Ben yazarken dinledim, siz okurken dinleyin.
Bir sahafın içinde dört dönerek kitap avladığım günlerden biri… Sahaf dediysem; duvarları kapakları gıcır gıcır parlayan yeni kitaplarla kaplı raflar, yanına birkaç eski defter, 1950 sonrasının bayram kartpostalları, Hayat dergisi posterleri, Yeşilçam’dan simasını bugün dahi herkesin bildiği isimlerin çerçeveletilmiş asimetrik fotoğraf karelerinin olduğu eski, kutu gibi bir dükkân… Aynı rafları kaç kez tarıyorum gözlerimle bilmiyorum, kayda değer bir klasik de vurmuyor gözüme. Sonra soyadı kulağıma aşina gelen, ancak adını ilk kez duyduğuma emin olduğum o şâir, şâirin iki kitabı… Yan yana… Yaklaşık 4 saat kaldın da, adı şanı okurun dilinde olmayan şu kitabı mı aldın demeyesiniz diye, kitaplarının ardından aylarca kendisini de uzun uzadıya araştırdığım, her yazısını takıntılı bir dominant edasıyla deştiğim, tüm röportaj ve görsel sohbetlerine kulak verdiğim, şimdilerde ise ustam olarak gördüğüm, kimi zaman danıştığım o şâiri ve şâir kimliğini kitapları aracılığı ile anlatayım sizlere.
Onur Behramoğlu…
Aras Behramoğlu’nun babası, Namık Kemal Behramoğlu’nun oğlu, Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram’ın yeğeni. Şu an nerede, ne yapar bilinmez, ancak Aykırı Akademi’ye yazıları ile katkı sunuyor, BirGün ve Şalom gazetesinde köşelerde yer alıyor, çeşitli kültür-sanat-edebiyat dergilerine şiirleriyle katkı sunuyor. Şâirimiz şiiri edebiyat değil, bir “başkaldırı” saydığından, hiçbir ödüle katılmıyor. Geçtiğimiz günlerde Güney Çin’de düzenlenen Twinrivers (İkiz Nehirler) Uluslararası Şiir Festivali’ne konuk oldu. Bu haftalarda ise Türkiye/İstanbul’da gerçekleşen iki uluslararası şiir festivalinde büyük yük sırtlanmış durumdaydı. Daha kırkında olan Onur Behramoğlu, şâir, çevirmen, yazar, devrimci… hepsinden evvel eserlerinde de sürekli tanıklık edeceğimiz çiçeği burnunda bir baba.
Şâirin şiire maruz kaldığını söyleyen Onur Bahramoğlu’nun, şiirin doğuşunu ve bir hazırlığının olmayışını şöyle “Rüzgâr eser, gövde ürperir. Gövdeyi ürperişe hazırlayan, rüzgârdır. Ruhun da ürperişlere hazırlığı vardır, iç hazırlıktır o, iç savaş da diyebiliriz. Kişinin kendini şiirli kılması, kalbin şiirini korumadaki ısrarıyla kazanılacak bir savaş. ‘İnsan gönlündeki hâle hâkimse onun adı sevgidir. Gönlündeki hâl insana hâkimse onun adı âşktır.’ der Mevlânâ. Romancı sevgiye yakın, şâirse tepeden tırnağa âşık.” anlatmış olan bu şâirin, o muazzam şiir kitaplarını dile indirgemek ve sizlere anlatmak ne kadar mümkün olacak bilmiyorum.
