Yaptığı çeviriler ve uyarlamalarla edebiyat dünyamıza çok ciddi katkılar sağlayan Ari Çokona, hep kitap etiketiyle bir çocuk kitabı hazırladı. Kuşların yetiştirildiği Altınkanat Okulu‘na başlayan sincap Pofuduk’un kuşlarla birlikte farklılıklarını kabullenip birbirlerini olduğu gibi severek dostluk kurmalarını konu edinen kitap, Ari Çokona için de bir ilk özelliği taşıyor. Altınkanat Okulu, Ari Çokona’nın ilk çocuk kitabı.
Bizler de Çokona ile, kitabı Altınkanat Okulu üzerine konuştuk.
Keyifli okumalar diliyoruz.
Öncelikle kitap yazma sürecinizden bahsedelim istiyorum. Ari Çokona adı neredeyse hepimiz için “çevirmen”in karşılığı. Hem bu kitabın çıkış noktasını hem de çevirmen Ari Çokona’nın bir çocuk kitabı yazma sürecine nasıl girdiğini öğrenebilir miyiz?
Çevirmenliğe oldukça geç, kırkımdan sonra başladım. Şiir, roman, öykü, bilimsel yayın derken bir süre sonra çocuk kitaplarına da yöneldim. Ben ve eşimden başka, annem babam dâhil, ailemde öğretmen olmayan kimse yok gibi. Çocuklarla birlikte olmak, sevinç ya da üzüntülerini paylaşmak hep hayatımın önemli bir parçası oldu. Rivayete göre, Osmanlı döneminde mahkemelerde öğretmenlerin tanıklığı pek makbul sayılmazmış. Çocuklarla bir arada olmaktan onların da çocuklaştığına inanılırmış. Ben de zamanla çocukların nasıl düşündüklerini anlamaya, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadıklarını öğrenmeye başladığımı sanıyorum. Başta sevgili dostum Evgene Trivizas’ın kitapları olmak üzere Yunan çocuk edebiyatının en önemli kitaplarını Türkçeye çevirdim. Bir masal derlemesi hazırladım. Küçük çocuklar için yakınlarda yayımlanacak olan Homeros’un İlyada ve Odysseia’sını uyarladım. Sayısı on üçü bulan çocuk edebiyatına ilişkin bu eserler en sevdiğim kitaplarımdandır. Bir adım ötesi, kurgusu tamamen bana ait olan bir şeyler yazmaktı. Altınkanat Okulu, bu alandaki ilk teşebbüsüm.
Aslında klişedir ama her yazarın farklı bir penceresi, kaygısı oluyor, bu nedenle size de sormak isterim: Çocuk kitabı yazarken özellikle gözettiğiniz ya da kurguyu oluştururken dikkat ettiğiniz kriterler nelerdir? Ders verme kaygısı ön planda mıdır sizin için ya da bir çocuk kitabı yazarının öncelikli amacı bu mu olmalıdır?
En güzel çocuk kitapları çocuklar için değil yetişkinler için yazılmıştır. Define Adası’ndan Tom Sawyer’e, Üç Silahşörler’den Gülliver’in Gezileri’ne kadar bu böyledir. Nesilden nesile milyonlarca çocuk tarafından okunup sıkı bir elemeden geçtikten sonra çocuk edebiyatına “terfi” etmişlerdir. Yani çocuklara bir şeyler kazandırmak için yazılmadılar, onlara bir şeyler kazandırdıkları için çocuk edebiyatının klasikleri arasına girdiler. Sadece didaktik olmaya odaklanıp başka hiçbir şeye önem vermeyen kitaplar çocuk edebiyatı değil, çocukları edebiyattan uzaklaştırma aracıdırlar. İyi bir çocuk kitabı çocuklara saygı duymalı, onları zekâ ve algıları kıt, “eksik” bireyler olarak görmemelidir. Her yaşın kendine özgü beğenileri varsa da çocuklar için yazılmış bir kitap büyüklerin de hoşuna gitmelidir. Küçüklüklerinde oğullarımın beğendiği masalları ben de beğenir, beğenmediklerini ben de beğenmezdim.Çocuklara hitaben, samimiyetle gerçeklerden bahseden, sevgiyle yazılan her kitap kendiliğinden didaktik olur.
