulların yanlış bilgisidir. Toplumsal gerçekliğin insan zihnine doğru yansıması bilim, yanlış yansıması ideolojidir. Yansıma ise ideolojinin bireylerin kendi kanaatleri olarak değil, maddi yaşamın çelişkilerinin oluşturduğu toplumsal bir bilinç olarak kavranması şeklinde değerlendirilebilir. Marx’ta ideoloji incelemesi yaparken yabancılaşma kavramına da değinmek gerekir. Marx’a göre, yabancılaşma, insanın, yetenek, ilişki ve eylemlerinin bizzat kendi etkinliği aracılığıyla kendisinden bağımsız bir biçim alması ve insanın kendi etkinliğinin ürününe, etkinliğinin kendisine, diğer insanlara ve kendi doğasına yabancı hale gelmesi sürecini ifade eder. Marx’a göre nesneleşme insanın aletler üretmek, dolayısıyla “ister istemez toplumsal ilişkilere girerek doğada ve toplumda kendisini dışsallaştırmasını” anlatan bir süreçken yabancılaşma bu nesnelerin insana karşı dönmesi ve insan üzerinde egemenlik kurmasını dile getiren bir süreçtir. Yabancılaşmayı tarihsel bir sürecin ürünü olarak ele alan Marx, onun ortadan kaldırılmasına gelince de üretim biçiminin değişmesi gerekliliğini işaret eder.
Marx 1844 El Yazmalarında dört farklı yabancılaşmayı açıklar ancak burada iki temel boyutta yabancılaşmayı inceleyebiliriz. Birincisi ekonomik boyutta yabancılaşma; gerçek yaşamdaki yabancılaşmadır. İkincisi ise düşünsel boyutta yabancılaşmadır yani din, hukuk, devlet, ahlak vb alanlarda yaşanan yabancılaşma.
Marx’ta ideoloji kavramını incelerken sermayeden bağımsız düşünmek yanlış olur. Sermayeyi kontrol altında tutan ve gücünü buradan alan yönetici sınıf ve toplumdaki ekonomik ilişkiler ideoloji kavramı açısından önemlidir. Sermaye ve ideoloji ilişkisine (yani alt yapının üst yapıya etkileri) değinirken medyanın bu kavramlarla ilişkisine de değinmiş oluruz. Çünkü daha önce de açıkladığımız gibi ekonomik gücü elinde bulunduranlar ideolojik olarak da tahakküm kurar. Sınıfsal olarak değerlendirdiğimizde ise ideoloji yanlış bilinç üretir. İktidar da bu güç dengelerinin merkezindedir ve meşruiyete ihtiyaç duyar. İşte medya bu noktada devreye girer. Medyaya sahip olan ve onu kontrol eden sınıfın çıkarları yanlış bilinç üretimi yoluyla meşrulaştırılır. Medya mülkiyeti yöneten sınıfın elindedir ve dolayısıyla bu sınıf medya kurumlarını kontrol etmektedir. Her medya sahipliği, sermayenin çıkarları ile uyumlu bir haldedir ve haber üretiminin çözümlenmesi, medya denetiminin ekonomik bağlamı ve aynı zamanda sınıfsal temeli üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kaldı ki daha en başta bir olayın haber yapılıp yapılmayacağını seçme işlemi zaten başlı başına ideolojiktir.
*Bu noktada Marx’ın yanlış bilinç kuramının Kültür Çalışmaları açısından fazla indirgemeci bulunduğunu da belirtmek gerekir.
Althusser’de İdeoloji Kavramı
Althusser denildiğinde akla ilk gelen kavramlardan biri de ideolojidir. İdeoloji ona göre toplumsal yaşantının her yerine nüfuz etmiş ve yerleşmiştir. İdeoloji, etkililik açısından tartışmasız bir güce sahiptir. Althusser marksizmden etkilenen bir entelektüel olarak ideoloji kavramını ele alır ve ona başka anlamlar yükler, yeni yaklaşımlar geliştirir. Althusser’in bakış açısına göre ideoloji öznelerin üretildiği ve çeşitli yollarla toplumsal yapılar içerisinden hareket edebilmelerini sağlayan pratiğin adıdır. Yapısalcı bir görüşü vardır. Ona göre ideolojiler bizden önce yapılanmış durumdadır. İki temel noktası şöyledir; 1.İdeolojiler bizi adlandırır. (değerleri bize enjekte eder) 2.İdeolojiler maddi dünyamızı düzenler (kurumlarıyla birlikte yaşamamızın maddi zeminini oluşturur örneğin ataerkil ideolojinin düzeninde kadın ikinci planda kalır vb.)
