Her kadının bir deli gömleği vardır.
Bazen bir kocadır, zorbaca bir erkektir kadına sarılan ve onu hiç bırakmayan; deli gömleği gibi. Bazen kendisi gibi bir kadındır, hayatına sıkıca sarılan ve nefes almasına izin vermeyen. Bazen bir evlattır, giymek zorunda kalmıştır; fedakârlıktır. Bazen devlettir, evladını almıştır; eşini, anneni, yoldaşını. Bazen yalnızlıktır; ölümdür bazen kadını saran deli gömleği. Kadının zihnine dolar, hiç bırakmaz. Ve sonunda öldürür. Nefes alsa da.
Tezer Özlü’nün deli gömleği hayattı, hayatının ta kendisiydi.
Çocukluğun Soğuk Geceleri, Tezer’i anlayabileceğiniz en iyi eseridir. Hayatının en içinden, duygularının en derininden okuyacaksınız onu. Nitekim Tezer Özlü bu eseri için şu sözleri ifade eder:
‘’Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki, bir Türk küçük burjuva ailesinin çocuğunun, yirmi yaşına dek okumak için gönderildiği İstanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya okulunda karşılaştığı Batı kültür ve eğitiminin yarattığı şoku.’’
Bu eser üzerine yazılan birçok incelemeyi, yorumları okudum. Sanıyorum eserin 65 sayfa oluşundan ve Tezer’in sade, kısa, akıcı anlatımından olacak içerik herkes tarafından basitleştirilmiş, sıradanlaştırılmış. Garip bir şekilde herkes hayatı, acıyı sorgulamış sadece. Yaşadıklarına üzülmüş ve onun güçlü bir kadın olduğundan dem vurmuş. Eseri okurken hiç düşünmediğim şeyler düşünülmüş: ‘’Erkek meraklısı Tezer.’’ demişler. Acımakla yetindim.. Eseri okurken beynimin arka kısımlarında sadece şu soru vardı: ‘’Benim deli gömleğim nedir? Kimdir?’’ Hâlâ bulabilmiş değilim cevabı. Bulabilmek için daha çok yaşamam gerekiyor sanırım.
Çocukluğun Soğuk Geceleri tam olarak soğuk geceleri anlatıyor. Sobayla ısıtılmaya çalışılan küçük bir gecekonduyu, soğuk okul kıyafetlerini, soğuk kaldırımları, soğuk erkek bedenlerini, buz tutmuş yüreğini, zihnini. 4 bölümden oluşuyor: Çocukluk bunalımı ve aile yaşantısının anlatıldığı “Ev”, yetişkinliğe adımların atıldığı sıkıntılı bir dönem olarak “Okul ve Okul Yolu”, mutsuz bir evliliğin anlatıldığı “Léo Ferré’nin Konseri” ve yaşama dair umudun tükenmediği “Yeniden Akdeniz” bölümleri.
Bir başkaldırının eseridir aslında. Baştan sona her şeye bir anarşi söz konusudur. İstanbul’un betonlarına, çıkmaz sokaklara; ev içerisindeki sıkışık tıkışıklığa, kapı arkalarına asılan kıyafetlere, babasının sabahları onu komutan gibi düdükle uyandırmasına, vatanseverlerin görevlerine, itinayla uygulanmak zorunda olunan kurallara, baskıya, düzenin piyonu olup başkaldıranlara karşıdır. Annesinden görmediği sevgi, onu özüne ve dünyaya karşı yabancılaştırmıştır. Anne ve baba arasındaki ilişkinin ‘’zorunluluk’’ olduğunu gördüğünden kendi kafasındaki ‘’evlilik, sevgi ve aşk’’ düşünceleri farklı yerlerde vücut bulmuştur. Anlatıcı sadece hazzı önemser. Onun için sevgi bir nesne olmalıdır. Bu nesne, genellikle bir erkek vücududur. İşte bu yüzden psikanalitik bağlamda, anlatıcı çocukluğunda yaşadığı bunalımlardan ve yetişkinliğinde yaşadığı otoriteden dolayı şizoid-depresif bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bunu göremeyen okuyucu ise ‘’Erkek meraklısı Tezer.’’ olarak yorumlar. Oysaki Tezer, bize 1950’lilerin Türkiye’sindeki sıradan bir kadını tüm çıplaklığıyla anlatmıştır.
