Hakkında ziyadesiyle konuşuldu, tartışıldı, yazıldı; fakat benim de diyeceklerim var!
Kitabın kapağını açar açmaz iki cümleyle yazarın tarih doktorası olduğunu ve Kudüs İbrani Üniversitesi’nde dünya tarihi dersleri vermekte olduğunu öğreniyoruz. Bu dört satırlık bilgi, kitap boyunca yazar Yuval Noah Harari’nin anlatacaklarına duygusal değil bilimsel yaklaşmamız için kapı aralıyor adeta.
Ardından gelen yayıncının notu ise merak uyandırıcı:
“Bu kitapta Türkiye’den verilen örnekler metnin orijinalinde yer almaktadır. (Belki de burada almamaktadır yazılmak istenmiştir.) Yazar kitabın yayımlanacağı her ülkeye özel değişiklikler yapmıştır.”
Bir kitap düşünün ki, yazarı, kitabın çevrileceği tüm dillerin kültürüne hâkim ve her dile göre kitabı yeniden yazıyor! Örnekler her ülkeye göre yeniden düzenleniyor ve böylece okuyucuların daha kolay kavramalarına yardımcı olunuyor.
Kitapta çok fazla nesnel bilgi, araştırma ve deney sonuçları, arkeolojik ve antropolojik veriler yer alıyor. Ve ne hoş ki, “Nereden biliyor bu adam bunları,” diye sormaya gerek kalmadan (dünya tarihi dersleri veriyor ama olsun, yine de sorabiliriz) her bölümün sonunda referansları görüyoruz. Yazarın kitap boyunca, Science ve Nature gibi prestijli bilim-teknik dergilerinde yayımlanmış makalelerden, Oxford, Harward, Cambridge, Toronto Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış farklı alanlardaki birçok kitaptan, BM Genel Sekreterliği raporlarından, doktora tezlerinden, dünya bankası veri ve istatistiklerinden alıntılar yaptığını görüyoruz. Bu, hem yazarın yaklaşımının nesnelliğini ortaya koyuyor hem de daha detaylı araştırma yapmak ve konunun derinliklerine inmek isteyen okuyucular için kaynak niteliği taşıyor.
Kitap araştırma tarih türünde olunca, tüm bu biçimsel detaylar meraklı bir okuyucu, yani benim için ön plana çıkıyor. İçerik de oldukça besleyici, ufuk açıcı. Ne var ki yer yer insanı rahatsız etmiyor da değil. Yazar, bu rahatsızlığı önceden sezmiş olacak ki “Sevelim ya da sevmeyelim,” gibi deyişler, “Eşitlik ve insan hakları savunucuları bu mantık yürütme karşısında çok tepkili olabilirler.” gibi cümleler kullanıyor. Aşağıdaki alıntı da yazarın bu yaklaşımına bir örnek niteliğinde:
“Biz Sapienslerin bir sıralar belki başka türden bir hayvanla cinsel ilişkiye girip çocuk sahibi olduğunu düşünmek rahatsızlık verici- belki de heyecan verici- bir durum. “
Yazar, insanlık tarihindeki hemen her konuya değiniyor. Evrim teorisinden tarım devrimine, yazının keşfinden bilişsel devrime, para ve ekonominin insanlık tarihine eklenişinden dinlere ve ideolojilere, bilimle devletler arasındaki ilişkiden sanayiye kadar tüm can alıcı gelişmeleri sıradan tarih kitaplarında karşılaşmadığımız örneklerle açıklıyor.
Bazı uygarlıklar gelişir ve bilişsel yeniliklerle arayı açarken, diğerlerinin neden aynı yolu aynı sürede katedemediğine ışık tutuyor:
“Müslümanlar Hindistan’ı fethettiğinde yanlarında Hint tarihini sistematik olarak inceleyecek arkeologlar, Hint kültürünü inceleyecek antropologlar, Hint topraklarını inceleyecek jeologlar ve Hint faunasını inceleyecek zoologlar getirmemişlerdi. İngilizler ise Hindistan’ı fethettiklerinde bunların hepsini yanlarında getirdiler.”