Ekonomizmi reddeder, ekonomik altyapı üzerinde devlet ve ideolojik yapının yer aldığı üst yapı vardır. Üst yapı kapitalist üretim ve yeniden üretimi sağlayacak faaliyetleri düzenlemektedir. Buna göre Althusser’in üst yapıya ilişkin faaliyetlere daha büyük bir güç atfettiğini söyleyebiliriz. Bireyler doğdukları andan itibaren artık özerk bireyler değildir. Kültürel nesnelerdir. Onlara doğdukları andan itibaren kimlikler giydirilir. Devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla gerçekleşir ve gerçek de bu aygıtlar aracılığıyla kavranır. İdeolojinin bireylerin gerçek varoluş koşulları ile hayali ilişkilerinin temsili olduğunu vurgulayan Althusser ideolojinin sürekli bir maddi varoluşu olduğunu ve bunun devletin aygıtları ve pratikleri içerisinde yazıldığını belirtmektedir. Devletin baskı aygıtları; hükümet, ordu, polis, hapishane, mahkeme vb. olarak sayılabilir. Devletin baskı aygıtının yanında olan fakat onunla karıştırılmaması gereken devletin ideolojik aygıtları önemlidir. Devletin ideolojik aygıtları; okul, aile, hukuk, siyasa, sendika, haberleşme, kültür, sanat… Devletin baskı aygıtları zor kullanarak işler, devletin ideolojik aygıtları ise ideolojiyi kullanarak. Bu nedenle devletin ideolojik aygıtlarında baskı sembolik bir ikincil işlevdedir. Devletin baskı aygıtları yani mahkemeler, ordu, polis vb. kamusal alandayken, ideolojik aygıtlar özel alanın kontrolüne yöneliktir ve her yerdedir. Althusser ideolojik aygıtların en güçlüsünü ise okullar olarak görür. Çocuk, yıllar boyunca okullarda devletin katıksız egemen ideolojisini alarak yetişmektedir.
Kitle iletişim araçlarının bir ideolojik aygıt gibi işlev gördüğünü belirten Althusser, bu araçların ideolojiden bağımsız olmadığını vurgulamaktadır. Medya ve ideoloji ilişkisine Althusserci bir bakışla bakacak olursak medya bir ideolojik aygıt olarak iktidarın ideolojik mücadele alanlarından birisidir. Bu anlamda medyanın önemli bölümünün ve diğer ideolojik kurumların genel olarak mevcut iktidarın algılamaları ve çıkarlarını yansıtması doğal görülmelidir.
Gramsci’de İdeoloji Kavramı
Gramsci marksizmin ekonomi temelli anlayışını reddeder ve kültürel boyutunu ortaya koyar. İdeoloji kuramı, yönetici sınıf tarafından empoze edilen bir ideoloji kuramı değildir. İdeoloji yaşanan bir ilişki biçimi ve hayat görüşleridir. Gramsci, kapitalist devletin zora dayalı iktidarını vurgulamak yerine zora dayanmayan hatta zoru giderek gereksiz kılacak iktidar biçimlerine dikkat çekerek, bu tür bir iktidarın ideoloji dolayımı ile olanaklı olduğunu savunmakta ve hegemonya kavramı üzerinde odaklanmaktadır. Hegemonya sadece siyasal ve ekonomik bir kontrol değil aynı zamanda kontrolü elinde tutan sınıfın kendi dünya görüşünü alttakilere doğru olarak benimsettirebilmesidir. Bunu rızayı üreterek yayar, zorla yapmaz. Burada yineleme ve rıza üretimi önemlidir zira rıza sürekli bir biçimde ve yeniden kazanılması gereken bir şeydir ve sonucunda rızaya dayanan bir otorite söz konusudur. Hakim sınıf bu hegemonyayı ideoloji ile işletmektedir. Kitle iletişim araçları da birer ideolojik mücadele alanlarıdır. Farklı hegemonya alanlarından söz edebiliriz; sivil toplumda hegemonya (medya,eğitim, sanat, din), ekonomide hegemonya (fabrika, işyerleri), siyasal toplum, devlette hegemonya (yargı ve resmi eğitim kurumları).