Eser o kadar çıplaktır ki, yer yer okurken ben utandım. Yer yer gözyaşlarımı tutamadım. Bunu söylediğimde insanların birçoğu, ‘’Bir kitap için ağlanır mı, nasıl ağlıyorsun!’’ der. Bu soruya cevaben size anlayabileceğinizi umduğum birkaç alıntı yazacağım.
Anlatıcı sürekli olarak depresif olduğu için, bir kliniğe yatırılıyor. Yine bir klinikteyken:
‘’Akşamları, şişman hemşirenin sevgilileri geliyor hastaneye. Beni de odasına çağırıyor. Kendisi, masanın gerisinde oturuyor. Sigara içiyor. Güzel bir çay hazırlatmış. Lacivert önlüğünü, kepini çıkarmış, (…) dudaklarını yanaklarını kıpkırmızı boyamış. Karşısındaki mavi plastik koltukta sevgilisi oturuyor. Kara yüzlü, bıyıklı, şişman, takım elbiseli, altın şövalye yüzüklü, kalın parmaklı, sesi sigaradan kalınlaşmış bir yabancı.
Hemşire:
– Bak, bu soyunsun da gövdesini gör, çok güzel,
diyor.
(…) kalpazan kılıklı adamın karşısında neden beni soyunmak zorunda bırakıyor.
Hiç istemiyorum.
-Haydi, haydi soyun. Ne bekliyorsun?
diye bağırıyor hemşire. Adam bıyıklarını aralayıp, altın dişleriyle gülümsüyor.
Soyunmazsam, ertesi gün doktorlara şikâyet eder. Çok hasta olduğumu, bana şok yapılması gerektiğini söyler. Bahçeye salmaz. Çay vermez. Üzerimdeki geceliği çıkarıyorum.
-Arkanı dön!
diyor.
Arkamı dönüyorum.
-Güzel, değil mi?
diye adama soruyor.
-Onun önünde yavaş yavaş dön!
diyor.
Utanıyorum. (…) Odama dönüyorum. İğneleri hademeler yapıyor. Kanı da hademeler alıyor. Kızarlarsa, deli gömleğine bağlıyorlar.’’ (s.47)
‘’Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan yabancı öğe gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor. Her an belirtilen bir öğretiye, bizler hep hazırlanıyoruz. Neye?’’ (s.23)
‘’Bizim insanlarımızın insan sevmesi, insan okşaması çocukluktan engelleniyor. Saptırılıyor. Çarpılıyor.’’ (s.44)
Daha çok fazla, çok fazla alıntı yapabilirim. Kısacık cümlelerin içinde yatan o muazzam anlamları daha çok fazla açıklayabilirim. Fakat hissedebilir misiniz? Bir kadının yok oluşunu, bir kadının sadece kadın olduğu için uğradığı şiddeti ve tacizi, tecavüzü hissedebilir misiniz? Acıyı. Sürekli olarak elektroşoka maruz kalmayı. Deli gömleğine sarılmayı, hayatın baskısını hissedebilir misiniz? Tezer hissetti, yazdı ve bana da hissettirdi. Bir deli gömleğinin içindeyim, var oluşumu bu şekilde sürdürüyorum; adını henüz koyamasam da. Kim bilir, belki adını bulduğumda ben de bir elektroşoka maruz kalırım. (Yazar, burada gülüyor.)
Velhasılkelâm, yazıyı devam ettirdikçe ve Tezer’in cümleleri aklımın ucundan teker teker geçtikçe yüreğim göğüs kafesime ağır geliyor. Tezer, soğuk gecelerde bir kıvılcımın sıcaklığını arayan taptaze bir çiçek olarak Türk edebiyatında yerini edindi. Ve bize de sıcak Temmuz ayında okurken, tir tir titremek düştü. İyi ki geldin, iyi ki yazdın Tezer.
Kaynak: Özlü, Tezer. Çocukluğun Soğuk Geceleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Şubat, 2016
Fotoğraf: Yazara ait.