Kitabınızda direkt farklılıklar gösteriyor kendini. Kuşların okuduğu Altınkanat Okulu’na giden bir sincabın hikâyesini okuyoruz. “öteki”yi, “öteki”liği konu ediniyor diyebiliriz. Ancak birbirlerinin farklılıklarını kabullenip objektif gözle baktıklarında bir arada yaşıyor karakterler. Bugün bulunduğumuz koşullar düşünüldüğünde kimi zaman ütopya bile sayabileceğimiz bir dünya aslında kitapta anlatılan. Özellikle tercih ettiğiniz, bir mesaj kaygınız olduğunuzu söyleyebilir miyiz bu konuda? Ne dersiniz?
Çocukları steril ve yapay bir ortamda, dünya gerçeklerinden uzak yetiştirmenin yanlış olduğuna inanıyorum. Uygun bir dille anlatılması şartıyla onlara her şeyden bahsedilebilir. Yetişkinlerin dünyasında olduğu gibi kendi dünyalarında da olumsuzluklar vardır. Sineklerin Tanrısı biraz da abartarak çocukların çok acımasız olabileceğini anlatır. Bu olumsuzlukları görmezden gelmek yok edilmelerini sağlamaz, tam aksine genç bireylerin algılarında onlara meşruiyet kazandırır. Hoşgörüsüzlük ve şiddet son yıllarda bütün dünyada yaygınlık kazandı. Sokaklarda yaşayan evsizler ve acımasız savaşların sağa sola savurduğu savunmasız göçmenler gibi yüz binlerce insan zor şartlar altında hayatta kalmaya çabalıyor. Derilerinin rengi, dış görünüşleri ya da inançları çoğunluktan farklı olan, “öteki” olarak algılanan insanlar dışlanıyor, kötü davranışlara maruz bırakılıyor. Bu olguyu, çölün ortasında, başında akbabaların beklediği açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun fotoğrafıyla da, kuşların arasında kalan bir sincabın yeni okuluna alışma serüveniyle de anlatabilirsiniz. Ben ikinci yolu seçtim. Küçük okurların sevimli Pofuduk’a empati duyarak karşılarına çıkacak kendilerinden farklı insanları dışlamanın kötü olduğunu düşünmelerini istedim. İlk başlarda arkadaşlarını inciten küçük kahramanlarım zamanla daha dikkatli olmayı, birbirlerine daha saygılı davranmayı öğreniyorlar.
Biraz zorba, biraz kötü diyebileceğimiz Paytak’la Zifir var bir de. Hemen hepimizin hayatımızda karşılaşabileceği, gücü elinde barındırıp işi zorbalığa vardırabilecek karakterler. Ancak kitapta karakterleriniz tamamen iyi ya da tamamen kötüyü barındırmıyor; aksine, her biri birer insan ve insanlık temsili. Paytak’la Zifir de öyle. Üstelik sonradan güzel bir arkadaşlığın içinde de görüyoruz onları. Bu anlamda daha gerçekçi bir okuma sağlıyor okura aslında. Hayatta da böyle midir tamamiyle? Paytak’larla Zifir’lerle sarmalandığımız hayatlarımızda bu tip insanların böyle bir dönüşüm geçirmeleri ya da içlerindeki iyi’yi ortaya çıkarmaları konusunda umutlu olmalı mıyız?
