Stefan Zweig’ın Irene Wagner’ın korkulara teslim oluşunu kısa ama etkileyici bir şekilde anlattığı Korku’da hepimizi çeken bir şeyler var.
Irene Wagner rahat bir yaşam süren, başarılı bir kocası, iki çocuğu, evinde çalışanları olan, elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış genç bir kadın. Dertten tasadan uzak bir hayatı var Irene’nin, öyle ay sonunu nasıl getireceğiz, bugün ne yemek yapacağım gibi dertleri yok, hiç olmamış. Düzenli, saat gibi işleyen bir yaşam sürüyor ama tekdüze olan her şey gibi o da sıkıcı geliyor. “Irene’de macera merakını uyandıran da hayatının tehlikesiz ve güvenli oluşuydu. Yaşadığı ortamda onu zorlayan hiçbir şey yoktu. Elini nereye atsa pürüzsüzdü, bütün hayatı özenle, şefkatle, sevgiyle ve evcimen bir rahatlıkla sarmalanmıştı…” (sayfa 8) Zira heyecansız, macerasız bir hayat çoğumuzun olduğu gibi onun yüreğini de sıkıştırıyor ve şu çok bildik his gelip içine oturuyor: Hayatın eğlencesi ya başka bir yerdeyse ve ben onu kaçırıyorsam! “…fark etmeksizin kendini bir şekilde bu rahatlık tarafından kandırılmış ve gerçek yaşamdan uzaklaştırılmış hissediyordu.” (sayfa 9) Çok büyük bir aşkla değil, hatta aşkla bile değil, bu hisle kocasını aldatıyor. Ve bir gün bir kadın gelip ona bu ilişkiyi bildiğini söyleyip şantaj yapmaya başlıyor. Hikaye de böyle başlıyor. Okuduğumuz Irene’nin her şeyin kocası tarafından öğrenilmesi korkusu. Ama insanın en temel birkaç duygusundan bir olan korkuyu, Stefan Zweig öyle bir gerçeklikle anlatmış ki hepimiz onda tanıdık bir şeyler buluyoruz ve Irene’yi anlıyoruz. Şantajcıyla ilk kez karşılaşıp evine döndüğünde evin içindeki günlük koşuşturmalara bakıp yaşadığı rahatlama duygusunu okuyunca mesela, bunun ne müthiş bir ayrıntı olduğunu ve tam da olması gereken yere konduğunu görüyoruz. Evin o bildik hali tehlikenin çok olağandışı ve o nedenle gerçek olmadığını hissettiriyor Irene’ye. Bu sahiden de böyle olur. Sadece korkuda değil, hayatımızı alt üst edecek her dehşetli duyguda ya da olayda her gün gördüğümüz şeyler bize aynı duyguyu verir. Bu bardak her zamanki yerinde duruyor, demek ki bugün her zamanki gibi sıradan bir gün, demek ki bu yaşadığım gerçek değil. Zihnin çırpınmalarını Stefan Zweig çok güzel yakalamış. Aynı şey Irene’nin her şeye yabancılaşma, her şeye dışardan bakma hissinde de geçerli. Her şey tanıdık, demek ki güvendeyimden her şey bana yabancı, kaybetsem ne gam hissine savrulurken aslında hep kendimizi avutma isteği ile, aynı saikle hareket ederiz. Canım Stefan bunu da nasıl güzel anlatmışsın.
Korku, toplam 70 sayfa. Bir iki saat içinde bitiyor. Sonunu sevmediğimi söylemek isterim. Başka türlü bir son vardı benim kafamda, o olmadı. Ama zaten Korku gibi romanları sonları için değil, sona götüren hikayeleri için okuruz. Irene’nin yüreği ağzında telaşı, kabusları, gel-gitleri, hezeyanları ve elle tutulur korkusu elbette okunmaya değer. Hem tekdüze hayatında bir macera isteyen hem de o maceranın bedeli olarak sahip olduklarını vermek istemeyen Irene’nin güvenli bir limana sırtını dayayıp fırtınayı izleme arzusu öylesine tanıdık ki onu hemen anlıyoruz, seviyoruz ve bu kabustan bir an önce uyansın istiyoruz. Arsız şantajcı kadına onunla birlikte öfkeleniyoruz.
Özetle Korku’yu okumadıysanız henüz, listenize alabilirsiniz. Sanırım seversiniz.
İyi okumalar.
- Korku – Stefan Zweig
- İş Bankası Kültür Yayınları – Roman
- Çeviri: İlknur İgan
- 70 sayfa