Bilimsel araştırmayla devletler ve bu araştırmalara sağlanan fonlar arasındaki ilişki de çarpıcı:
“Çoğu bilimsel araştırma finanse edilmektedir çünkü birileri bu araştırmaların sonucunda ortaya çıkacak birtakım siyasi, ekonomik veya dini şeylere inanmaktadır. Örneğin 16. yüzyılda krallar ve bankerler dünyanın etrafını dolaşacak seyahatlere muazzam finansal kaynaklar aktarmışken, çocuk psikolojisiyle ilgili araştırmalar için bir kuruş bile ayırmamıştır. Bunun nedeni de kralların ve bankerlerin dünyanın yeni bölgelerin keşfedilmesi durumunda kendilerinin de yeni topraklar fethedeceği ve yeni ticaret imparatorlukları kuracağı beklentisidir, öte yandan çocuk psikolojisini daha iyi anlamanın kendilerine bir kar getirmeyeceğinin farkındadırlar. “
…
“Bilim kendi önceliklerini dikte etme şansına sahip değildir, ayrıca keşifleriyle ne yapılacağını da belirleyemez. Örneğin tamamen saf bilimsel açıdan, genetikle ilgili giderek artan bilgilerle ne yapmamız gerektiği net değildir. Bu bilgiyi kanseri yenmek için mi kullanmalıyız, genetik olarak modifiye edilmiş bir süper insan ırkı mı yaratmalıyız, yoksa dev memeli süt inekleri mi tasarlamalıyız? Çok açıktır ki liberal, komünist veya Nazi yönetimleri ya da kapitalist bir şirket, aynı bilimsel keşfi tamamen farklı amaçlar için kullanacaktır ve bunlardan biri yerine diğerine kaynak aktarırken herhangi bilimsel bir gerekçeleri olmayacaktır.”
Hani tarih dersi gerekli mi diye sorduğumuzda, bugünü anlamak için geçmişimizi bilmemiz gerekir derlerdi ya, işte yazar da tüm insanlık tarihini gözlerimizin önüne serip kitabın son bölümlerini günümüze ve geleceğimize ayırıyor. Avcı toplayıcıdan, beyaz yakalıya dönüşümümüz ve değişen (değiştirdiğimiz) dünyayla birlikte bu durumun biyokimyamız ve psikolojimize olan etkileri üzerinde duruyor. Özetle mutlu muyuz? Mutluysak nasıl, mutsuzsak neden? Peki şu anki bilimsel gelişmeler göz önüne alındığında Homo Sapiens‘i nasıl bir gelecek bekliyor? Transformers’a dönüşür müyüz, Frankensteinlar yaratır mıyız? Siborg ve genetik mühendisliğindeki nefes kesen gelişmeler, yaşamımızı, ahlaki kavramlarımızı ve biyolojik bir canlı olarak bizi nasıl etkiler? Bana sorarsanız son bölüm oldukça heyecan verici. Zira ben bu konu üzerinde çok düşünenlerdenim.
Yazarın her yazdığına katılmayabiliriz (aslında bu her yazar için geçerli), ama “Ne anlatıyorsun bre kafir!” diye yargılamadan okunması gereken bir kitap Hayvanlardan Tanrılara Sapiens. Öyle ya, her düşünce, her yaklaşım bizimle aynı düzlemde olacak değil. Ama her evrim kelimesinde arkamızı dönüp uzaklaşırsak, içinde din ve bilim kelimelerini aynı anda barındıran cümlelere mesafeli yaklaşırsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
- Hayvanlardan Tanrılara Sapiens – İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi
- Yuval Noah Harari
- Çeviri: Ertuğrul Genç
- Kolektif Kitap