Sizin de belirttiğiniz gibi gerçek dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü yoktur. Herkes belirli şartlar altında hem iyi hem de kötü olabilir. Hatta kötü olmadan iyiyi tanımlayamayız. Sokrates, “Hiç kimse kendi isteğiyle kötü değildir” der. Ona göre “iyilik” öğretilebilen bir erdemdir. Biz eğitimcilerin var olma nedeni de bu değil mi? Bunu da inanmadan söylenen ruhsuz sözlerle ve daha önce tanımladığımız kuru “didaktik” yöntemlerle değil, davranışlarımızla, sevgimizle yapmalıyız. Ben iyimserim! Hatta kötümserliğin anayasası sayılan Murphy kanunlarından birini ters çevirerek: “Tünelin ucundaki ışık, size doğru gelen bir trenin farı değil güneştir,” diyorum. Altınkanat Okulu’nda küçük de olsa olumsuzluklar yaşanıyor. Ama her seferinde sağduyulu bir çözüm bulunuyor. Özellikle vurgulamak istediğim şey, bu çözümün mümkün olduğu.
Başkarakteriniz küçük sincap Pofuduk öğretmenlerin “örnek öğrenci” diyebileceği, ailelerin ideal evlat kavramını karşılayan bir karakter. Her ne kadar bazı yerlerde yanlış tavırlar sergilese de yanlışını görüp bundan dönebiliyor. Pofuduk’un, karakterin yaratım sürecinden de bahsedebilir misiniz? Diğerlerine nazaran daha iyiye daha yakın olması başatlığının bir gereği diyebilir miyiz?
Aslında kitabın başkarakteri küçük sincap da diğer arkadaşlarından pek farklı değil. Kuşlar arasında tek memeli olması, ona olaylara dışarıdan bakma olanağını tanıyor ve kurgu etrafında geliştiği için daha çok göz önünde. Zaman zaman o da kırıcı olabiliyor ve en yakın arkadaşı altın kalpli devekuşu Tombik’e kötü davranıyor. Ama yanlışının farkına varır varmaz hatasını düzeltiyor. Diğerlerine nazaran “iyi”ye daha yakın görünmesi belki de bu yüzden. Çocukların kendilerini onunla özdeşleştirmelerini, hatalı olmaktan korkmamalarını istedim. İyi niyet olduktan sonra halledilmeyecek sorun yoktur. Her öyküyü mutlu sonla bitirerek de dostluğun ve arkadaşlığın düşmanlıktan daha hoş ve daha eğlenceli olduğunu gösterdim.
Çocuk kitapları çoğunlukla daha umut dolu dünyaların anlatıldığı, hep iyilerin ya da iyiliğin kazandığı, emsal gösterilebilecek karakterler ve hikâyelerin söz konusu edildiğini görüyoruz. Fakat öte yandan, bu tarz hikâyeleri ve kitapları hayal dünyası gibi gören, ciddiye almayan daha gerçekçi kişiler ve hatta ebeveynler bile olabiliyor. Çocukların gerçek hayata atıldığında daha güçlü durmasını, hayal dünyalarındansa hayatla başa çıkabilme yeteneklerini geliştirmek istediği için çocuklarının kitapla buluşmasını (hatta kimi zaman ilerleyen yaşlarında da kitaplara, romanlara kapılmaması gerektiğine inanan) çok da önemsemeyen insanlarla karşılaşabiliyoruz. Evet, hayatın gerçekleri, acımasızlığı, sertliği var. Fakat hayat tamamen bunlardan ibaret değil ve bir çocuğu hayata hazırlamak adına hayal dünyasından koparmak da çok mantıklı gelmiyor bana açıkçası. Hepimiz hâlâ içimizdeki çocuğu büyütme, hatta kaybetmeme derdindeyiz. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Çocuk kitaplarının çocukların, büyüklerin, ebeveynlerin yaşantısındaki ya da eğitimlerindeki/gelişimlerindeki amacı ve konumu nedir sizce ya da nasıl olmalıdır? Ebeveynlere özellikle, bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilemelerini tavsiye edersiniz?