İlk kitabı olan Asit ya da İksir, 2006 yılında Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkıyor. Ön kapağını İsrail’de gördüğü bir duvar resminden etkilenerek kendi yapan Onur Behramoğlu, ön kapakta bize ne anlatıyor? Oturan bir çocuk. Duvardaki sloganı bir yanından uçurtmaya çeviren, asiti iksir yapan çocuklar olma duygusu… Neye rağmen? Diğer yanımızda üzerimize doğrultulmuş olan tüfeğe rağmen. Onur Behramoğlu ilk kitabının kapağını “Hayatımızın özeti.” diye tanımlıyor. Arka kapağına Leyla Erbil, Ahmet Erhan, Şeref Birsel gibi isimlerin kitabına olan yorumlarını konduruyor. Haydar Ergülen “Bayramyeri!” diyor kitaba. Leyla Erbil “Okuyup, üflüyorum!” derken, Ahmet Günbaş benim diyeceklerimi ağzımdan alıp, bir çırpıda topluyor; “Doğrudan evrensele uzanan…” diyor. İlk kitap, ilk şiirler, yaş 28 ile 31 arasında gidiyor, geliyor… ve bir ithaf; “Anneme ve Babama”
İlk kitabın, ilk şiiri “susturdum kemanları” diye sonlanıyor. Şâir lafı devralıyor çünkü. O ritmi, o ahengi, o yankıyı kendisi üstleniyor. Onur Behramoğlu’nun şiirleri sesli okunan şiirler. Bir odaya geçin, Asit ya da İksir’de yer alan “büyük taarruz öncesi hazırlıklar” şiirini [s.23] haykırarak okuyun, daha da doğrusu okursanız haykırarak bir daha okursunuz, diyeyim. Çağın sevgisizliğini en duru kelimelerle yansıtıyor şiirine. Aşkın yüceliğini, kutsallığını, insanı da toplumu da en üst seviyeye taşıyacak olanın aşk olduğunu okuyoruz Behramoğlu’nun satırlarında. Sadece şiiri değil, hayatını da, aşkını da bir başkaldırı sayıyor şâir. Asi bir ruhu, direnen, yılmayan, hep mücadelenin içinde barınan bir tavrı yakalıyoruz mısralarında, özellikle satır arkalarında.
Toplumun kendisinden besleniyor şâir, halkın öfkesinden, halkın direnişinden besleniyor. Devrimin kendisi de değil, o devrim olurken bir kadının balkonu bahçeye açılan giriş katı evinden o devrimi izleyişindeki derinlikten besleniyor, elinde çiçeklerini suladığı taş şişe. Bir çocuğun, öfkeli bir yürüyüş esnasında babasının elinden tutup gözlerine baktığı o an vardır ya, işte ondan besleniyor. İlk şiirlerinin yer aldığı bu kitap Onur için biraz daha aşkın ve ölümün kitabı. Hangi ölümler bu denli etkilemiş şâiri, bilinmez. Ancak ölüm, aşkla birlikte öfkeli bir şâir ceketine bürünerek, başkaldırarak çıkıyor karşımıza. “o şimdi” [s.43] şiiri, kitabı en iyi özetleyen şiirlerden. “kara delik gibi bir şey” olarak tanımladığı halk, bahsi geçen nutuklar, fetvalar, siyaset meydanları, yasaklı eylemlerin mesai saatleri, eleştirinin odağı işadamları, beyler… Halktan saydığı şâir ahmet efendi’nin, öncesi ve sonrası, hepsi “ o şimdi “ şiirinde barınabilir mi? Barınırmış. Aşk da ölüm de halk da, bir öfkeye bürünüp devrimin şiiri ile çıkabilirmiş karşımıza. Böyle bir tavrın şâiriymiş meğer gıcır gıcır kapağın altında yatan dingin ve usul şâir Onur Behramoğlu.
Asit ya da İksir’in beni en çok atmosferi içine alan satırları, “öyleymiş” başlığı [s.22] düşülmüş şu satırlardır:
Kitabın ilk şiiri olan “otuzbeşbin kemanın anlatamadığı” ile kemanları susturup sesi devralan şâir, son şiirini ise şöyle bitiriyor “ evet mutluyum hem de çok mutsuz / onur! seni istemiyorum artık! “
Son soluğun ardından bir sessizlik süreci… 6,5 yıllık bir boşluk ve ardından gelen ikinci şiir kitabı, “Senden Öğrendiğim Şarkılar” 2013 yılında, ilk kitabın ikinci baskısıyla birlikte raflarda yerini alıyor. Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkıyor kitap, kapağın çizimi yine Onur Behramoğlu’na ait, Amerikalı bir ressamın bir resminden ayrıntılar yansıyor.Kitabın ismi sorulduğunda şöyle diyor Onur: ” ‘Oğluna neler neler öğretirsin sen şimdi’ klişe algısını terse çevirmek istedim. Ben ondan öğreniyorum, Nâzım’ın dediği gibi, ‘Babamdan ileri, çocuğumdan geriyim…’ ” Arka kapağında ise kitaptan bir şiir yer alıyor. Bu kez kitap, “Hale ve Aras’a” ithaf ediliyor.