Althusser ve Gramsci açısından kapitalist devlet ideolojiyi kullanarak geniş kitlelerin sisteme olan rızalarını üretmektedir, kapitalizmin sürekliliğini sağlamaktadır. Ayrıca egemen sınıflar varlığını açık bir şiddete başvurmadan belli bir politik ve ideolojik dolayımla sürdürmektedir. Zamanla bu ortak bir dil ve belli bir söyleme dönüşür. Söylem anlamın dil içinde hareket etmesi ile ortaya çıkan şey olarak tanımlanmakta ve ideoloji de bu anlamın belli kişiler ve gruplar lehine nasıl harekete geçirildiği ile ilgilenmektedir. Bu nedenle dil de önemli bir mücadele alanıdır. Medyanın kamusal alana aktardığı mesajların hemen hepsi resmi otoritelerin açıklamalarından oluşmaktadır ve medya resmi ideoloji tarafından belirlenen söyleme bağımlı kalmaktadır.
Foucault ve Medya, İdeoloji ve İktidar İlişkisi
İktidar konusunda Foucault, bilginin başkaları üzerine yüklenen bir iktidar olduğunu, buna bağlı olarak da başkalarını tanımladığını öne sürer. Foucault’ya göre özneler iktidar tarafından şekillenen toplumsal ilişkiler içerisinde oluşturulmaktadır. İktidar-bilgi arasındaki bu karşılıklı ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır, kendini şekillendiren iktidar ilişkilerinin nesnesidir. İktidarın bir bireyin öteki bireyler üzerindeki, bir grubun öteki gruplar üzerindeki bir egemenliği olarak ele alınması doğru değildir. Bu bakımdan, ona göre, iktidar yeri belirlenemez olan, hiçbir zaman birilerinin elinde olmayan sadece dolaşımda olan, işleyen bir şey olarak çözümlenmelidir. Foucault’nun ifade ettiği gibi iktidar özneleri oluştururken aynı zamanda özneler üzerinden uygulanan bir ilişkiyi göstermektedir. Böylelikle iktidarın toplumsal hayatın her alanına sızması merkezi otoritenin yayılması için mutlak önem arz etmektedir. Toplumsal düzen içerisinde otoritenin yerleşmesi, devamlılık arz etmesi ve toplumun disipline altına alınması için medya ve iletişim teknolojileri iktidarın uzantısı olarak ideolojik bir aygıt konumuna yükselmektedir. İlişkilerin sürekli düzenlenmesi için aracı konumundaki medya ve iletişim sistemleri taraflar arasındaki etkileşimi düzenleyen ve denetleyen yapısının yanı sıra başkaları üzerindeki denetimini ve dünyayı anlamlandırma biçimini de belirlemektedir. Zira medya belli sembolik formlar üreterek toplumda gerçekliğin kurgulanması sürecine katılır ve sembolleri kullanarak ürettiği sonsuz sayıda temsil yardımıyla duygularımızı, ilgi alanlarımızı, sosyal ilişkilerimizi hatta kendimizle olan ilişkilerimizi etkiler. Bu anlamda iktidar ailede, medyada, bürokraside, orduda ve diğer tüm toplumsal kurumlarda, bireyin kendisiyle olan ilişkisinde bile gerçekliği belirleyen üretken etmenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda iletişim ve medya organları, gerçekliğin üretildiği, yeniden üretildiği, sürdürüldüğü ve aktarıldığı bir süreçtir.
Sonuç olarak ideoloji, ortak bir tanımlaması yapılamamasına karşın genel anlamda gerçekliğin önünde engel olarak durur. Klasik Marksizm’i temel alacak olursak ideolojiler sınıf temellidir ve bu noktada “güç” kavramı devreye girer. Güç, ideoloji ile olduğu kadar iktidar ile de ilgili bir kavramdır çünkü iktidar güç kullanma tekelidir ve bunu yapabilmesi meşruiyetine bağlıdır. Meşruiyetini ise medya ile yanlış bilinç oluşturarak sağlar. Yönettiği sınıfların, kendi sınıfsal çıkarlarına ters davranmalarına yol açar. İdeoloji-iktidar-medya arasındaki karşılıklı bu ilişkinin yanında bu durumun ekonomik boyutu da vardır. Ekonomik olarak güçlü olanlar medyada söz sahibi olabilir ve ancak onları istedikleri, çıkarlarına uygun olanlar dile getirilir. Dolayısıyla medya kendisine sahip olan sınıfın çıkarlarına uygun olarak toplumsal gerçeği kurgular ve yeniden üretir. Bu bağlamda medya ideolojik bir aygıt olarak rızayı tekrar tekrar üretir. Gücünü buradan almaktadır.