Hayaller yaratıcılıkla atbaşı gider. Bir araştırmaya göre, yetişkinlere “Bir ataş kaç şekilde kullanılabilir?” diye sorarsanız kâğıtları bir arada tutmasından başka kullanım alanı bulmakta zorlanırlar. Hayali en geniş yetişkinler bile 10 – 15 yanıttan fazlasını düşünemez. Oysa küçük çocuklar büyük bir kolaylıkla, kolye yapmaktan bebeklerinin saçlarını tutturmaya kadar, ataşa 100’den fazla kullanım alanı bulabilirler. Çocuklar eğitim sistemine yaratıcılık dolu girer ve eğitimlerinin sonunda çok sayıda gereksiz bilgiyle donatılmış ama yaratıcılıklarını kaybetmiş halde mezun olurlar. Oysa yaratıcılık ve zengin hayal gücü yeni buluşlar, yeni keşifler demektir. Newton’un hayal gücü olmasaydı başına düşen elmadan yer çekimi yasasını türetemezdi. Basit bir düşüncenin hayata geçirilmesiyle “Amazon”, “Facebook” ve “WhatsApp” gibi dev şirketler kuruldu, büyük servetler kazanıldı. Hayal önden gider, gerçeklik peşinden gelir. Gerçekleştirmek üzere peşinden koşacak hayallerimiz olmazsa robotlardan ne farkımız kalır? Yaratıcılığı en verimli şekilde besleyen kaynaklardan biri de kitap okumaktır. Kitap okumak, müzik, resim ve sporla uğraşmak zaman kaybı olarak algılandığı zaman yaratıcılıktan uzak, sağlıksız ve mutsuz nesiller yetiştiririz.
Adınızı başka çocuk kitaplarında da görebilecek miyiz? Gelecek planlarınız nelerdir?
Asıl mesleğim olan lise öğretmenliği ve sosyal yükümlülüklerim dışında kalan kısıtlı zamanımı sonuna kadar zorlayarak yılda üç, dört kitap çeviriyorum. 2017 ve 2018’de Anadolu’nun kültür ve edebiyat tarihine ilişkin iki telif kitap yayımladım. Şimdi de uzun süredir yazmak isteyip hep daha sonraya ertelediğim çocuk kitabım çıktı. Artık bundan böyle çeviri ve araştırmalarımdan zaman çalarak çocuk kitaplarına ağırlık vermeyi düşünüyorum. Çocuk kitapları beni dinlendiriyor, neşelendiriyor. Küçük okurlar sever ve devamını talep ederse Altınkanat Okulu’nun yeni maceralarıyla devam etmeyi düşünüyorum. Hayalleri hâlâ körelmemiş, bir ataşa 100’den fazla kullanım alanı bulabilen küçük insanları çok seviyorum. Onlara hitap eden ve kahramanları hayvanlar olan kitaplar yazmak istiyorum.
hep kitap çocuk kitapları piyasasına oldukça başarılı ve nitelikli kitaplarla katkı sağlıyor. Sizden hem hep kitap’ın çocuk dizisinden hem de kendi yaşantınızda iz bıraktığını düşündüğünüz çocuk kitaplarından birkaç öneri rica edebilir miyiz?
Çocuk kitapları son yıllarda büyük bir patlama yaptı. Yayıncılar birliğinin verilerine göre bu yıl satışları % 40 arttı. hep kitap hızla gelişen bu piyasaya dinamik bir giriş yaptı. Baskı, kapak tasarımı, editörlük ve işbirliği yaptığı yerli ve yabancı yazarlar konusundaki seçimleri son derece başarılı. Özellikle Peter Brown’un Meraklı Bahçe ve JudithKerr’in Çaya Gelen Kaplan kitaplarını çok sevdim. Şu anda faal olan Türk yazarları yakından takip ediyorum, çoğu da arkadaşım, bu yüzden kitapları hakkında konuşursam tarafsız kalamam diye çekiniyorum. Beni etkileyen çocuk kitaplarına gelince, hazırlayacağım liste bütün çocuk klasiklerini içereceğinden çok uzun olacak. Okumayı söker sökmez belki de gizliden gizliye aile büyüklerimi etkilemek amacıyla– Jules Verne’nin bütün kitaplarını hatmetmiştim. Ama Goscinny’nin Pıtırcık ve Asteriks’ini hâlâ tekrar tekrar okuyorum ve her seferinde büyük keyif alıyorum.