İlk kitaptı Asit ya da İksir, hevesti, heyecandı Onur Behramoğlu için. Bu sonrasında yapılan röportajlara dahi çok bariz yansımıştı. Şâirin kitabından bahsederken titreyen sesiydi; Asit ya da İksir. Amcası Ataol Behramoğlu, Onur’un şiir yazdığını bu kitabı imzalayarak kendisine gönderdiğinde öğrenmişti ilk. İkinci kitap biraz daha olgun bir şâirin şiirleri oysa… Yaş 32-37 arasında, basıldığı süreçte artık iyiden iyiye kırka dayanmış şâirin hazin nükteleri. “Toplum da toplum!” diye serzenen, ancak aşkı, sevgiyi aynı duru tavırla şiirlerine döken bir şâirin şiirleri; Senden Öğrendiğim Şarkılar. Ancak bir fazla artık Onur; kendi var idi, kendinden içeri bir Hale var idi, bir de Aras geliyor, pamuk oğlu. Kitap ikiye bölünüyor, [s.63]’ten sonra bir ara giriyor, “bir çello gibi bekleyeceğim başucunda / vakur, kararlı, sade” diyerek ve hemen ardından “doğduğun gün” şiiriyle baba oluşunu müjdeliyor çocuğuna. İşte bu yüzden “Hale ve Aras’a”
Senden Öğrendiğim Şarkılar, otuz bir şiiri alıyor içine. Belleğinden beslenen imgeler, birer birer dökülüyor, şiirleriyle buluşuyor. Bir röportajında şöyle diyor Onur Behramoğlu: “ -“akşam vakitlerinde dedim akşam vakitlerinde / öfke büyüktür / gelmeyin üstüme ama gitmeyin de” diyerek başlıyorum hayatımın yeni dönemine… “hepiniz üstüme gelin / tiksindirene kadar”dan, “gelmeyin üstüme ama gitmeyin de”ye neler değişmiş olabilir, kitapları okuyacak okura bırakalım.”-“ İşte bu geçişin güzide anlarını satır aralarında bulduğumuz şiirler Behramoğlu’nun şiirleri. Asit ya da İksir, aşkın ve halktaki o narin kederin kitabıydı. Ayrılıkların, kederin, kanda gezen hırçın kanın kitabıydı. Senden Öğrendiğim Şarkılar, yüzünü biraz daha fazla dönüyor topluma. Gözümüzde sevgisiz kalan çağı bir resim gibi çizdiriyor. Kendi atmosferi içinde gezmemize öyle çok olanak sağlıyor ki, okuduğunuzda o melodiyi karşınıza konmuş olan resim ile duymanız ve canlandırmanız kolaylaşıyor. Fakat anlamak, bir o kadar zorlaşıyor böylece. Asit ya da İksir, açıktı, özdü. Halbuki Senden Öğrendiğim Şarkılar, üstü kapalı ve şâirini gizleyen şiirlerden oluşuyor. “oğlu savaştan dönen amerikalı babanın günlüğü” [s.23] şiiri mesela… Bir gecenin dördü. Oturmuşum masaya, bir elimde Her Boydan – Can Yücel, diğer elimde Senden Öğrendiğim Şarkılar, burnumda ise taze bitmiş Asit ya da İksir’in kokusu… Can Yücel’i o gün ve henüz bitirmiş, Behramoğlu’nda soluklanırken. Karşımda bu şiir. Verdiğim saatler… Üzerinden aylar geçti, hâlâ anlayamamış olduğum o şiir. İşte… İşte bu kadar.
