5 Soru 1 Yazar söyleşilerimizin ikincisini Banu Özyürek’le gerçekleştirdik.
Keyifli okumalar…
Bir okurunuz blogunda, Bir Günü Bitirme Sanatı için yazdığı yazıyı sonlandırırken, “O küçük kız çocuğu ile bir gün çay içmek isterim,” ifadesini kullanıyor. Annesi için küçük bir cinayet işlemek işleyen o küçük kız çocuğu, gerekse çocukluğunda pul koleksiyonu yapıp birçok ülkeye ulaşan, hatıra defterine arkadaşı için bir şeyler yazarken, “Ben bir şairim,” ifadesini kullanan ve aslında ilk kitabı Marintalı Çocuklar’ı 1992 yılında yazan küçük bir kız çocuğu Banu Özyürek, yazınsal sürecini bizlere anlatabilir mi?
Evet, çocukken yazar olduğuma dair sarsılmaz bir inancım varmış, bu inancın sonraları da fazla bir yara aldığını söyleyemem. Ancak zaman içinde o saf inancı sağlam bir çalışmayla birleştirmek gerektiğini ve bunun da çok kolay bir iş olmadığını fark ettim.
Yazı benim için temelde bir ifade ve iletişim ihtiyacı olarak ortaya çıktı. Sonra elimde olduğunu hissettiğim o tuhaf güç; gördüğümü yeniden canlandırmak, farklı bir formda var etmek, müdahale etmek, göremediğimi hayal etmek, hayal ettiğimi paylaşmak çok çekici ve heyecanlı gelmeye başladı. Zamanla bir düşünme, arama, anlam verme biçimine büründü. Ve bugün şudur diyemem, muhtemelen hepsidir. Ama en çok kendimi duyabildiğim, hissedebildiğim ve gündelik yaşamdan farklı imkân ve deneyimler vaat eden bir alandır. Bilmenin, öğrenmenin hazzına denk bir haz alıyorum yazmaktan. Bir tür genişleme duygusu… İştah ve arzuyla sarıldığım bir duygu.
Süreç dediğimizde bu bahsettiğim yazıyı algılama, onunla yaşama biçimindeki değişimi anlıyorum. Diğer bölüm zaten az çok tahmin edilebilir; yaz, paylaş, gönder, bekle, oku, yaz… Yazan pek çok insanın tecrübeleriyle benzer şeyler.
Bir Günü Bitirme Sanatı içerisinde beni en çok etkileyen öykü Unutulmaz Peruk’ta şöyle bir ifade yer almakta: “Öylesine korkunçtu ki. Yani hem var, hem yok olmak. Yani hem çok hem hiç olmak. Belki de hem tanrı hem kul olmak.” Kahramanların geneli, gündelik hayatta çokça maruz kaldığımız hâllerdeki biziz. Karakterlerin bizlere bu kadar iyi yansımasını nasıl sağlıyorsunuz?
Karakterleri okura daha iyi yansıtayım diye özel olarak yaptığım herhangi bir şey yok. Yazma aşamasında okurun beklentisini hesaba katmanın yazar ve metin açısından bir zaaf olduğunu düşünüyorum. Ölçüp biçiyorum tabii ama yaratacağı etkiyi değil, başka şeyleri. Ben sadece içimde yazmak için ciddi bir baskı ve heyecan duyduğum o şey’i, kendi doğasına en uygun şekilde yazmaya çalışıyorum. Hikâyenin sesi, atmosferi, ahengi, söyleyişi ve söylediği şey beni tatmin etmiyorsa da metni ya beklemeye alıyor ya da çöpe gönderiyorum.
Yine karakterlerle ilgili bir başka şey; insanlara bakıyorum, gözlem yapıyorum gibi bir durumum yok. Bunu denedim ve olmadı. Benim yolum, yöntemim değilmiş. Belki de bir (ya da bir iki) kişiye, belki de kendinize olabildiğince cesur bakmak (hadi bakmaya çalışmak diyelim buna da), size pek çok insanı gözlemleyip durmaktan daha fazlasını öğretiyordur.
“Çok Satması Gerekenler” adlı bir köşe oluşturan Yerdeniz Kitapçısı’nda Ahmet Büke’nin seçtiği kitaplar arasında yer alışınız birçok kişinin sizi tanımasını sağladı. Kitabınıza gösterilen bu ilgiden memnun musunuz?
Yerdeniz Kitapçısı’nın bu uygulaması çok güzel. Hatta uzaktan gördüğüm kadarıyla bir kitabevi olarak kendisi de çok güzel. Böyle kimlikli kitapçılara, kitapla daha derin ilişkisi olan mekânlara ve alternatif kanallara ihtiyaç duyuyoruz. Aradığınız kitapları bulabileceğiniz zenginlikte kitabevlerinin ancak bir iki merkez semtte var olduğu bir ortamda bunu söylemek fazla bir şey istemek belki ama olsun, ne yapalım, arzumuz bu.
Bir Günü Bitirme Sanatı’nın ‘çok satması gerekenler’ köşesinde yer almasından elbette memnun oldum ve Ahmet Büke’ye de ilgisi için teşekkür ediyorum. Zira kitabı bu şekilde duyduğunu ileten insanlardan güzel mesajlar aldım. Ancak kitaba büyük bir ilgi olduğunu söylemek de pek doğru olmayacak. Kendi küçük, sakin yolunda ağır ağır yürüyor diyelim.
Zaten bu ilgi konusu bir parça tehlikeli. Sevilmenin konforuna kapılıp olduğunuz yere yerleşebilirsiniz. Benim için edebiyatta en büyük mutluluk ise, olabileceğini umut ettiğim o meçhul ‘daha iyi’ ye doğru bir nebze olsun ilerleyebilmek.
İlk kitabın, beklentileri artırdığını görüyoruz. İkinci kitaba dair çalışmalarınız olacak mı?
Şu ara üzerinde çalıştığım birkaç öykü var, bir de biraz farklı, biraz daha geniş ancak çekingenlik ve kaybetme korkusuyla yazmaya cüret edemediğim bir fikir… Beklenti meselesini ise düşünmemeye çalışıyorum.
Neokuyorum’un genç okur kitlesine bir yaz seçkisi yapsaydınız önerileriniz ne olurdu?
Çok sevdiğim bir roman söyleyeyim; André Maurois’nun İklimler’i. Yine karşılaştığım zaman beni çok etkilemiş bir başka roman; Marguerite Yourcenar’ın Alexis Ya Da Beyhude Mücadelenin Kitabı… Bir tane Dostoyevski olsun; Beyaz Geceler. Anais Nin’in romanları bana tat vermedi ama günlüğünün Henry ve June olarak kitaplaştırılan bölümü gerçekten çarpıcı. İki iyi öykü kitabı; Milan Kundera’nın Gülünesi Aşklar’ı, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’i. Biraz hafiflemek için John Fante’nin Hayat Dolu’su. Nerede ne zaman olursa Sait Faik. Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a mektuplarının toplandığı Yalnız Seni Arıyorum. Uzar gider tabii ama şimdi ilk aklıma gelenler bunlar oldu.