Onur Behramoğlu, Senden Öğrendiğim Şarkılar kitabını, ilk kitabının ilk başlığıyla bağlıyor ve üzerine baba oluşunun heyecanını da katarak Aras’a ithaf ettiği şiiriyle bitiriyor;
arp çalıyordun rüyamda
küçücük ellerinle
isterse otuzbeşbin keman olsun
susturdukları dünya bu
bir çello gibi bekleyeceğim başucunda
vakur, kararlı, sade
Velhasılıkelam, işte artık çekinmeksizin ustam diyebildiğim Onur Behramoğlu…
Günümüz çağdaşları içinde, modern şiir geleneğini en üst seviyeye çıkarmak yolunda evrensel şiir için büyük adımlar atıyor. Şiiri tekrarlardan çok; hisse, kendine, kaleminin ahlakına dayanıyor. İmgelerini belleğinden alıyor, şiiri ve hayatın tamamını başkaldırı sayıyor Onur. “Ne yapıyorsun şu an?” diye soruldu mu, “Yirmi dört saat şâir hayatı yaşamaya çalışıyorum.” diyor. İlk şiirlerinin kağıtlara döküldüğü 2003 senesindeki heyecanı bugün İsrailli şâir Yehuda Amihay’ın şiirlerinden çevirdiği “Tanrı Belki Esirger Aşkı” kitabıyla (-kitaba dair bir ilk yazı-) taşıyor. Bugün onlarca uluslararası şâirin şiirlerini gerek festivallerde, gerek edebiyat ortamlarında ve köşe yazılarında çevirip bizlere sunarken, şu sözünü hatırlıyorum kendisinin: “Bir dili yaşatanlar, herkesten önce şâirlerdir.” İşte tam da bu görevi üstlenmiş durumda bugün Onur Behramoğlu.
Namık Kemal Behramoğlu’nun bayrağını devralan, şiirle ilk ilgilenmeye başladığı vakitlerde Attilâ İlhan kitaplarını ceket ceplerinde taşıyan ve Turgut Uyar ile tanışmasını “Turgut Uyar, Attilâ İlhan’dan sonra benim için ikinci büyük sarsıntıydı.” diyen şâir; Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya tuhaf bir bağ ile bağlı, Metin Altıok ve Leyla Erbil’in yadigârlarına fazlasıyla değer vermektedir. Her fırsatta Cemal Süreya’nın yanında, Melih Cevdet de bilinmeli, Türk şâirler kadar Dünya şâirleri de okunmalıdır, diyerek yakınan ve dünya şâirlerinin okunabilmesi için bugün büyük çaba sarf eden Onur Behramoğlu; ideolojik tavrını şiirlerinde de ince bir sitem, yüksek tansiyonlu bir aykırılık ile bize yansıtır. Hatta bir yazısında şöyle der:“Elimizdeki kalemin kendi ahlakı vardır, avcumuzu dinlemez, söz kaçırır.”
Edebiyatın ticari çıkara dayatıldığı bugünde, hâlâ şiir için çabaladığı ve uluslararası şiir dilini inanarak benimsediği için ve en önemlisi yaşadığı coğrafyayı şiirlerine incelikle, ahenkle ve belleğine yaslanarak döşediği imgelerle yansıtabildiği, umudu için çabaladığı, çabaladığı kadar heves duyduğu için büyük ustadır şâir yürekli Onur Behramoğlu…
Gün gelir siz de raflar arasında rastlarsanız bir şâire, elinizi çekinmeden uzatın ve tanışın. Ne der Onur Behramoğlu;
“Şiir, herkesin içinde, en derinlerinde bir yerlerde, silinmeye direnen izdir. “
Dipnot: Senelerdir çeşitli köşelerde “Boynumun borcudur.” diyerek yazdığı, sanatçı/eser eleştirilerini topladığı “Zaten Herkes Bir Denizdir Doğuştan” deneme türündeki eseridir. Amcası Ataol Behramoğlu ile politik sürgüne mahkum edilen Nihat Behram’ın 16 yıllık mektuplaşmalarını içeren “ Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla” kitabını yayına hazırlamıştır. Son kitabı olan ve İsrail’li şâir Yehuda Amihay’dan yaptığı çeviri şiir kitabı bu sene içinde son üç kitabı gibi Tekin Yayınevi’nden çıkmıştır.
Kaynakça:
- Onur Bayrakçelen – Onur Behramoğlu söyleşisi
- Notos, Sayı: 55, Aralık-Ocak 2015
- Şalom Gazetesi 28.11.2012 tarihli köşe yazısı
- Aykırı Akademi: Onur Behramoğlu
- BirGün Gazetesi arşiv: Onur Behramoğlu
- Zafer Köse – Onur Behramoğlu söyleşisi